Fransa’da Katolik bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen René Guéenon (1886-1951) 20. yüzyıla damgasını vurmuş büyük düşünürlerden biri. Felsefe ve matematik alanındaki çalışmaları, eşsiz bir hafıza ve dile kabiliyeti sebebiyle çağın dâhileri arasına giren Guénon, ünlü Fransız ressam Gustav Ageli vasıtasıyla 1912’de İslam ile tanışır. Müslüman olduktan sonra Mısır’a gider ve Şazeliye şeyhlerinden Abdurrahman Eliş el-Kebir'e intisap eder. Artık Abdülvahid Yahya’dır.

Ülkemizde daha çok Modern Dünyanın Bunalımı kitabıyla tanınan René Guénon, Müslüman olduktan sonra ilmi çalışmalarını sürdürür ve içinden çıktığı modern Avrupa medeniyetine esaslı ve tutarlı eleştiriler getirir. Batı’nın askeri ve ekonomik gücü karşında dağılmış, parçalanmış, sınırları değişmiş; yine Avrupa’nın bilim ve teknolojide yakaladığı seviye karşısında afallamış, öz güvenini kaybetmiş olan İslam dünyasının, kendi değerleri ile modern medeniyetin dayattığı dünya görüşü arasında büyük bir ikileme düştüğü bir sırada Abdülvahid Yahya’nın sesi umudu müjdeleyen bir işaret fişeği gibidir.

René Guénon Modern Dünyanın Bunalımı kitabında karşımızdaki dağın, heybetli olmakla birlikte, aşılmaz olmadığını, zaaflarını, insanlık tarihinde türümüz adına nerede durduğunu sistematik bir şekilde ortaya koyar. Bu sebeple İslam dünyasının genelinde olduğu gibi Türkiye’de de ufuk açıcı bir işlev görmüştür kitap.

Modern Dünyanın Bunalımı ile üniversite yıllarımda tanışsam da bir türlü ünsiyet kuramamış ve her seferinde yarıda bırakmıştım. Bunda elbette felsefe-bilim tarihine ve İslami ilimlere ve tasavvufi düşüncesine vakıf olmamam da etkiliydi, fakat geriye dönüp baktığımda çevirilerin de sorunlu olduğunu görüyorum. Özellikle Mustafa Tahralı Hoca’nın Kubbealtı Yayınlarından çıkan son kitabı ’ını okuduktan sonra büyük mütefekkir Abdülvahid Yahya’nın eserlerindeki kavram ve ıstılahların çevirilerde yerli yerine oturmadığını anladım.

Bir giriş kitabı

Bu açıdan Mustafa Tahralı’nın kaleme aldığı bu kıymetli çalışmanın René Guénon okumak ve onun düşüncesini anlamak isteyenler için bir giriş kitabı mahiyetinde olduğunu vurgulamak isterim.  Hoca kitabına kendisinin Guénon ve düşüncesiyle tanışma macerasıyla başlıyor. Abdülvahid Yahya’nın hayatı ve eserleri hakkında bilgiler verdikten sonra Modern Dünyanın Bunalımı kitabının mükellef bir özetini sunuyor. Bunun dışında kitapta Guénon’un yayınlanmamış makale ve yazıları yer alıyor. Yine İsmail Kara Hoca’nın René Guénon düşüncesi üzerine Mustafa Tahralı ile yaptığı söyleşi de küçük bir Guénon kavramları sözlüğü mesabesinde. Her şey yerli yerine oturuyor.

Kitapta dikkat çekici bölümlerden biri yazarın, Abdülvahid Yahya’nın düşüncesinde tasavvuf ile mistisizmin farklarına ayrılmış. İslam dünyasında düşülen yanlışlardan birinin, oryantalist literatürün etkisi ve belki de tahakkümüyle, kendi dünyamızı Batılı kavramlarla açıklamak olduğunu vurguluyor Guénon. Tasavvuf kelimesi de bu kıyımdan payını alan kavramlardan biri: “İngiliz oryantalist Reynold A. Nicholson’un (ö. 1945) tasavvuf kelimesini mistisizm ile tercüme etmesinden itibaren Batı’da İslam tasavvufu özü itibariyle mistik bir şey olarak ele alınmıştır.”

Kendi medeniyetimizi Batılılardan öğrenmek, onların gözünden tanımak zorunda kaldığımız için bu ülkemizde de kabul görmüştür. Tasavvuf yerine mistisizm kavramı rahatlıkla kullanılmakta.  Oysa, “Malum olduğu üzere her dil onu konuşan halkın zihniyetine adapte olmaktadır” diyen Guénon’a göre tasavvufun mistisizm ile uzlaşmasına imkan yoktur. Üstelik mistisizm hususiyetleri itibariyle tamamen Batı’ya ve Hıristiyanlığa aittir.

Tasavvuf ile mistisizm arasındaki farklar

Peki, tasavvuf ile mistisizm arasındaki fark nedir? Mustafa Tahralı Hoca, Guénon düşüncesinden ve eserlerinden hareketle tasavvuf ile mistisizm arasındaki farkları madde madde sıralamış bizim için.

1. Mistisizmi karakterize eden iki şey vardır: pasiflik ve metot yokluğu. Mistisizm pasif, tasavvuf aktiftir. Mistisizmde kişi kendine gelen şeyi (keşf ve ilham) sadece kabul etmek durumundadır. Herhangi bir çalışmaya veya gayrete ihtiyaç yoktur. Kişinin mistik olması için istidat yeterlidir. Tasavvufi tarikte ise her şeyin tahkik ve tahakkuku için teşebbüs ve gayret şarttır. İstidat tek başına yeterli değildir. Bu ferdin kendi imkânlarını aşmak hududuna kadar ulaşır.

Mistisizmdeki metot yoksunluğu da onu tasavvuftan ayırır. Kişi için asıl tehlike de buradadır Guénon’a göre. İnsanın bu tesirler arasında bir tefrik yapabileceği doktriner bir hazırlığı ve bilgisi yoktur.

2. Tasavvufta insanın kendi kendine bir tarikata intisap etmesi imkânsızdır. Sülûk ancak bir şeyh vasıtasıyla başlar. Tarikata intisap ayrıca tasavvufun ilk şartıdır. Kişinin niyetinin halis olmasının yanında kabul edilmiş olması da gerekir. Mistisizmde ise ne şeyh ne de intisap edilecek nizami bir tarikat vardır. Bu sebeple gerçek mistisizmi sahtesinden ayırt etmek de imkânsızdır.

3. Mistisizmde bir silsile olmamasına rağmen bütün tasavvufi öğretilerde kesiksiz bir silsile vardır ve bu şarttır. Buna büyük ehemmiyet verilir. Bu silsile son noktada beşeri aşar Hz. Peygambere (sav) ve Hz. Cebrail’e (as) ulaşır.

4. Tasavvufta doktrin ve şifahi bir öğretim vardır ve bunlar müride şeyh vasıtasıyla verilir (sohbet). Şeyh, mürşittir, yol göstericidir ve müridin manevi gelişmesini kontrol eder. Ama çalışmayı mürit yapar. Neticeyi de kendi çabasıyla elde eder. Mistisizmde ise mürşit tarafından verilen doktriner bir eğitim yoktur. Bu sebeple terbiye edici ve geliştirici bir eğitim de söz konusu değildir.

5. Tasavvufta intisap birbirini takip eden üç aşamada gerçekleşir. İstidat, manevi feyzin verilmesi, şeyh, zikir ve riyazet gibi yardımcı unsurlar. Mistisizmde böyle bir kademe yoktur istidat tek başına yeterlidir.

6. Tasavvufta her tarikatın hususi bir “teknik”i, yani adab ve usulü vardır. Tarikata girecek kişiler de bunlara göre belirlenir. Herkes kendi meşrebine uygun bir tarik bulmak zorundadır. Buna benzer bir uygulama mistisizmde yoktur.

7. Tasavvufta tarikatlar tarafından tespit edilmiş belli bir ezkâr ve evrâd bulunması onu mistisizmden ayıran temel farklardan biridir. Bazı ibadetler olsa da mistisizmde bu tarz ritüeller yoktur.

8. Mistikler bazı ibadet ve dualarla, İslam tasavvufundaki tabirle, ancak “ilme’l-yakîn” derecesine yükselebilirler. Oysa tasavvuf ehli gayretleriyle “ayne’l-yakîn” derecesini de geçerek “Hakka’l-yakîn”e yükselebilir. Mistikler gaye olarak daima selameti, yani cennete girebilmeyi hedef alırlar. Tasavvuf ehli için gaye vuslattır.

9. Her tasavvufi çalışma özü itibariyle derunîdir, yani içe dönüktür. Mistik haller ise bunun aksine kendinden çıkış ile alakalıdır. Tasavvufi hal ve makamlar, mistik haller gibi niçin ve nasıl olduğu bilinmeksizin ulaşılan durumlar değildir. Bilakis müspet ilmi kanunlara ve sağlam teknik kaidelere dayanmaktadırlar.

10. Tasavvufta her konuda bir hiyerarşi vardır. Her salik sahip olduğu manevi bilgi ve dereceye göre bir yer işgal eder. Mistisizmde böyle bir hiyerarşi yoktur.

11. Mistiklerde ıstırap bir nevi itiyat haline gelmiştir ve bu hal mistisizmde büyük ehemmiyet arz eder. Tasavvufta ıstırabın hiç bir ehemmiyeti yoktur.

Mustafa Tahralı,  Çağ ve Hakikat René Guénon’dan Seçme Makâleler ve Yorumlar, Kubbealtı Yayınları.

Munise Şimşek