Merkezi Mecidiyeköy’de bulunan Tarih ve Kültür Araştırmaları Derneği’nin Eminönü şubesinde her hafta Cuma günleri saat 19. 30’da Risale-i Nur dersleri düzenleniyor. Her hafta yapılan bu derslerin ayda bir de özel bir konuğu oluyor. Bu ayki Risale-i Nur derslerinin konuğu İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Ramazan Balcı Hocamızdı.
Dr. Ramazan Balcı Hocamız uzun yıllar Risaleler üzerine araştırmalar yapmış, bu konuda çeşitli eserler vermiş çok kıymetli bir hocamız… Benim onu takip etmemin ve onu önemsememin nedeni, olaylara benim fark edemediğim bir yerden bakabilmesi, tabiri caizse ters köşeden meseleleri irdeleyebilmesi... Diğer taraftan tutucu olmaması, yeri geldiğinde eleştirel olabilmesi de benim takdir ettiğim bir yönü. Eğer daha önceden kendisini tanımıyorsanız, bu yazıyı okuduğunuzda Üstad Bediüzzaman ve Risale-i Nur ile ilgili çok orijinal tespitlerinin olduğunu fark etmiş olacaksınız.
Camiler buluşma noktası
19 Eylül akşamı, Yeni Cami’de kılınan akşam namazına müteakiben Ramazan Balcı Hocamız ve dernek mensubu bir kardeşimizle birlikte derneğe geçtik. Orada birer bardak çay içtikten sonra saat akşamın sekizi olmuştu. Doğrusu çalışanlar için dersin bu saatte yapılması güzel bir şeydi ama bizim gibi belli bir saatten sonra dışarıda olmaktan suçluluk duyanlar için bu iyi bir saat değildi. Bir de bunun geri dönmesi vardı ki saat on biri geçeceği belliydi.
Bu arada derneğin sorumlusu, daha doğrusu genel sekreteri Ömür Öztürk Bey ile de tanışma fırsatı bulduk. Yıl içinde yüzlerce etkinlik düzenleyen bir derneğin sorumlusu olmak, herhalde yoğun olmak demekti. Bunun için “Allah yardımcınız olsun” dileklerimizi ilettikten sonra vaktini pek fazla almamız doğru olmazdı. Hani derler ya; kimileri konuşur kimileri iş yapar diye… İş yapanlardandı bu abimiz. Bu dernekte sistemli, düzenli ve başarılı bir çalışma vardı. Bu gözlemlerimizi kendisine iletmeden edemedik.
Gazali ve Bediüzzaman birçok yönden benzer
Çaylardan sonra Dr. Ramazan Balcı Hocamız dersin yapılacağı salona geçti ve derse başladı. Slayt gösterisi eşliğinde sunduğu dersinde gerçekten çok önemli tespitlerde bulundu. En başta bir imam olarak Bediüzzaman’ın İmam-ı Gazali ile olan bazı benzerliklerine değindi.
İmam Gazali’nin çocukluğunda eşkıyaların kitaplarını gasp etmesi üzerine ilimleri ezberlemesi gerektiğini fark ettiğini söyleyen Ramazan Balcı Hoca, Bediüzzaman’ın da medrese hayatında 90 – 100 civarında temel eseri ezberlediğini söyledi. Bulunduğu yörede böyle bir adet olmamasına rağmen Bediüzzaman’ın bu ezberleri yapmasının hikmetini Üstad’ın Kur’an’ın bile bulunamayacağı bir zamanın gelmesinden endişelenmesi olarak açıkladı. Hakikaten de Üstad’ın endişesinde haklı olduğunun zamanla anlaşıldığını; çünkü 500 sene İslam’ın sancaktarlığını yapan bu ülkede 30-40 yıl Kur’an’ın bile bulunamadığı dönemler yaşandığını ifade etti.
İkisi de kendi dönemlerinin itikat problemleri ile ilgilendiler
Üstad Bediüzzaman’ın kendi üstadı olarak gördüğü İmam Gazali’nin 2 yıl ağzının kilitlendiğini, hiç konuşamadığını söyleyen Ramazan Balcı Hoca, böyle önemli kişilerin yaşadığı bu tür hadiselerin varlığına dikkat çekti. Üstad Bediüzzaman’ın da ümmetin dertleri ile yoğun olarak ilgilenmekten ve yoğun zihnî faaliyetlerinden dolayı zaman zaman bazı rahatsızlıklar yaşadığını ifade etti.
Batınilere karşı İslam itikadını koruyan İmam Gazali’nin bu yönden de Bediüzzzaman’a benzediğini söyleyen Ramazan Balcı Hoca, tecdit ve dinî ilimleri ihya noktasında her iki üstadın da önemli eserler ortaya koyduğunu söyledi.
İlim ve fen mezcedilmelidir
Ramazan Balcı, ilim ve fen noktasında Bediüzzaman’ın tespitini paylaşarak sürdürdüğü konuşmasında çok önemli bir noktaya parmak bastı. Şöyle dedi: “Risale-i Nur’u inceleyenler bile Üstad’ın fennî ilimlerle dinî ilimlerin birlikte okutulması gerektiğini savunduğunu söylüyorlar. Hâlbuki Bediüzzaman’ın söylediği böyle bir şey değil. 16. yüzyıldan beri Müslüman âlimler bunu zaten söylüyorlar. ‘Din ve fen ilimleri medreselerde okutulsun’ diyorlar. Fakat Üstadımız farklı bir şey söylüyor. ‘Fen ilimleri ile dinî ilimler meczedilsin’ diyor. Yani temel olarak esmay-ı ilahiyenin tecellisidir ilimler. Dolayısıyla fen ilimlerinin dinî bir izahla anlatılması gerektiğini söylüyor. Bu, Risale-i Nur’un anlaşılmasında çok önemli bir noktadır.”
Benim Ramazan Balcı Hocamızın bu sözlerinden anladığım; Üstad’ın dinsiz bir ilim anlatma metodunu kabul etmemesidir. Yani fenni bir hakikati de ancak tabiatın ve Kur’an’ın tefsiri ile izah edebileceğimizi savunur Üstad… Laboratuvara girerken ve bilimsel araştırmalar yaparken dinden sıyrılma diye bir düşünceyi reddeder. Tabii tam bu noktada modern bilimlere İslamı kabul ettirmeye, İslama modern bilimleri kabul ettirmeye çalışan iyi niyetli ama okumaları eksik kardeşlerimizi de hatırlamak gerekiyor. Modern Bilimin bizatihi kendisinin problemlerini görmeden meseleye yaklaşmanın problemlerini görmek lazım.
Medreselerle ilgili önemli tespitler var
Osmanlı’nın son dönemlerinde herkesin medreselerden umudunu kestiğini söyleyen Ramazan Balcı Hoca, II. Mahmut’la birlikte Batılı tarzda okulların açılmaya başlanıldığını, mekteplerimizin İptidai, Rüştiye, İdadi ve Sultani olarak dizayn edildiğini söyledi. II. Mahmut döneminde yaşanan bu değişimlerin de medreselerdeki bozulma iddialarından dolayı olduğunu ifade etti.
Üstad Bediüzzaman’ın da medreseye yönelik olarak bazı eleştirileri olduğunu ifade eden Ramazan Balcı Hoca, Üstad’ın bir köylü çocuğu olarak medreseye gittiğini ancak hocasına; “Ben bu tarz okuyamam, sen bu derslerden birer ikişer ders bana ver, ben anlayayım. Sonra ben onu ezberlerim” dediğini söyledi. Üstad’ın bu sistemi kabul etmemesinin sebebinin medrese hayatının 20 yıla yakın sürmesi olduğunu ifade eden Ramazan Balcı Hoca, bu sistemde bir kitapla başlandığını, satır satır bir sene o kitabın okutulduğunu, ikinci sene öbür kitaba başlandığını ve böyle devam ettiğini söyledi.
Medreseler geliştirilebilir kurumlardı
Üstad’ın bu tavrını da yanlış anlamamak gerekir. Üstad medresenin ilim geleneğinden şikâyet etmemektedir. Veya medresedeki ilmî bakış açısını eleştirmemektedir. Zira kendisi de medrese geleneğinden beslenmiştir. Okuduğu ve faydalandığı kitaplar medreselerde okutulan kitaplardır. Üstad burada medresedeki bazı metotları eleştirmiştir ki bu metotlardan bir tanesi de alet ilimlerine çok fazla yer verilmesi ve hikmetin zaman zaman ihmal edilmesidir. Kaldı ki bu görüşleri, medresenin gelişmesi ve daha da ileri gitmesi için serdedilen görüşlerdir.
Ramazan Balcı Hocamızın naklettiğine göre Üstad’ın dediği şudur: “Ulum-u aliye yani alet ilimleri zihinleri işgal etti. Yani Arapça tedrisat kitapları zihinleri işgal etti. Âli yani yüce ilimlere zihinlerde ve kalplerde yer kalmadı.” Üstad’a göre Osmanlı’nın eğitimde geri kalmasının sebeplerinden birisi de buydu. Bu sözleri okurken Üstad’ın Arapça’yı en üst seviyeden bildiğini de unutmayalım. Ancak Üstad, Arapça tedrisatın ilimlerin önüne geçtiğini düşünmektedir ki güncel dinî meselelere çözüm getirmekten uzak bir ilmiye sınıfını tasvip etmemektedir.
Üstadın misafir olduğu paşalar vardı
Ramazan Balcı Hoca, Osmanlı zamanında bazı Paşaların kabiliyetli gördükleri insanların ellerinden tuttuklarını, onların yetişmesine zemin hazırladıklarını ifade etti. Bunun da iyice yerleşmiş bir gelenek olduğunu söyledi. Üstadın da gençlik döneminde bazı paşaların yanında kaldığını söyleyen Ramazan Balcı Hoca, onun hayatında Bitlis valisi Ömer Paşa ve Van valileri Hasan Paşa ve Tahir Paşaların önemli yeri olduğunu ifade etti.
Bir de Üstad’ın bu konaklarda Avrupa görmüş memurlarla ilk defa tanıştığını söyleyen Ramazan Balcı Hoca, onlarla olan sohbetlerinden sonra da ilm-i kelamın bu asrın sorularına cevap verecek şekilde yeniden inşa edilmesi gerektiğini düşündüğünü söyledi. Demek oluyor ki Üstad, çağın ihtiyacına uygun bir ilm-i kelamın ortaya konulması gerektiğini bu dönemde düşünmüştür ve Risale-i Nur’u yazarak da bunun örneğini ortaya koymuştur. Zira her asrın imanî problemleri farklıdır ve kelamın yenilenmesi her zaman için bir zaruret olmuştur.
Üstad Kürt çocuklar için dilekçe yazıyor
1900’lü yılların başında açılan yeni mekteplerin az sayıda da olsa doğu vilayetlerinde de açılmaya başlandığını, o denemde Türkçe bilmedikleri için bölgedeki Kürt çocuklarının yeni açılan mekteplere gidemediğini söyleyen Ramazan Balcı Hoca, Üstad’ın bu konuda Mabeyn’e dilekçe yazdığını ifade etti. Bu dilekçede mealen şunları ifade ettiğini söyledi: “Bizler her cihette bizden daha dûn olan Ermenilerden geri kaldık. Bu cehalet sürerse ilerde çok ciddi problemler doğar. Diyarbakır, Van ve Bitlis’te üç tane büyük medrese açayım. Burada yetiştirdiğim talebeler dünyanın her tarafına gönderilsin. Muhabbet-i milliye yani İslam milletinden olma şuurunun, İslam kardeşliği ruhunun canlı tutulması için tedbirler alınsın. Bölgedeki cehaletten, bölgeyi parçalamak isteyen güçler ilerde yaralanacaktır.” 1908 tarihinde yazılan bu dilekçe, Üstad’ın bugünleri önceden ne kadar net bir şekilde görebildiğini gösteriyor.
Üstad’ın terminolojisi farklı
(Rasim Özdenören'in Düşünsel Duruş kitabını modernistlik çeşitleri ile alakalı olarak okumanın meselelere yaklaşımımızda önümüzü ciddi bir şekilde aydınlatacağını ifade ettikten sonra Aydın Başar kardeşimizin konferans gözlemlerimize devam edelim.)
1908’den 1909’a kadar Üstad’ın meşrutiyeti ilan edenlerle ciddi görüş ayrılıkları ortaya çıktığını ifade eden Ramazan Balcı Hoca, konuşmasına şöyle devam etti: “Yani aslında ‘meşrutiyet’, ‘hürriyet’ gibi kavramların, Batıda eğitim görmüş ittihatçılar arasındaki anlamı ile Üstad’ın terminolojisindeki anlamı farklıdır. ‘Meşrutiyet-i meşrua’ der Üstad… Yani meşru olan meşrutiyet; yani kaynağını İslamiyet’ten, şeriattan alan meşrutiyet der… Hürriyete gelince, insanların Abdullah olduğunu ama aynı zamanda hür olduklarını söyler.”
“Şeriatın edebiyle edepleniniz, Kur’an’ın edebiyle edepleniniz, Avrupa’dan kanun dilencisi olmayınız” diyen Üstad’ın bu tür görüşlerinden dolayı bu aydınları rahatsız ettiğini söyleyen Ramazan Balcı Hoca, 31 Mart hadisesinden sonra Divan-ı Harbi Örfi’de yargılandığını ifade etti. Orada ise Üstad’ın; “Sizin kastettiğiniz irtica İslamiyet’se cihan şahit olsun ben mürteciyim” dediğini söyledi.
Hayatı boyunca şûra dedi
Üstad’ın hayatı boyunca hep şurayı ve meşvereti ön plana çıkardığını ifade eden Ramazan Balcı Hoca; Üstad’ın “Asya’nın bahtının miftahı şûradır” dediğini söyledi. Ve bu konuda şunları söyledi: “Bugün Müslümanlar olarak gerçekleştiremediğimiz iş nedir? Şûradır. Yani ümmetin aklından istifade edemiyoruz. Aşağıya indiğimizde cemaatin aklından istifade edemiyoruz. Herkes küçük bir ağalık kuruyor. Kimse ağalığına müdahale ettirmiyor.”
Ramazan Balcı Hoca bir soru üzerine Üstad’ın 45 yaşındayken siyaset ve gazete ile birlikte sigarayı da bıraktığını; bunu da bir mektubunda ifade ettiğini söyledi.
Aydın Başar haber verdi