Fazıl Baş yıllardır, yani neredeyse on yıldır Fayrap dergisinde şiir ve eleştiri yazıları yayımlıyor. Onun da öncesi var: Atlılar dergisinin ikinci dönemi. Orada da çok cevval, üretken ve dikkat çekiciydi. Sanırım bir şiir, bir de eleştiri dosyası, kitaplaştırılmak üzere hazır. Kendisi 1982 doğumlu. Yıldız Teknik Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olarak çalışıyor. Onunla Ramazan ayını, bu mübarek ayda neler yaptığını konuştuk.
Ramazan nasıl geçiyor? 2015 Ramazan'ının öncekilerden bir farkı var mı?
Sevincini dışarıya çok yansıtan biri olmasam da, Ramazan geldiğinde beni de içten içe bir sevinç buluyor. Yani ne olursa olsun arka planda bu işliyor. Ramazan’ın Müslümanın hayatını tamamen kuşatmasını, bizi bir araya getirmesini seviyorum. Yalnız manevi olarak değil, iftarda sahurda namazda bir araya gelmekten söz ediyorum. Ya da sadece karım ve kızımla da olsa, hayatımızın her anını yeniden düzenliyoruz. O yüzden bizleri Ramazan’a erdiren Allah’a ne kadar şükretsek az.
Her Ramazan’ın şüphesiz ayrı bir havası oluyor. Biraz kendi halin ile Ramazan’ın buluşmasından doğan bir hava o. Her ne kadar haberleri vs. izliyor olsam da dünya telaşesine Ramazan’da mesafe koymuş gibi hissediyorum. Oruç süresinin uzun olması da zorluyor tabii. Yorgunluk, iftar sabırsızlığı… Ama bereketini de hissediyoruz çok şükür.
Ramazan ayında neler okursun? Bir planın veya listen var mı? Yoksa rastgele eline aldığın bir kitaba yoğunlaşmayı mı tercih edersin? Yoksa okuduğun herhangi bir kitap yok mu? Bugünlerde hangi kitaplarla meşgulsün?
Ramazan geldiğinde insan illa ki Kuran’a yöneliyor. Hem yüzünden hem mealinden okumak anlamında. Yine hadisler ve siyer okumak da buna dahil. Bu Ramazan olmasa da siyer okumayı ayrıca seviyorum. Ama bunlar dışında Ramazan’a özel bir okuma listem yok. Arada başka kitaplara yönelsem de daha çok uzun dönemli okuma planlarımı Ramazan’da da sürdürüyorum. Bu yılın mart ayına kadar aslında doktoramı bitirmekle meşguldüm, o yüzden okumalarım da onunla sınırlıydı. Mart’ta Fayrap’ın Mehmet Akif özel sayısı için okumalar yapmıştım. Daha sonra ise biraz kendi gündemimi oluşturmak için sıfırdan yeni okumalar yapmaya koyuldum.
Aslında sen beni tabiri caizse Batı kanonu ile hemhal olduğum bir dönemde yakalamış oldun. En son Homeros’un İlyada ve Odysseia’sını okudum. Yine onun etrafında başka şeyler bakıyorum şu an. Diğer yandan 19. yüzyılda sosyolojiyi doğuran asıl metinlere bakıyorum. Bu biraz daha mesleki bir okuma olarak kabul edilebilir. Yine Fayrap’ın özel sayısı için Namık Kemal okumalarına başlayacağım inşallah. Bunlar dışında ise masada iki-üç yeni çıkan şiir kitabı ve Dergâh’tan yeni çıkan Külliyât-ı Hazreti-i Hüdayi var.
Fark ediyorum, birçok “az yazan şair”, her Ramazan bir veya birkaç tane şiir yazıyor. Çalışmakta olduğun veya yazmayı planladığın bir şiir var mı? Bize ondan söz eder misin?
Şimdi düşününce ben de öyle bir bağlantı var mı acaba dedim. Son şiirimi Ramazan’da bitirmesem de ilk bölümünü Ramazan’da yazmıştım. Ondan önceki şiiri ise daha önceden başlayıp Ramazan’da bitirmiştim. Bu Ramazan yine üç aydır masada duran bir şiir bitirdim, diğerine çalışıyorum. Belki az yazdığım için Ramazan’a tesadüf ediyordur, bilmiyorum. Ama özellikle Ramazanları sahur vaktine doğru şiir üzerine çalışıyorum. Ramazan’ın dinginliği bereket olarak yansıyor diyebilirim.
Ramazan’da yazmak… Yani oruçluyken yazı yazmaya çalışmak nasıl bir şey? Denedin mi? Bu deneyiminle ilgili neler söylersin?
Ramazan’da yazı yazacaksam genelde mesai saatlerinde yazıyorum diyebilirim. Yani sabah dokuz akşam beş. Bu saatlerde yazmamın sebebi gayet pratik, saat beşten sonra yazıya ya da başka bir şeye odaklanmak zor oluyor, gündemim neredeyse tamamen iftar oluyor. İftar-sahur arası kitap okusam da pek yazmak içimden gelmiyor. Ama dediğim gibi sabah ile ikindi vakti arası yazmak beni pek zorlamıyor, hatta yemek-içmek ile ilgilenmediğim için daha kesintisiz yazabiliyorum da diyebilirim. Şu anda sorularına cevap verirken de saat 15:20.
Geldik, senin konulara… :) 2015 Ramazan'ında Türkiye’nin hal-i pürmelalini nasıl görüyorsun? Kültürel, ekonomik, siyasi, toplumsal, edebi… Kısaca söyler misin?
Bana özel değil, herkesin konuları şüphesiz bunlar, hepimizi ilgilendiren ama ben yalnızca Türkiye’nin durumundan endişelenmekten kendimi alıkoyamıyorum. Bunun da dışarıya yansımaları oluyor işte. Toplum olarak entropik bir durum içindeyiz gibi geliyor. Sorunları çözmeye çalıştıkça ya da onlarla mücadele ettikçe daha fazla onların içine düşüyoruz gibi. Türkiye’nin içi ve dışı diye bir ayrım yok aslında ama asıl sorun kim yanımızda kim değil, biz kimin yanındayız, bunlar konusunda bir netlik yok. Her gün aktörler de saflar da değişiyor. Yapılan şeyler en fazla hatırlatma ve tedbirden ibaret kalıyor, yaşananlara ya da sürüklendiğimiz felaketlere tam bir müdahalemiz söz konusu mu belli değil.
Şiir belki bunca hırgürün içinde bizi diri tutabilecek en önemli silahlardan biri. Şüphesiz bir kaçış olarak söylemiyorum, şiir ve edebiyat geçmişte ve bugün yaşadığımız bunalımın tam da merkezinde olmalı ki zihnimize duruma vakıf olmamızı sağlayacak kıvraklığı verebilsinler. Öte yandan gündelik hayat içinde de her birimiz kendi kavgamızı veriyoruz. Şu kesin ki bulunduğumuz yerdeki kavgayı doğru dürüst vermedikçe daha büyük meselelere yaklaşmamız mümkün olmayacak. Siyaset filan ne kadar bunaltıcı olursa olsun cemaatin içinde olmanın ve akşam eve dönmenin sağaltıcı bir tarafı var.
Edebiyat dergilerinde ilgini çeken, önemli bulduğun, yani tavsiye edebileceğin, mutlaka okunsun diyeceğin bir şiir veya yazı var mı?
Fayrap’ı bütün olarak herkese tavsiye ederim. Şiir ve düşüncede dergideki arkadaşlar epey yük çekiyorlar, benim de bunca yıldır içinde olmama rağmen her sayısını merakla beklediğim dergi yine Fayrap. Hakan Arslanbenzer, Eren Safi gibi derginin eskilerini bir kenara koyarsak Elyesa Koytak ve Murat Küçükçifci şiir ve yazılarıyla iki önemli isim. Diğer dergilerde de şüphesiz iyi şiirler çıkıyor ama her şiirine aha dediğim bir isim yok. Ama takibe devam etmek lazım.
Güçlü eleştiri ya da değerlendirme yazılarına ise nadiren rastlıyoruz. Bu noktada büyük bir eksiklik var. Ama son zamanlarda Muhammed Sarı, Karabatak dergisinde peşpeşe yazılar yayımladı, onlara bakmakta fayda var.
Ramazan ayında kültürel faaliyetlerle uğraşmasak, hatta hiç yazıp çizmesek, sadece ibadetle günümüzü geçirsek, örneğin sadece Kur’an-ı Kerim okusak, en doğrusu bu olmaz mıydı, ne dersin?
İtikafa girmek senin dediğini tam olarak karşılıyor sanırım, bize de tavsiye ediliyor zaten. Ama Ramazan’ın bütününde hayattan çekilip ibadet etmek kastedilmiyor sonuçta. İtikaf da zaten sadece Ramazan’a özel değil. Şunu demek istiyorum, Ramazan her ne kadar biz Müslümanlar için özel bir ay olsa da sonuçta hayat bu ay içinde bir kırılmaya uğramıyor. Hayat mücadelesi Ramazan’da da devam ediyor. Bunu zaten pratik olarak yaşıyoruz, belki Hicri takvim hayatımızda daha fazla yer etse bunu daha iyi kavrayabiliriz. Ramazan vesilesiyle ibadetlerimize dikkat etmek, artırmak, elimizden geliyorsa itikafa girmek tabii ki olması gereken şeyler ama İslam’ın Müslümanın hayatına bir bütünlük kattığını gözetmeliyiz. İbadet ile gündelik hayatımızda yürüttüğümüz işler bir bütündür. Namaz kılıyorsan helal iş de yapmalısın, gibi. Hayattan el çekelim yalnızca ibadete yönelelim diye bir kabul olamaz. Mekke, Ramazan ayının 20’sinde fethedilmiş yani öyle olsaydı Mekke de fethedilmezdi. Gerçi cihat da bir ibadet ya.
Sormadığım ama söylemek istediğin bir şey var mı?
Bayram yaklaşıyor, Allah bütün müminlerin bayramını bereketli kılsın, bizi hayırlısı ile başka Ramazan’lara da eriştirsin.
Ömer Yalçınova konuştu