Öykücü Ahmet Karacan’ın öncülüğünde geçtiğimiz 12 Kasım akşamı Gaziantep’te bir araya gelen Işık Yanar ve Gökçe Bezirgân Parlakyıldız, geleneksel anlatıdan popüler edebiyata ve edebiyatta kalıcı olmaya kadar geniş bir yelpazede edebiyat meraklısı gençlerle keyifli bir söyleşi gerçekleştirdiler.

Moderatörlüğünü Ahmet Karacan’ın yaptığı söyleşide Karacan, kültürümüzde geleneksel anlatıların çok yaygın ve köklü olduğunu, bu bağlamda modern edebiyatın böyle güçlü bir zemin üzerinde yükseldiğini belirterek şunları söyledi: “Bir Afrika kabilesinde kadınlar hamile kaldıklarını anlayınca, kabileden ayrılır ve ormana çekilirlermiş. Bu inziva döneminde kendilerine bir ilham gelmesini bekler, o ilham gelince de çocuğu için bir şarkı söylermiş. O şarkı çocuğun şarkısı olur, doğumunda, düğününde ve öldüğü zaman okunurmuş. Yazarların yaptığı, o Afrikalı kadınların hayatın melodisini arayışından çok da farklı değil. Biz de kendi şarkımızı arıyoruz. Bu arayış bazen şiirle, bazen resimle, bazen de roman yazarak oluyor. Okuma yazmayı öğrenen herkes, bunları bir şekilde günlük hayatında kullanıyor. Yazar içinse okuma ve yazma onun hayatının bir parçası haline geliyor. Yazar bu noktada tarihe not düşüyor.”

Romancı Işık Yanar ise sözlü kültürden yazılı kültüre geçişin çok güçlü olmadığını belirterek, yazının sürekliliğinde sıkıntılar olduğunu, Türklerin şu ana kadar beş alfabe değiştirmesinin bu olumsuz durumda etkisinin olduğunu söyledi. Işık Yanar konuşmasına şöyle devam etti: “Çocukluğumda atari salonlarına gider, bisikletle dolaşırdım sabahtan akşama kadar. Evde eski bir televizyonumuz vardı. Bir gün o bozuldu ve sadece TRT 1’i göstermeye başladı. Yine de izlemekten vazgeçmedik. Nihayet tamamen bozuldu ve televizyonsuz kaldık. İşte ben o zaman annemin kitaplarını keşfettim. Çoğu annemin gençliğine ait popüler romanlardı ama o kitaplar bana bildiğimizden başka bir dünyanın olduğunu gösterdi. Benim bakış açımın değişmesini sağladı o romanlar. Sonrasında daha kaliteli kitaplara açılan bir kapı oldular. Ben o günden sonra tam on üç yıl televizyon izlemedim.

Roman okumayı bir toplumun tarihini okumak eş görüyorum. Yazarın tanıklığı bir yerde topluma tanıklığıdır. Mobi Dick’te sayfalar boyunca yazar denizciliği, balinaları ve balina avcılığını anlatır. Bizde de Ahmet Mithat toplumun okuyarak öğrenmesi için romanlar yazmış, ama istenen derinliği yakalayamamıştır. Cumhuriyet tarihini 1923’te itibaren dönemin romanlarıyla birlikte okuyabilirsiniz mesela. Bu, yazarın topluma tanıklığını gösterir.”

2012 Yaşar Nabi Öykü Ödülü sahibi öykücü Gökçe Bezirgân Parlakyıldız ise, kendisine ayrılan bölümde, yazarken mesaj verme kaygısı gütmediğini, aksine sıradan insanların, toplum tarafından görünmeyen dışlanmış kişilerin sorunlarına değinmeyi tercih ettiğini belirtti: “Edebiyatımızda 70’ler 80’lerden sonra yazarlar iyice kendi içlerine dönüyorlar. Kendi derdimizi o kadar çok anlatır hale geldik ki öykünün denemeye doğru yaklaştığına şahit oluyoruz. Bence bir yazarın muhakkak bir derdi olmalı. İyi kitaplar insana farklı bir bakış açısı kazandırıyor ve sıradan insanlarla ilgilenmeye başlıyorsunuz. Yazarlığın yetenek tarafı var ama hayata bakışımız zenginleştikçe kaleminiz güçleniyor. Ben çocukluğumda çok fazla kitap okumadım. Ama elimde hep kalem kağıt oldu. İçimde sürekli yazmak, bir şeyleri anlatmak ihtiyacı vardı. Kafka’nın Dönüşüm’ünü, Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ını okuduktan sonra dünyaya ve yazıya bakışım değişti.”

Katılımcılara müzik dinletisinin de sunulduğu etkinlik, keyifli bir sohbet havasında geçen soru cevap bölümünden sonra yazarların kitaplarını imzalaması ile sona erdi.

 

Muhammet Erdevir haber verdi