Tarih ile an arasındaki güçlü bağın anlaşılması ile bugün yaşanan pek çok karmaşık süreci çözümlemek mümkün olabilir. Yaşadığımız günler okun yaydan fırlaması gibi uzun beklemelerin ardından tarihi kehanet ve ahitlerin fiile dönüşmesine şehadet ediyor. Eski metinler, kadim odaklanma ve iddialar hızla kendisine yaşam alanı buluyor. Bu gerçeklik ile olan bağını güçlü kuranlar hızla vaziyet alıyor ve olaylar, olayları kovalıyor. Bu kadar gelişme arasında yaşanan olayların tarihsel referanslardan bağımsız olmayacağı ve sadece bugünün siyasal gerçeklikleri ile açıklanmalarının mümkün olmayacağının da çok iyi bilinmesi gerekiyor. Yarı kehanet, yarı çağlar aşan devlet ideaları olarak tanımlayalım adeta herşey olması gerektiği gibi olmaya devam ediyor. Bu yakıcı gerçekliğe sırtımıza dönmek ya da anlamaya çalışarak bir küresel tarihi aktör olarak bu gerçeklik zeminine konumlanmak arasındaki tercihi yapmak zorunda olduğumuzun bilincinde olmak gerekiyor.
Sınırlarımızın tümünde tarihsel hikâyelere uygun süreçler ortaya çıkıyor ve bunlardan en önemlisi de tartışmasız Güney Kafkasya’da ortaya çıkanlar. Güney Kafkasya’da tarihsel süreçle mütenasip olacak şekilde Karabağ’da aldığımız sınırlı inisiyatif bile bir sürü fay hattını ortaya çıkardığı gibi adeta bölgesel psikanalitiğin ortaya çıkmasına sebep oldu. Yakın, uzak tüm bölgelerden ses geldiği yetmiyormuş gibi herkes bu sürece bir yerinden dahil olmaya başladı.
Hatırlanacağı üzere 44 günlük Karabağ Savaşı’nda Rusya, Fransa ve İran tarafından desteklenen Ermeniler’den Karabağ’ın bir kısmı kurtarıldı. Böyle bir gelişmenin olmaması için açık ve gizli destek veren ülkelerdeki şaşkınlık hâli yanında hızla ete kemiğe bürünen davranış biçimleri gerçekliğin ortaya saçılmasına sebep oldu. Diplomasi, propaganda ve yalanlarla setredilen gerçekliğin ortaya çıkması ile birlikte manzara netleşmiş oldu. Tabi bu süreçle birlikte seyreden Türk Devletler Teşkilatı’nın teşekkülü de dost ve düşmanı daha da net ortaya çıkarmaya devam ediyor. Karabağ’ın ardından özellikle Zengezur Koridoru’nun açılması ihtimalinin bile kimleri nasıl rahatsız ettiği açıkça ortaya çıktı ki özellikle İran ve Ermenistan’ın asimetrik davranışları oldukça hayret verici bir boyuta ulaştı. Sınır hattında cüretkâr bir şekilde yapılan tatbikatlar ve Ermenistan’a yönelik askeri hibelerin arttığı bu süreç son 150 yılda bölgede kurulan oyunun ve işbirliğinin adeta resmi gibi. İran’ın bölgesel ve dahili endişelerini anlamaya yönelik olarak şu ana kadar dört analiz yazısı kaleme aldım ve yoğun okuma, gözlem ve temaslarıma devam ediyorum.
Bir taraftan da Rusya’nın alacağı pozisyonu ve özellikle Türkiye ve Azerbaycan arasındaki “Gardaş Yumruğu” tatbikatına nasıl reaksiyon göstereceğini beklerken Rusya tam da beklenen bir davranış göstererek pozisyonunu netleştirmiş oldu. Savaş sonunda bölgede gözlemci barış gücü statüsü ile bulunan Rusya, LaçinŞuşa yolundaki geçişi kapatarak bir vaziyet almış oldu ve zaten kolladığı Ermenistan ve İran’a kendince bir mesaj verdi. Artan düzeyde bir askeri destek alan Ermenistan, bugünlerde tekrar taşeron görevinin gerektirdiği reaksiyonlar gösteriyor.
Rusya geniş bir alanda bizimle temas içinde gözüküyor. Suriye, Kırım, Ukrayna, Güney Kafkasya, Türkistan, Balkanlar, Karabağ bu günlerde en güncel olanlar. Fakat yapısal olarak Rusya ile tarihsel bir bağlam içinde o kadar çok alanda etkileşim zaruretimiz var ki. İşte bu etkileşim çeşitliliği genel bir politik tutum yanında bölgesel hassasiyetleri yakinen takip etmeyi zorunlu kılıyor. Belli dönemlerde bekleme ve hazırlık süreci içinde olan Rusya’nın dış politikası ve idealleri temeli itibariyle saldırganlık üzerine oturuyor ve bu konuda soğuk savaş iklimi sebebiyle ana muarız ABD gibi görünse de aslında kendi dışındaki her durum ile tanımlanmış bir öteki ilişkisi var. Putin ve Rus derin devlet aklı tarafından uzun bekleme dönemi küresel gelişmelerin de etkisi ile etkin operasyon dönemine geçmiş durumda. Bu hattın hemen hemen her cephesi bir şekilde bizi ilgilendiriyor. Bunlardan bizi doğrudan en az etkileyen bir sıcak süreç olan Ukrayna meselesinin bile ne kadar içinde olduğumuz düşünülürse Rus zihnini çok iyi bilmek ve yakinen takip etmek zorunda olduğumuz ortaya çıkıyor. Tabi Ukrayna meselesi Kırım ve Karadeniz boyutu ile bizimle çok alakalı olmakla birlikte Rusya’nın Avrupa ile çatışma sürecinin bir cephesi olarak ele alınabilir. Burada bizimle çatışma alanı olan bölge daha çok Kafkasya hattı.
Yakın tarih dikkatle incelendiğinde en esaslı kriz ve çatışma alanlarında Ruslar karşımıza çıkar. Bir taraftan komşuluk hukukunun zorluk ve hassasiyetleri diğer taraftan dinamik bir yayılım politikası içinde olan bir ülke ile diplomatik ilişkinin başarı içinde sürdürülmesi bir zarurettir. Burada başarının temel noktasını denge ve ihtiyat kavramı ile tanımlamak gerekir. Denge güncel ve dinamik olanı tanımlarken, ihtiyat yapısal olanı göz önünde tutmayı gerektirir. Birbirinin zafiyet ve güçlü noktalarını çok iyi bilen iki komşu olarak etrafımızda yaşanan tüm krizler Rusya tarafından yakinen takip edilir. Her ne kadar küresel gelişmeler ve Ukrayna Savaşı’nın yarattığı ortam sebebiyle ülkemizle hassas ve destekleyici bir pozisyon alsa da aslında Rusya stratejik ortaklık sürecinin bir gereği olarak pragmatik bir pozisyon almış durumdadır. Ukrayna Savaşı’nda dengeli Türkiye politikasını desteklemek ve Türkiye’yi kaybetmemek adına enerji ve hububat konusunda ortaya koyduğu tutum, aslında kendini rahatlatma ve Türkiye’yi politik sempati üzerinden kaybetmeme adımıdır. Bu dönemsel ve spesifik gelişmeler üzerinden bazı mecralarda ortaya çıkan Rus muhibbi söylemlerin testi daha önce binlerce defa yapılmıştır. Yakın zamanda Karabağ’da ortaya çıkan tutum bu davranışlardan biri olarak değerlendirilebilir. Karabağ topraklarında geçici barış gücü olarak görev yapan Rus askeri birimlerinin başına daha önce Afrin ve Ağdere’de görev yapan Tümgeneral Andrey Volkov getirilmiştir. Rusya’nın Müslümanlarla olan çatışma bölgelerinde (Çeçenistan, Afganistan, Suriye) görev yapan Volkov’un PKK ve PYD ile abartılı yakın ilişkisi, kucaklaşma fotoğrafları açık kaynaklara düşmüşken Karabağ’da hukuksuz bir şekilde Azerbaycan vatandaşlarına eziyet etmesi Rusya’nın açık bir mesajı olarak okunmalıdır. Peki Rusya, bir taraftan Putin’in ağzından sempati dağıtırken farklı bölgelerde bu sempati ile uyumsuz davranışları niçin ortaya koymaktadır? Bu Rusya’nın yıllardır ortaya koyduğu yapısal bir davranış biçimidir. Bu davranış biçimi; bir ülkenin, uygarlığının yapısal kodlarında görünebilecek bir davranış biçimi olarak ele alınmalıdır.
Putin’in tarihsel kırılma noktasını oluşturan Ukrayna Savaşı öncesinde kaleme aldığı ve saldırı paradigmasını inşa ettiği metin incelendiğinde tarihsel ulus devletin ideaları modern Rusya’nın savaş paradigmasında mezarından çıkarak dirilmiştir. Modern dünya sistemi safsatasına fazlaca gönül kaptıranların anlamakta güçlük çekeceği, gelenek referanslı bu operasyonel paradigma, yeni olmadığı gibi gizli de değildir. Bizzat Putin eliyle kaleme alınan yazı, tarihsel olarak kendisine referans olan 1. Çar Petro’nun vasiyetnamesinin modern bir tezahürü gibidir. Dünya’nın pek çok ülkesinde bu mistik tarihsel gerçeklik hızla yeni modern paradigmalara esas oluşturmakta, dünya savaşlarının ardından oluşturulan konforlu sis bulutları hızla dağıtılmakta ve tüm dünya gerçek gerçeklikle yüzleştirilmektedir. Yakın zamanda bulunduğum Batı ve Güney Avrupa bu çatışmanın uzağında ve konforlu sis bulutları arasında kaybolduğu için bu gerçekliği anlama konusunda geriden gelmekte ise de Siyonizm’in Haçlı Askeri olan Neoconların yönettiği ABD, bu konuda vaziyet almayı ihmal etmemiş durumdadır. Bugün Ukrayna, Yunanistan, Doğu Avrupa, Ortadoğu ve Akdeniz’de aldığı pozisyon ABD’nin süreci atlamadığının kanıtıdır.
Peki, aslında Rus aklı nedir?
Aslında Ruslar tam olarak ne yapmak isterler? Rusların tarihsel aklı ile bugün arasında illiyet kurmak ve durumu anlamak için elimizde bütüncül ve çok güçlü bir metin var mıdır? Bu ulusun davranışlarına yönelik tarihsel bütünlüğü oluşturmak ve bugünü anlama konusunda elimizde çok güçlü bir metin vardır. Bu, Sosyalizm deneyimine rağmen, tarihsel referans noktasını kaybetmediği açıkça belli olan Rusya’nın el rehberi Rus Çarı I. Petro'nun vasiyetnamesidir. Bu metin açık kaynaklardan rahatlıkla bulunabilecek olan referans bir metindir.
Rus reel politiğinde Rus Çarı I. Petro’nun vasiyetnamesi
Rus Çarı I. Petro’nun 1725 yılında yazdığı vasiyetnamesi, bir dönem gizli kalmışsa da 1738 yılında açıklanmıştır. Petro bir taraftan geleneğin bir aktörü iken bir taraftan da modern dönemlere izdüşüm bırakmış bir liderdir. Rus ulus devlet anlayışını var etmenin ötesinde bir tarihsel kehanet ortaya koymuş ve bu kehanet Rus ulusal ve uluslararası politiğinin gövdesini inşa etmiştir. Bir toplumsal söylem olmanın ötesinde Rus psikanalitiğini anlamak açısından çok önemlidir. Doğru aktörü bulduğunda toprak üstüne fışkıran bu politik söylemin bugün Putin ile tüm modern Avrupa söylemini delerek gün yüzüne çıktığı ortadadır. Belki de bu metni modern Avrupa söyleminin bir tezahürü olarak görmek gerekecektir. Zira Rus seçkinleri ve politik tarihsel hikâyesine girildiğinde ortada Avrupa’dan ayrı gayrı bir Rusya yoktur. Rusya, Avrupa’nın en has çocuğudur. Rusya, Avrupa’nın Asya’daki vahşi bir uzantısıdır. Belki de Çar’ın bu tarihi vasiyetini sadece bir ulusal metin olarak değil Avrupalı metni olarak okumak daha açıklayıcı olabilir. Yıllar önce ziyaret ettiğim Moskova Ulusal Müzesi’nde Rusya denen şeyin Avrupa olduğunu görmüştüm. O hâlde Petro’nun vasiyeti bir Avrupa metnidir. Kendi içinde bir rekabet ve güç kavgası gibi görülse de asıl çatışma alanını Türkler, Türkiye ve İslâm üzerine kurulduğu görülecektir. Dün ve bugün çevremizde yaşanan tüm çatışma alanlarındaki etkin Rus varlığı bunun bir tezahürüdür. Her ne kadar doğrudan savaştığımız uluslar üzerinden tarih kurgulanmış olsa da Türkistan, Kafkasya, Kırım, Karadeniz, Balkanlar ve Doğu Avrupa’daki ana muarız Ruslar’dır. Elbirliği ile gözlerimiz ve zihnimiz bu büyük gerçeğe kapatılmıştır. Bu tarihi gerçek ile ilgili olarak diplomatik çeşitliliğimiz yanında, bağımızı yeniden ve güçlü şekilde kurmak zorundayız. Yeni ve operasyonel gelecek projeksiyonumuz; dinamik ve gerçekçi bir idea inşa etmekle mümkün olur. Güçlü idea gerçeklikten beslenir. Sebep ve sonuç bütünlüğü zaman ve mekân aşarak kurulamazsa sürdürülebilir olmaz.
Rusya’nın tarihsel belleği diridir ve siyasi, askeri tutum bu bellek üzerinden yürümektedir. Putin’in Ukrayna saldırısı öncesinde dünyaya duyurduğu bu söylemin ipuçları çok güçlü şekilde Rus Çarı I. Petro'nun vasiyetnamesinde mevcuttur.
Bu vasiyetnamenin her bir maddesi; öncesi ve sonrası ile analiz edilecek olsa bir kitap konusudur. Bu yazımda temel amacım Rus politik hafızasını inşa eden metni paylaşmak ve özellikle Türklerle, Türkiye ile ilgili kısımlarının paylaşılması ve güncel olaylarla güçlü yapısal ilişkinin altını çizmektir. Özellikle Kafkasya ve İran’da yaşanan sürece dair Çar’ın tembihlerini hatırlatmak ve Müslüman dünyasının daha doğru bir vaziyet almasının gerekliliğini anlatmaktır. Bir bütün olarak açık kaynaklardan aldığım metni bütünselliği koparmamak amacıyla paylaşacağım. Bu metni okurken Putin tarafından dillendirilen söylemlerle arasındaki ilişki güçlü bir şekilde görülecektir.
"Bütün evlatlarım, birbirini takiben, Avrupa ülkelerinde hükümran olacaktır; zira Avrupa’nın gençliği ve hükümranları köhnemiş ve ihtiyarlamıştır. Fakat Rus Saltanatı inkişaf hâlindedir, biz bu inkişafı aklımızla bulduk. Gelecek nesillerimizin elinde bir “talimat” niteliğinde olsun diye “Vasiyetnamemi” aşağıdaki şekilde yazdım:
1- Rus devleti daima dengeli savaş şartları hazırlamalı ve bu hazırlığın Rusya’nın terakkisine sebep olması için çalışılmalıdır. Rusya’nın sürekli teyakkuz hâlinde ve saldırgan tutumu terakki arzusu yanında, dinamik varlığını sürdürmek üzere kullandığı bir stratejidir. Almanya ile birlikte Dünya Savaşı öncesindeki saldırganlığı yanında son 80 yıldaki davranışları bu talimat ile açıklanabilecek niteliktedir.
2- Savaş dönemlerinde Avrupa’dan mümkün olduğu kadar harp sergerdelerini; sulh zamanında ise ilim adamlarını Rusya’ya çekmelidir.
3- Avrupa ülkeleri arasında fitne-fesat türetmek, aralarında anlaşmazlıklar yaratmak ve bu işte onlardan biri ile iş birliği içinde olmak lazımdır. Özellikle Alman halkı arasındaki kaynaşma ve kargaşalarda faal bir yer tutmaya çalışmalıdır. Zira onlar bizimle hemhudut ve bize bitişiktir.
Bu öneri geniş bir alana yayılmış olan sonrada farklı ülkeler kuran Germen halkları ile ilgili bir durumdur. Hatırlanacağı üzere; çok farklı Germen halklar Roma ile yapılan savaşları kazanarak Roma’yı, kuzey duvarları önünde durdurmuşlardı. Geniş bir alana yayılarak pek çok devlet kurdular. Almanlar ile Ruslar arasında yoğun bir akrabalık ilişkisinin var olduğu bilinmelidir.
4- Polonya’da (Lehistan)kargaşa çıkarmalı, onların ileri gelenlerine cimrilik etmeden rüşvet verip güçlerini bozmalı, devlet işlerine darbe vurmalı, Moskova’dan asker götürüp orada yerleştirmeli. Eğer başka devletler bizim bu tedbirlerimize itiraz ederlerse “sus payı” olsun diye Polonya’ dan bir parça koparıp onlara da vermeli, iş tamam olduktan sonra ise o parçayı da geri almalı. Rus saltanatını muhkemleştirmelidir.
Bu madde sadece Polonya ile ilgili bir tanımlamayı aşacak cinstendir. Moskova’nın uzağında bulunan ve Rusya ile ebedi muarızlık ve çatışma içinde olan; etnik, tarihsel, politik ve mezhepsel Doğu Avrupa hattındaki ülkeler için geçerlidir. Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırgan tutumu tam olarak buradaki tanımlanmış süreç yönetimine uygundur. Putin Ukrayna Savaşı’nda atası Çar I. Petro’ya tam anlamı ile sadık kalmış ve geleneksel Rus Doğu Avrupa politikasını uygulamıştır.
5- İsveç ve Norveç ülkelerinde mümkün olduğu kadar bir dayanak mıntıkası elde etmelidir. Bunun için tedbirli olmakta fayda vardır. Onlar bize hücum ederlerse o zaman amaca ulaşmak için Danimarka’yı Norveç ve İsveç’ten ayırmalı ve nifak tohumları ekilmelidir. Onların valileri elimizde olursa, İsveç ve Norveç’in Danimarka’ya düşmanlık tohumu serpmelerini temin etmek daha kolay olacaktır.
Rusya Kuzey hattında Vikingler ile bir tarihsel bağa sahiptir. Knezler vasıtasıyla iç içe olan bu kültürel yakınlık bir iç içe geçme imkânı da var etmiştir. Bazı tarihsel tezler Rusların atalarının Slav değil Vikingler olduğunu da ifade etmektedir. Bu sebeple kuzey halkları ile Ruslar arasındaki ilişki oldukça eskidir. Kuzey Buz Denizi’ndeki askeri ve siyasi varlık açısından bu bölge her zaman hareketli olacaktır. Rusya’nın operasyonel bir vaziyet alması ile bu bölgedeki ülkelerin NATO’ya üyelik çabası içine girmeleri ve sahip oldukları imkânlara rağmen endişeye gark olmaları oldukça gerçekçidir, zira başlarına ne geleceğini bilmektedirler.
6- Rusya asilzadeleri daima Alman asilzadelerinden, nüfuzlu şahsiyetlerden, valilerden, rütbe sahiplerinden kız almayı unutmamalıdırlar. Zira onların bu şekildeki akrabalığı bize daima fayda sağlar. Bunu iki ülke arasında bazı şeylerin paylaşımında, gizlilik arz eden bilgilerin bilinmesinde faydalı olacağını söyleyebilirim.
Moskova Ulusal Müzes’inde bu akrabalık bağının ve iç içe geçmenin hangi noktalara ulaştığını görme fırsatı bulmuştum. Rus çarlarının büyük kısmının annesi Alman kökenli. Germenlerin bu kadar geniş bir alana yayılması açısından dikkat çekici bir durumdur. Güney Avrupa yerine Almanların seçilmesi, üzerinde uzun uzun çalışılması gereken bir konudur.
7- İngiliz hükümeti ile birlik olup temasları sıklaştırın. Çünkü ticarette ve devlet idaresinde bu bize faydalı olur. Ağır sanayide onlardan alacağımız malzemeler işimize çok yarayacaktır. Bunun dışında askeri alanda, gemi ve silah üretiminde birlikte hareket edilecektir.
İngiliz ve Ruslar arasındaki ilişki her zaman manidardır. Dikkat edileceği üzere İngilizlerle savaşmak ya da çatışmak yerine iş birliği tercih edilmiştir. Türkistan, Afganistan, Kafkasya, Azerbaycan, İran ve Türk toprakları konusunda Rusların ve İngilizlerin aynı anda saldırması ve işbirliği içinde hareket etmeleri dikkat çekicidir. Tüm çatışma alanlarımızda aynı anda İngiliz ve Ruslarla çatışmak zorunda kalmamız manidardır. Bu sebeple İngiliz ve Rus ilişkisi her zaman dikkatle takip edilmelidir. Daha büyük yapısal krizlerde Rusya ve İngiltere arasındaki titiz ilişki dikkatle izlenmelidir. Ukrayna Savaşı’nda İngiltere’nin aldığı pasif tutumun arkasında hassas tarihsel ilişki ve iki ülkenin derin devlet ilişkisi bulunmaktadır.
8- Rusya devletinin hududu Avrupa’nın şimalinden Baltık Denizi’ne, güneyde ise Karadeniz’e kadar olmalıdır. Bu durumu korumak ve Rus serhaddini genişletmek evlatlarımın vazifeleridir.
Rusya’nın Karadeniz bölgesinde farklı ulus devlet oluşumlarına rağmen bölgede kriz çıkartma gayret ve motivasyonu milli meselesidir. Bu tarihsel müktesebata uygun şekilde hareket etmekte ve Karadeniz’e sınır olan ülke ve topluluklar arasında sürekli kargaşa çıkartarak hâkimiyetini sürdürmektedir. O hâlde Karadeniz’in istikrara kavuşmasının yolu ve stratejisi bellidir. Çar’ın bu maddeden hemen sonra İstanbul’u gündem yapacağını tahmin etmek zor değildir. Osmanlı ile titiz ilişkisini sürdüren Çarlık Rusya’sı İstanbul’u hayallerinin başına yazmıştır. Moldova, Romanya ve özellikle Bulgaristan siyasetinde tembihlere uyarak aktif olma yolunu seçmiştir.
9- Rusya devletini, dünya devleti yapabilmek için onun başkentinin, Asya ve Avrupa hazinelerinin anahtarı olan İstanbul olması lazımdır. Acele ve noksansız olarak çalışıp İstanbul’un batı topraklarına sahip olmak gerekir. Şüphesiz ki İstanbul’a sahip olan padişah, âlemde padişahlar padişahı olacaktır.
Bu maksadın hedefine ulaşabilmesi için daima Türkiye ile İran arasına fitne-fesat tohumları ekmeli, kavga ve savaş çıkarılmalıdır. Bu iş için Sünni ve Şii mezhepleri arasındaki ihtilaflar, en keskin silah ve yenilmez ordudur. Rusya’nın nüfuzunu Asya’da yaymak için Sünni-Şii ihtilafları en iyi vasıtadır. Türkiye ile İran arasındaki muvazeneyi öyle bozmak lazımdır ki (fitne-fesatla) onlar birbirleri ile hiçbir zaman anlaşamasınlar. Hem İran hem de Türkiye’nin Avrupa halkları ile temas etmesine imkân vermemeli. Eğer bu ülkelerin Müslümanları, gözlerini açıp hukuklarını anlayacak olurlarsa, o bize büyük bela olacaktır.
Hem Türkiye’nin hem de İran’ın din adamlarını elde etmek ve onlar vasıtası ile Sünni-Şii ihtilaflarını kızıştırmak lazımdır. İslâm akidesini Asya’dan uzaklaştırmak, Hristiyan dini akidesini ve medeniyetini oralarda ciddi bir şekilde tebliğ etmek ve yaymak zaruridir.
Bu oldukça kritik başlık son yüz elli yıllık hikâyeyi önümüze açıkça koymaktadır. Hiçbir tevil ve açıklamaya izah bırakmayacak vaziyette Asya’nın iki güçlü ülkesi arasındaki fesadın arkasındaki aktörleri göstermektedir. Son dönemde artan Sünni-Şii ihtilafının Batılı güçler eliyle Müslümanları bölmek için kullanılan elverişli bir aparat olduğu kesinlikle Müslümanlar tarafından fark edilmek zorundadır. Çar I. Petro bilgece bir ustalık içinde kendi şartları içinde teopolitik ve sosyolojik fotoğrafı çekmiş ve ortaya koymuştur. Osmanlı Devleti’nin Safeviler, Afşarlar ve Kaçarlarla arasında devam eden çatışma ve mezhep temelli gerginliği yakinen takip ederek bu hassas konuya hâkim olduğu gözlemlenmektedir. Bugünde Rusların İran ve Türkiye arasındaki hassas süreçte kritik rol üstlenmeleri bu süreci yakinen takip etmeleri ve bu talimata uygun davranmaları sebebiyledir.
Vasiyetnamenin bundan sonraki kısmına Gizlilik ibaresi konmuştur.
Bizim âlimlerimizin bugüne kadar devlet işlerine müdahale etmesi, Rusya Devleti’nin terakkisine mâni olmuştur. Ben kendi salahiyet ve istiklalimi kullanarak, onları devlet işlerinden uzaklaştırdım. Ruhanilerin devlet işlerine müdahale etmelerini reddettim, şimdi onlar sıradan birileri gibi elleri ve kolları bağlı kalmıştır. Ben bunu çok büyük bir riski göze alarak yaptım. Ruhanilerin devlet ve millet işlerinden ellerini çekip yetkilerini kiliselerde yalnız dini görev yapmakla sınırlandırdım.
Bunlara ilaveten, çeşitli tedbirler de almak lazımdır ki İran ülkesi her geçen gün biraz daha parasız pulsuz ve ticaretsiz kalsın. Hülasa İran’ı daima gerilemeye sevk etmeli, bağlı durumda tutmalı ki Rusya Devleti onu istediği zaman zahmetsiz bir şekilde öldürmeğe kadir olsun. Ama Türkiye Devleti mahvolmadan İran’ın canını almanız tavsiye edilmez.
Gürcistan ülkesi, Kafkasya hattının yani İran’ın şah damarıdır. Eğer Rusya’nın tesellüd neşteri o damara yetişecek olursa o zaman kalbinden zayıf kanı akacak ve onu öyle hâlsiz edecektir ki bin Eflatun dirilip gelse dahi onu ıslah edip sağlığına kavuşturamaz. O zaman İran ülkesi Rusya çarlarına deve gibi muti olacaktır. Ve Türkiye’nin son alevi de sönecektir.
Vasiyetnamenin bu kısmı oldukça hassastır. Gürcistan olarak tanımlanan bölge Ermenilerin işgal ettiği bölgeleri de içine almaktadır. Bugün bir kısmı işgal edilmiş olan bu toprakların (Karabağ, Zengezur yanında Nahcivan, Tiflis, Batum ve Tebriz’in) ne kadar hassas bir konumda olduğunun açık itirafıdır. Bu bölgedeki dolaylı Rus hâkimiyeti İran’ı hareketsiz bırakacaktır. Rusya’nın bölgeyi yakinen takibe alması ve bölgede ortaya koyduğu davranışlar, Çar tarafından öğütlenen davranışlardır. Bölgede oluşturduğu dolaylı hâkimiyet ile bölgenin istikrarını bozmakla kalmamış, İran’ı ve Ermenistan’ı kendine muti kılmıştır. Kaos, belirsizlik ve çatışma içinde bırakılmış olan Güney Kafkasya aslında bölgesel ve tarihsel bir kırılma noktasıdır. Karabağ zaferi ve Zengezur koridorunun açılmaması için Ermenistan ve Rusya’nın kader birliği yapması anlaşılırken, İran’ın kendini Rusya’ya muhtaç bırakan hâli anlaşılabilir değildir. Fars ulus devletinin bir tehdit olarak gördüğü Türk koridorunun oluşmaması için Rusya’ya müzahir ve mecbur bir politika içinde olması bizim açımızdan anlaşılabilir bir durum değildir.
Bu kadar güçlü ve tarihsel bir alt metne rağmen düşmanımın düşmanı mantığı içinde İran’ın Rusya’ya sarılması oldukça manidar ve trajikomiktir. Kaçkarlar’dan itibaren yaygın hâle gelen ve Pehleviler döneminde ve bugün de devam eden Rusya’ya sığınma refleksinden kurtulması, İran için en büyük dileğimizdir. Yoksa bu çarpık ilişki biçimi İran’ı yok edecek bir ilişki biçimidir. Rusya’nın âli menfaatleri ile desteklediği Ermenistan’a can kardeşliği yapmak; tarihsel gerçekler, dini hassasiyetler yanında İslâm kardeşliğine asla uygun değildir. Kendi toplumuna da anlatmakta zorlandığı bu saçma ilişki İran’ın sonunu getirecektir.
Bugün bölgede yaşanan süreci açıkça ortaya koyan vasiyetnamenin tam tersini var etmek ve canlandırmak milli mefkûremiz olmak zorundadır.
Maddi ihtiyaçlar bölgesi olan Türkiye’nin işini bitirdikten sonra, İran’ı zorluk çekmeden mahvetmek ve başını kesmek mümkündür. Bunun için de siz, zaman kaybetmeden Gürcistan’ı ve Kafkasya’yı zaptedip, İran’ın içte dahili dehalarını kendinize hadim ve muti edeceksiniz. Böylece Avrupa’nın zenginliği ayağınıza gelecektir.
Ondan sonra Hindistan’ı hedef almalıdır. O memleket çok büyük ve geniş bir ticaret bölgesidir. Orayı ele geçirdiğiniz taktirde, İngiltere vasıtası ile elde edilen gelir evvelkinden çok, Hindistan’dan ihraç olunacaktır.
Türkistan; Hindistan’ın anahtarı Türkiye’nin payitahtıdır. Gidebildiğiniz kadar Kırgız, Hive ve Buhara sahraları tarafından ilerleyin ki hedefiniz size yaklaşmış olsun. Zaman kayıp etmeyin, aynı zamanda telaş ve acele etmekten imtina edin.
Türkiye ve Türkistan arasında kurulan illiyet, bugün Türkiye’deki pek çok insanın kurmayı beceremediği bir tarihi hakikattir. Temeli itibariyle Türkistan mezalimi ağırlıklı olarak Çin üzerinden algılanır ve tanımlanır. Henüz Çin’in Maocu iktidarının olmadığı ve Türkistan’ın İslâm devletlerinin elinde olduğu bir dönemde Çar, Türkistan’a bir kader çizmiş ve kendisinden sonra gelenler de bunu harfiyen uygulamışlardır. Çin’den başka Türkistan, Ruslar ve İngilizlerle mücadele etmek zorunda kalmıştır. Bu büyük hakikati bize vasiyetnamesi ile Çar I. Petro hatırlatmaktadır. Bugün Batı Türkistan’da devam eden Rus baskısının ipuçları Çar’ın vasiyetnamesinde yazılıdır. Türkistan ve Türkiye arasındaki tarihi bağı ifade etmek için kullanılan payitaht ifadesi de çok dikkat çekicidir.
Avusturya devleti ile zahiren dost olmalı. Fakat öyle bir tedbir almalı ki Almanya ve Avusturya gitgide güçlerini kaybetsinler.
Türkiye’yi Avrupa’dan ayırmalı (uzaklaştırmalı) ve bu iş birliğinden Avusturya da fayda temin etmeli. Bu işte iki yol var: Biri Avusturya’yı başka bir yerde meşgul etmek; diğeri de Avusturya’ya Türkiye topraklarından öyle bir parça vermeli ki bilahare onun Avusturya’dan geri alınması kolay olsun.
10- Yunanlılara sulh ve dostlukla muamele etmeli, savaş zamanı onlar size mutlaka yardım ederler.
Bu madde oldukça ilginç bir maddedir. Henüz Rum toplumunun ayrı bir devlet olmadığı 1821 Yunan isyanlarının ve katliamlarının başlamadığı bir dönem olmasına rağmen, Rum ahalinin Osmanlı topraklarında huzur içinde yaşadığı bir dönemde olmasına rağmen böyle bir tanımlama yapılmış olması çok dikkat çekicidir. Bu bilgiler ciddi bir alan bilgisi ve hâkimiyeti yanında, Rus ve Yunan toplumları arasındaki bağa ve istihbari hazırlık sürecine dalalet eder. Navarin’de Osmanlı donanmasının yakılması, Osmanlı tarihi için bir kırılma olmanın ötesinde Yunanistan’a Ruslar tarafından yapılmış büyük bir ihsan olmuştur. İngiltere ve Fransa’dan daha atak bir çaba ile hareket eden Ruslar, Çar I. Petro’nun ölümünden tam yüz yıl sonra Yunanistan’a tam da vasiyette yazdığı gibi bir devlet hediye etmişlerdir. O hâlde, bugün ABD ve Fransa ile birlikte hareket eden Yunanistan’ın Ruslarla olan ilişkisi de dikkatle izlenmelidir. ABD destekli bir görünüm içinde olan Yunanistan’ın bu bağlamda Rusya ile olan tarihi bağının bugüne olan yansımaları konusunda çok titiz olunmalıdır. Kilise tartışmalarına rağmen Ortodoks kardeşlik bağının da bu ilişki biçimindeki yeri gözden ırak tutulmamalıdır.
11- İsveç, Norveç, Türkiye, İran ve Polonya’yı istila ettikten sonra İtalya ve Fransa ile müttefik olup temas kurun. Eğer onlardan hiç birisi dostluğumuzu kabul etmezse, o zaman bir fırsatını bularak o yer ve ülkeleri mahvediniz. Bu yerleri ele geçirdikten sonra dünya hâkimi olursunuz.
Dikkat çekici bir şekilde Rusya’nın İran hariç olmak üzere İsveç, Norveç, Türkiye ve geniş anlamda Lehlerin (Polonya, Macaristan, Ukrayna) yaşadığı bölgelerle ilişkisi bugün de iyi değildir. Bu tarihsel ayrışma ve kopuşun izlerinin sürdürülmesi ve bu ülkelerin yakın takip edilmesi anlamlı olacaktır. Fransa ve İtalya ile olan ilişki dönem şartları yanında sonradan Napolyon’un 1812 yılındaki Rusya Seferi ile Çar’ın öngördüğü bir çatışma olarak tezahür etmiştir. Bu tarihi sefer sonunda ordusunun bir kısmını kaybeden Napolyon için düşüş dönemi fiilen başlamıştır. Vasiyetnamenin satır aralarında İtalya ve Fransa ile Rusya arasında tarihi rekabetin izleri görülmektedir.
12- Eğer yukarıda belirtilen ülkelerden herhangi birisi muharebeyi kabul etmezse, öyle bir tedbir almak gerekir ki bu iki hükümetin (İtalya ve Fransa) arasında fitne-fesat yaratabilsin. Bu suretle zamanla onlardan biri ortadan kalkarak harap olacaktır. Geri kalan hükümetleri talan edip zahmet çekmeden bütün Avrupa üzerinde hükümranlık kurarsınız. İşin sonunda diğer ülkelerin hepsini kendi memleketinize ilhak edip bütün dünyaya sahip olursunuz."(Elturanurnalı,1993:33-35; Mustafayev,2009:369-371)
Sonuç yerine…….
Ülkelerin politik tutumlarında tarihsel hafıza oldukça belirleyici olabilir. Rusya kendine has dinamik bir dış politika ortaya koyarak tüm sert güç unsurlarını seferber etmektedir. Batı dünyasının kendi içinde savaşmazlık anlaşması ilan ettiği ve uluslararası kuruluşlar eliyle bunu tahkim ettiği bir dönemde uygarlık içi bir çatışma başlamıştır. Kendi dışındaki medeniyet alanlarında çıkan savaş ve çatışmalarda klasik ezberini ve konforunu bozmayan Batı, hala bu travmatik savaşı anlam dünyasında bir yere oturtamamış ve bu savaşın gerekçelerini Putin’in psikolojik dünyasında aramaktadır.
Ukrayna Savaşı yanında, dünyanın dört bir tarafında devam eden savaş ve işgaller ve sert politik iklim Putin, Trump ya da Biden’in kişilik özellikleri etrafında açıklanamaz. Bu, medeniyetler arasında bir savaş ve yeni paylaşım planıdır.
Rusya’nın tarihsel belleği diridir ve siyasi, askeri tutum bu bellek üzerinden yürümektedir. Putin’in Ukrayna saldırısı öncesinde dünyaya duyurduğu bu söylemin ipuçları çok güçlü şekilde Rus Çarı I. Petro'nun vasiyetnamesinde mevcuttur. Dikkatle incelendiğinde diğer bölgesel tutumların, algı, perspektif ve paradigmaya esas oluşturan pek çok değer noktası da Çar I. Petro’nun çağları aşan vasiyetnamesinde gizlidir.
Bu vasiyetnamenin her bir maddesi; öncesi ve sonrası ile analiz edilecek olsa bir kitap konusudur. Bu yazımda temel amacım Rus politik hafızasını inşa eden metni paylaşmak, özellikle Türklerle ve Türkiye ile ilgili kısımlarının paylaşılması ve güncel olaylarla güçlü yapısal ilişkinin altını çizmektir. Özellikle Kafkasya ve İran’da yaşanan sürece dair Çar’ın tembihlerini hatırlatmak ve Müslüman dünyasının daha doğru bir vaziyet almasının gerekliliğini vurgulamaktır.
İsmail Mansur Özdemir