Bir şair bir şairi anlatırken neler hisseder? Ya da bir şair diğer bir şaire mektup yazarken aklından geçenler nelerdir? Ziya Osman Saba’nın Cahit Sıtkı’ya, Bilge Karasu’nun Haluk Aker’e, İsmet Özel’in Ataol Behramoğlu’na yazdıkları okunduğu vakit görülecektir ki, aynı ruh kamaşmasının sayfalar boyunca okuyucuyu çıldırtacak denli kıskançlıklara garkettiği saf yürekler çarpmaktadır satır aralarında. Satır aralarında duyduğumuz tek şey, hele de şairin ölümünden sonra ‘bakkal eline düşmeksizin kurtarılan şiirler’den bahsetmek kadar ‘hüzün ve tesadüf’ yüklüdür. Çünkü şairlerin kaderindeki yazgı, yalnızlığın pişmanlıklar eşliğinde bulaşıcı bir hastalık olduğu gerçeğini görmelerinden sonra asıl rengini ortaya koyuyor.

Şu sıralar bir Cahit Zarifoğlu kitabını okuyorum: Rilke’nin Romanında Motifler. Şairin, bir başka ünlü şair Rainer Maria Rilke üzerine yıllar sonra okuyucuyla buluşan ‘tez’i, Alman şairin tek romanı Malte Laudrids Brigge’nin Notları üzerine bir inceleme. Cahit Zarifoğlu üniversite yıllarında, Rainer Maria Rilke’den henüz haberdar değilken, şiirden anlayan birkaç arkadaşının onun gibi yazdığını söylemeleri üzerine, o merakla bitirme tezi olarak Rilke’nin tek romanı olan Malte Laudrids Brigge’nin Notları’nı inceler. 1971 yılında İstanbul Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezuniyet tezi olarak seçtiği şairin romanı maalesef kurul tarafından reddedilir. Bu kez dipnotlarla zenginleştirdiği teze bir de bibliyografya ekler ve tekrar sunar kurula. Tez bu defa kabul edilir.

Onların uyandıkları gerçeğe hiçbirimiz henüz hazır değiliz

Zarifoğlu, Beyan Yayınları’ndan çıkan bu kitabında beş başlık altında incelemiş bu romanı: ‘Paris ya da Şehir’, ‘Büyük Şehir Korkusu’, ‘Saf Korku’, ‘Var Olmama Hissi’, ‘Ölüm’… Bir şair duyarlığıyla yaklaştığı esere, Rilke’nin kişiliği ve şiirlerinin rengi dolayımında bir yaklaşım gösterir. Otobiyografik bir roman olan Malte Laudrids Brigge’nin Notları, roman kahramanı Malte ile kendi hayatının kıyılarında dolaşan şair Rilke’nin ölüm babında anlattıkları ve düşündükleri ve Zarifoğlu’nun İslâm’ın hikmet dolu varlığını sıradan bir mistik görüşe tercih etmesi elbette şairliğinden evvel Müslüman oluşundan mütevellit bir olgudur. Bununla birlikte Paris, büyük şehir korkusu, varlığın mahiyeti sıralamasında derinlikli bir felsefi çözümlemeye girişen şair Rilke, yer yer psikanalizin konuları arasında yer bulan ayrıntılara da yer veriyor kahramanının hayatında.

Bir şairin hayatında bütünlüklü olan hiçbir şey yoktur aslında. Onun dünyayı değiştirmek gibi pek lüks snoblukları da yoktur. Var olan sadece şairin ölümle arasında kurduğu seyyar köprüdür. Ne Rilke’nin, ne Zarifoğlu’nun ve ne de kitabı Almanca’dan Türkçe’ye daha önce çevirmiş bir başka şair Behçet Necatigil’in uyandıkları gerçeğe hiçbirimiz henüz hazır değiliz. Şairler arasında var olduğunu düşündüğüm bir çeşit telepati ya da adına ne denirse densin frekans tanışıklığı dolayısıyla öyle inanıyorum ki dünya, ölümle daha da güzel bir çehre kazanmaktadır.

Arif Akçalı yazdı