Yarım asırlık talebelerinin dilinden: M. Emin Saraç Hocaefendi

"Emin Saraç Hocamız, eski hocalarından aldığı terbiyeyle hem hoca hem de baba gibi davranıyordu bize. Başımız ağrısa gider kendisine rahatlıkla sorabilirdik, konuşabilirdik, derdimizi söyleyebilirdik. Hocamın derslerinde zâhirî ilimleri öğrenirdik." Derin Tarih Dergisi'nin "Muhammed Emin Saraç Hocaefendi'nin Hayatı" adlı kitap ekinden alıntıdır.

Yarım asırlık talebelerinin dilinden: M. Emin Saraç Hocaefendi

M. Emin Saraç Hocaefendi, bir mütalaa sırasında...

Hem bir hoca hem de bir baba gibi

Prof. Dr. Ahmet Turan Arslan

Emin Saraç Hocamız’la tanışmamız, İsmailağa Camii'nin avlusunda bulunan medresede faaliyet gösteren Kur'ân kursunda 1965 yılında oldu. Hocamız orada ders veriyordu. Daha doğrusu Daru'l Kur'ân diye anılan bir Kur'ân kursu vardı. Daru'l-Kur'ân şimdiki Sultan Fatih Özel Lisesi'nin olduğu yer. Orada kalıyorduk. Emin Saraç Hocamız İsmailağa Medresesi'nde ders okutuyordu. Orada Arapça ve İslâmî ilimler dersleri alıyorduk. Hocamızı da orada tanıdım. Daha gençti o zaman tabii. Hocamın, o günlerdeki halini hatırlıyorum. Allah razı olsun. Medrese avlusunda yüksek bir yer vardı, kapından girince solda. Hacca gidiyormuş. Veda konuşması yaptı. O zaman daha sakal bırakmamıştı, gençti. Tabii saçları da henüz siyahtı.

Hocamız, medreseye girince soldaki köşede kalan odada bize ders okutuyordu. Şerhu'l-Akâid okuttu bize. Kaside-i Bürde'den de okutuyordu. Hatta bana bir gün, “Git Muzaffer Ozak Hoca'dan Kaside-i Bürde'yi al, parası benden" dedi. O zaman Kaside-i Bürde'yi Hocamın parasıyla almıştım. Riyâzu's-Salihîn kitabını da hocamda okuduğumuzu hatırlıyorum. Ondan sonra hocamızla derslerimiz devam etti. 1968'e kadar oradaydım. Ondan sonra imam hatipli sesine gittim. Hocam, Fatih Camii'nde derslerinin devam ettiğini söyleyerek beni derslerine davet etti. O derslere yaz-kış devam ettik tabii... Sonunda Muhterem Hocam bizi icazete layık gördü. İcazet namede tarihi yazılı: "22 Ramazan 1399 Hicrî, Çarşamba”. O gün sabah namazından sonra Fatih Sultan Mehmed Camii'nin sağ tarafında pencerenin önüne oturduk. Bize icazetini kendi eliyle verdi. Muhammed Zahid el-Kevseri Hocamız’dan aldığı icazetnamenin bir suretini bize verdi. Kendi notlar tutmuştu. "Biz" dediğim kim? İlk defa veriyormuş diye biliyorum daha doğrusu. Ama biz, Hamdi Arslan ile beraberdik. İlk defa Hamdi Hoca'yla bize orada icazet verdi. İlk defa diye biliyorum daha doğrusu. Ben, kendisine bir saygısızlık olur diye “Daha önce kimseye icazet verdiniz mi?” diye soramadım. Ama ilk defa orada icazetimizi vermişti.

Bir bayramda hocamızın evine gittiğim zaman, mecliste bulunanlardan biri de Fatih Sultan Mehmed Vakıf Üniversitesi Genel Sekreteri Alim Türkyılmaz idi. Hocamız bana: "Sen icazet verdin mi hiç?" dedi. Ben de kendilerinden aldığım icazeti Malezya'da 3 kişiye verdiğimi söyledim. Malezya'da ders okutmuştum. Sonrasında da isteyenler oldu. Bir de Mekke'de özel bir kütüphane kurmuş olan Seyyid Emin el-Attas, -dedem yaşında adam belki, ya da babam yaşında diyelim-duymuş ki Emin Saraç Hocamdan Zahid el-Kevserî yoluyla icazetim var. “İlla bana icazet göndereceksin” dedi. Ona da yazmış tim. Orada Dr. Necati Öztürk vasıtasıyla ziyaret etmiştik kendilerini. Allah rahmet eylesin, vefat etti. Ayrıca Dr. Necati Öztürk'e de icazet verdim. Bunları Hocama nakletmiştim. Hocam o mecliste birkaç kere ısrarla, icazet vermeye devam etmemi istemişti.

Gecelere kadar devam eden dersler

Ben imam hatip orta kısmının imtihanlarını dışarıdan verdim. İsmailağa'da Kur'ân kursunda okuyorken, imam hatip derslerini de dışarıdan veriyorduk. İmam hatip orta kısmı dört senelikti o zaman. İstediğimiz kadar dersten imtihana girebiliyorduk. Arapçayı ve İslâmî ilimleri okumuş olduğumuz için rahatça geçiyorduk. Ondan sonra da hep devam etti Hocamızla derslerimiz. Hocamız kış mevsiminde de yatsıdan sonra belli yerlerde ders veriyordu. Ona da devam ediyorduk. Gece yarısı 01:00'e kadar ders yaptığımız oluyordu.

Emin Saraç Hocamız, eski hocalarından aldığı terbiyeyle hem hoca hem de baba gibi davranıyordu bize. Başımız ağrısa gider kendisine rahatlıkla sorabilirdik, konuşabilirdik, derdimizi söyleyebilirdik. Hocamın derslerinde zâhirî ilimleri öğrenirdik. Ama bunun yanında onun merhum Şeyh Ahıskalı Ali Haydar Efendi'den itibaren hocalarından alarak adeta depo ettiği ilim mücevherleriyle süslü dersleri bizi ahlâk-ı İslâmiyye'ye sevk ederdi. İlm u irfan ırmakları halinde gelişen o dersler Allah ve Resulü'nün sevgisiyle çağlayanlaşır, adeta marifet deryasına dönüşürdü. O derslerde gönüllerimiz huzurla dolardı...

Talebelere her zaman açık kapı

İlim yoluna çıkmış olan talebe kardeşlerime bir tembihim olsun. Bazı tecrübelerin aktarılması faydalıdır. Geçmiş âlimlerimizin biyografilerini okumalarını kardeşlerime tavsiye ederim.

Bir gün hocamızla Şerhu'l-Akâid'i okurken bir yere geldik. Bir kelimeyi anlayamadım, sormam gerekti. Ama "sonra sorarım" diye sormadım. O kelime, hâlâ kitabımda işaretli olarak duruyordur, düzgün anlayamadım manasını. Hocamıza da soramadım, ya ayıp olur falan diye veyahut da işte bilmiyorum şimdi hangi sebeple söyleyemedim, soramadım. Arkadaşlar "Yahu anlamıyor musun ki soruyorsun?" derler filan diye sormadım. "Sonra sorarım" dedim güya kendimce. Kaç sene geçmiş, bunu niye söylüyorum? İlim yolundaki öğrenci arkadaşlar, dersleri dikkatle dinlemeli, akıllarına takılan soruları hocalarına muhakkak sormalılar. Hocamız mesela hiç kızmazdı soru sorulmasına. Buna rağmen ben o gün sormadım. Hiçbir hocanın aslında talebesine kızmaması gerekir. Soru sordu diye kızılmaz. Olur ki yersiz sorudur falan diye kızabilir bazıları ama doğru değil, kızması doğru değil. Onun için hocalara bazı öğrenciler sormazlar. Ben bazen diyorum ki sınıflarda: "Ben soran talebeyi severim.” Talebeler niye sorar? Soran talebe ya dikkatle dinliyordur, dikkat ettiği için öğrenmek istediği için soruyor yahut da hakikaten kafasına bir şey takılmıştır yine dikkatlidir. Yahut da çalışkandır okumuştur bir şeyler. Kafasında bir şeyler vardır. Daha fazla bilgi almak istiyordur, onun için sorar. O bakımdan soru soran öğrenci daima makbul öğrencidir. Talip diyoruz, talebe diyoruz. Talebe ilmi öğrenmek isteyen kimsedir. O bakımdan öğrenci arkadaşların sorması lazım.

Bir diğer hatıram da şudur: Bir gün beni üzen bir şey olmuş tu. Çok sıkıntılıydım belki basit bir şeydi. Hocama gidip sorayım dedim. Gittim sordum kendisine. Çok basit bir şey söyledi sadece. O söylediği şey neydi unuttum ben doğrusu şimdi, ama Hocamızın yanından çıkarken yaşadığım sevinci, duyduğum huzuru unutamıyorum. Hocamızın yanından çıkarken, gönlüm rahatlamış olarak çıktım. Allah Allah, yani bu kadar basit bir şey, ne söyledi ki Hocam bana? “Şunu şöyle yap, şöyle yapma" dedi. Bundan daha kolay ne var? Herkes düşünebilir. Ama insanın öyle bir sıkıntılı zamanı oluyor ki o basit gibi görünen cümleyi düşünemiyor; danışacağı, istişare edeceği bir hocaya ihtiyacı oluyor. Hulâsa ne zaman ne işimiz olsa sıkıntımız olsa ona gider söylerdik hiç çekinmeden. O da elinden geleni bizim için esirgemezdi. Mesela bazı tanıdıklarına söylerdi, bize kitaplar aldırırdı. Unutmuyorum: Hadis sahasındaki "Tâc” kitabını bana alması için birine söylemiş. Zeki Arslantürk'ün babasına söylemiş galiba, o da benim paramı vermiş ve o kitabı benim için almıştı mesela. Öyle, Allah razı olsun. Böyle hatıralarımız çoktur tabi.

İlmi hiç gündeminden çıkarmamak

Onun koşturması camiyeydi. Başka resmî yerlerde vazife almamayı tercih etmiştir. Çok imkânlar çıkmış önüne, hiçbirini kabul etmemiştir. Fatih Camii'nde oturup ders okutmayı tercih etmiştir. Onları anlatırdı hep. Tabii, her hoca günümüzde de aynı olamaz. Kolay değil. Hocam adeta kendini bu işe vakfetmişti. Günümüzde her hoca onun yaptığı gibi yapamaz, yapması zordur doğrusu. Hocamızın, kendi çocuklarına bile vakit ayıramadığı olmuştur. Eli boş durmazdı ki merhumun. Hep kitap okurdu, hatta sayfiyeye gider, orada bile okurdu. Mesela kayınpederinin evi vardı Teşvikiye köyündeydi galiba. Oraya bile giderken kitap okurdu. “Bak şunu okudum, bunu okudum" derdi bize, okuduğu kitapları tanıtırdı. Hem okurdu hem de okuduklarını okuturdu. Bize Tirmizî'yi ve Sünen-i Ebî Dâvûd'u okutuyordu. Boş kaldığı zamanlarda da halktan soru gelir, talebeden soru gelir. Onlarla meşgul olurdu.

Çevresini telife teşvik

Emin Saraç Hocam kendisi devamlı geçmiş âlimlerimizin yaptıkları gibi ilmî eserleri genç ilim yolcularına aktarmaya, arkadaş ve dostu olan hocaları da camilerde ders okutmaya teşvik ederdi. İlk geldiği günlerde, İstanbul İmam-Hatip Okulu'nda tanıştığı Ezher mezunu Bulgaristanlı Ahmed Davudoğlu Hoca'da ilmî dirâyet görünce onu "Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi”ne yazmaya teşvik ve ikna etmişti. Son senelerde Prof. Dr. Yaşar Kandemir'i de Eyüp Sultan Camii'nde Kâdî Iyad'ın Şifâ-i Şerîf'ini okutmaya teşvik etmiş, o da bu teklifi kabul ederek kitabı okutup bitirmiş ve yaptığı tercüme de neşredilmişti. Mısır'daki hocalarından Prof. Dr. Süleyman Dünya'nın notlarla neşrettiği İmam Gazalinin “Faysalü't-Tefrika beyne'l-İslâm ve’z-Zenâdika” adlı kitabının tercüme edilmesini de bana teklif eden yine Hocam olmuştu. Eser, Türkçede "İman Gazâlî ve İman-Küfür Sınırı” adıyla yayımlandı.

Vefakârdı

Hocamız dost ve talebelerine karşı vefâkâr idi. Mesela Bandırmalı Ali Efendi'yi hastanede beraber ziyaret etmiştik. Abdurrahman Gürses Efendi'ye çok hürmet ederdi. Mahir İz hocamızın cenaze sini de vasiyeti üzerine Sahray-ı Cedîd Camii'nde Emin Hocamın kıldırdığını hatırlıyorum. Mahmud Sami (Ramazanoğlu) Efendi, Mehmed Zahid (Kotku) Efendi ve diğer meşâyıhı hürmetle anardı. Bir gün Anadolu'dan gelen tasavvuf ehlini ihtiramla karşılamış ve “Bunlar beldelerinin gülü, bereketi” demişti. Mısır'dan tanıdığı ya kın dostlarından Ali Yakup (Cenkçiler) Hocamızı “Ali Yakup Ağa Bey' diye hürmetle anar ve çok severdi. Onun vefatına yakın bir zamanda rüyasında “Fatih Camii'nin Fevzi Paşa Caddesi tarafındaki minaresinin yıkıldığını gördüm” demişti.

Dostlarına daima samimiyetle bağlı olduğu gibi, kendisi de onlardan vefakârlık görünce memnuniyetini ifade ederdi. Ancak İslâm'ın aleyhine çalışanlara karşı kızgınlığını her fırsatta belli ederdi. Müslümanların dünyanın her yerinde muzaffer olduklarında sevinir, onların başarıları için dualar ederdi. Bu sebeple bütün Müslümanların güç birliği yapmalarını ister, Müslüman gençlerin görüşüp tanışmalarını arzulardı. O yüzden bazı öğrencilerini yurtdışına gönderir ve onların ilim adamı olmalarından çok haz alırdı. Ülkemizde İslâm ülkeleriyle ilgili her toplantıda onu bulurdunuz. O adeta İslâm ülkelerinin fahrî bir konsolosu idi. Müslümanların birbirleriyle çekişip didişmeleri onun en çok rahatsızlık duyduğu hallerdendi. .

İlim âşığı bir Hocaefendi

Hamdi Arslan

İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü'ne 1974 yılında öğrenci olarak geldim. Hocamızla orada tanıştık. O zaman kendisi her gün Fatih Camii'nde Yüksek İslâm Enstitüsü talebelerine ders okutmaktaydı. Daha sonra Mekke-i Mükerreme'ye talebe olarak gittim. Mekke-i Mükerreme'deki yıllarımızda hocamızla irtibatımız devam etti. Onun yönlendirmesiyle gittik tabii ki. Geldikten sonra Marmara ilahiyat'ta hocalık yaptım, İstanbul İlahiyat ‘ta hocalık yaptım. Bu esna da esas vazife olarak Fatih Camii bünyesinde hocalığımıza, talebelerle beraberliğimize devam ettik.

Hocamızdan fıkıh, hadis, tefsir, akâid, tasavvuf konularında birçok kitaplar okuduk. Bunlardan en başta "Sünen-i Ebî Dâvûd” ki tabını Türkiye'de ilk defa Hocamız bize okuttu. O kitabın temini ve talebe arkadaşlara verilmesi konusunda tatlı hatıralarımız var. Sonra Arapça olarak "Katru'n-Neda” kitabını ben hem okudum hem okuttum Hocamızın halkasında. "Tefsir-ü Ayâti'l-Ahkâm” kitabı vardı, Muhammed Ali es-Sâbûnî Hocamın, o ders okunuyordu. Hatta o zaman kitap alma imkânımız zordu. Kendisi bana bir nüsha hediye etti, devamlı bir talebe olduğumu görünce. Ondan sonra “Bulû ğu'l-Merâm” isimli hadis kitabını, "El-İhtiyâr” isimli fıkıh kitabını, "Kasîdetü'l Bürde” kitabını, “Sünen-i Tirmizi" kitabını, “Risâletü’l Müsterşidîn" kitabını hocamızla okuduğumuzu hatırlıyorum. Daha başka kitaplar da vardı usûl-u fıkıhtan. Onları da okuduk. Hamdi Azami'nin “Usûl-u Fıkıh” kitabı vardı Bağdat'tan. O kitabın bir nüshası Hocamızda vardı. Ben onu aldım, ayrıca istinsah ettim. O zamanlar bilgisayar vesaire yoktu. Mumlu kâğıtlara kopyasını daktiloyla yazıp talebe arkadaşlara dağıtmıştım. Hocam buna çok memnun olmuştu.

1977 yılında boykot vardı okulda. Herkes köyüne gitti, ben git medim. Burada hâfızlığa başladım. Bunu duyunca Hocam, "Seni ben dinleyeceğim” dedi. Elhamdulillah bir sene içinde hâfızlığımı tamamlayıp Hocama dinlettim. Bunun için Hocam çok sevindi. Hocam bana: "Sen benim ilk ve son hâfızımsın” derdi, ayrı bir yerimiz olmuştur yanında. Meşhur ders vekili Osmanlı'nın en büyük âlimlerinden Muhammed Zahid el-Kevserî hazretlerinin icazetnamesi Hocamda vardır. Bu icazetnameye sahip olan hayattaki tek kişi Hocamız idi. O icazeti bana lütfetti.

İlme adanmış bir hayat

Hayatı tamamen ilme ve öğretmeye aitti. Kendisine maddî ve siyasî birçok teklifler gelmiştir. Onların hiçbirini kabul etmemiş, elinin tersiyle itmiştir. 1958 yılında Mısır'dan döndüğünden beri Fatih Camii'ne oturmuş, orada talebe okutmuştur. O gün bugündür talebe okutmaya devam etmiştir. Diyebiliriz ki dünyada zevk aldığı tek şey talebe okutmaktır.

Hatta hocalar zaman zaman anlatır, hatıralar var. “Ayaklı kütüphane" diye bilinen Gümülcineli Mustafa Efendi mesela, Emin Saraç Hocamıza demiş ki: "Evladım, sabahleyin belli saatte buraya gel otur. Kimse gelmese bile sen bu dersi okutmak için hazır ol. Talebeler olmasa bile melekler gelmiştir, seni beklemektedir. Buraya gelen bir iki talebe deme okutmaya devam et.” Hocamız bu prensibi ömür boyu tatbik etti. Talebe ve ders olduğu zaman evini, başka işlerini bırakır, derse mutlaka gelirdi. Dersten hiç taviz vermezdi. Biz talebeyken bazen unuttuğumuz olmuş, hatırlıyorum. Mesela 1976-1977 yıllarında İlim Yayma Yurdu'nda kalıyorduk. Hocamız sabah saat 09.00'da gelirdi. "Nerede bizim bu talebeler?” diye bizi uyandırırdı. Çünkü geceleyin bir yere gitmiştik. Ya miting vardı ya da bir şey ol muştu o gün. Gelirdi o dersi mutlaka işlerdi. Çok çok önemli, hayati bir mesele olsa, ders ihmal olmasın diye mutlaka onu telafi eder, bazen beni yerine vekil bırakırdı. Dersi icra ederdi. Yani hayatı baştan sona dersti.

Samimiyet ve ihlas sahibi bir âlim

Hocamızın en büyük vasfı, çok samimi ve muhlis bir kimse olmasıdır. Kur'ân'a, İslâm'a, Rasulullah (sav) şüphesiz, tavizsiz, beklentisiz bir şekilde kendini teslim etmiş olması onun en önemli özelliğidir. Yani bunda kimsenin en ufak bir şüphesi yoktur. Tek gayesi Allah'ın rızasını elde etmektir. Kimseden ücret almaz. Bunları fisebilillah yapar. İslâm davasına kendisini tam anlamıyla vermiş bir in sandır. Bir de Hocamız tüm dünyada İslâm kardeşliği icabında çok sosyaldir. Yani İslâm dünyasında olup biten her şeyi ânı ânına takip eder. Çok geniş şekilde dost çevresi vardır. Bu şekilde İslâm'a şeksiz şüphesiz teslim olmuş bir hocadır. Bu hususta maddiyatı bir kenara atmıştır ve nasihati Allah için yapar. “Din, nasihattir” hadisini en güzel şekilde tatbik eden hocalardan biridir.

Biz, Emin Hocamızdan şunu gördük: Bizleri, talebelerini, kendi evlatlarından ayırt etmezdi. Onların dertleriyle, sıkıntılarıyla, ihtiyaçlarıyla alakadar olmuştur. Yapabildiğini yapmaya çalışmıştır. Bir kısmı için kitap temini, yurt temini, aile kurması noktasında çok hayırlı hizmetlerde bulunmuştur. Bir baba gibi daima talebesiyle alakadar olmuştur.

Hocaları

Emin Saraç Hocamız'ın hocaları çoktu. Başta babası, ona hâfızlık yaptıran Hâfız Mustafa Efendi gelir. Ondan sonra, İstanbul'da büyük âlim Ahıskalı Ali Haydar Efendiden okumuştur. Mahmud (Ustaosmanoğlu) Efendi var ya meşhur, İsmailağadan. Ondan önce, yani Mahmud Efendi daha tanınmazken, Emin Hocam ondan okumuştur. Kendisinin de Mısır'a gitmesini o teşvik etmiştir. Sonra Gümülcineli Mustafa Efendi'den okumuştur. Sonra Fatih dersiamlarından Muhaddis Süleyman Efendi'den okumuştur. Arnavut Süleyman Efendi. Sonra Hüsrev Efendi vardır, meşhur dersiamlardan, ondan okumuştur. Bunların hepsi İslâm'a sımsıkı bağlı âlimlerdi.

Sonra Mısır'a gitmiş Hocaefendi. Çok hareketli bir talebelik zamanı geçirmiş. Orada en çok istifade ettiği hocalardan biri Prof. Dr. Ahmet Fehmî Ebû Sünne'dir. Bu hoca, o zamanın Hanefi âlimlerinin dünyadaki bir numaralı şahsiyetiymiş. Yeni sistemde bir eserde ilk defa doktora alan kimse olmuştur. 60 küsur sene Ezher'de fıkıh ve usûl-u fıkıh okutmuştur. Sonra Mekke'ye geçmiştir. Bizim Mekke'ye gitmemizin nedeni de Prof. Dr. Ahmet Fehmî Ebû Sünnedir. Orada şu anda Harem-i Şerif'te gördüğünüz imamların hepsi bu hocanın talebeleridir. Bu yüzden Ebû Sünne Hoca'nın yanına çok giderdik. Emin Saraç Hocamızı sevdiği için bize evladı gibi muamele ederdi. Ondan sonra Mısır'daki hocalarından birisi de Muhammed Abdülvehhâb Buhayridir, ki büyük bir hadis âlimidir. Ben daha sonra onu Riyad'da gördüm. Yani konuşmasıyla, yürüyen bir Buhârî gibiydi. Daha sonra tabi Mısır'dayken hocamızın en çok istifade ettiği hoca si, Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi'dir. Her hafta ona gitmiştir ve ondan şifahi olarak haftada bir gün istifade etmiştir. İcazetnamesile kendisine teşrif veren kimse ise büyük allâme Muhammed Zahid el-Kevseri'dir. Vefatından 20 gün önce Kevserî Hazretleri ona icazetnameyi vermiştir. "Sen gel” demiştir, “Hizmet edecek bir talebeye benziyorsun. Al şunu istinsah et, elimde başka nüsha kalmadı." Bu kimseler şu anda dünyanın en meşhur ulemâsı arasında. Mustafa Sabri Efendi, Zâhid el-Kevseri. Kevserî deyince bütün İslâm dünyası, Hanefi dünyası, Hindistan dünyası ayağa kalkmıştır.

Ebu’l Hasen en-Nedvî meşhur allâme, Türklerle irtibat kurmak için onu Mısır'dayken ziyaret etmiş. 1952'den 1999'daki vefatına kadar Nedvî ile hocamız beraber olmuştur. Ondan sonra başka hocalar da var. Hocamız, Hasan el-Benna’ya yetişememiştir ama devamı olan İhvân'ın çeşitli liderleriyle, Seyyid Kutub, Muhammed Kutub gibi kimselerle sık görüşmüştür. Hocamızın, döndükten sonra da birçok hocayla teması olmuştur. Kayınpederi Ali Yekta Efendi, o da dersiâmdandır. Hocamız, Ömer Nasuhi Bilmen Hocaefendi'yle daima temas halinde olmuştur. Nurosmaniye Kur'ân Kursu başhâfızı ve idarecisi Hasan Akkuş Hoca ile teşrik-i mesaisi olmuştur. Reis’ul-Kurrâ Abdurrahman Gürses Hocaefendi ve Ali Yakup (Cenkçiler) Efendi de hocamızın hocalarındandı. Bu üç kişi birbirlerinden hiç ayrılmazlardı. Mesela Haseki Eğitim Merkezi'nin kurulmasında onlar hizmet etmiştir. Oranın kurulması bu üç hocanın “evet” demesiyle mümkün olmuştur.

Yumuşak ahlâk, sabır ve nezaket

Emin Hocamız Osmanlı hanedanlığından çok önemli kimseler le Mısır'da görüşmüştür. Mesela Sultan Aziz'in torunu olan Şehzade Mahmut Şevket Efendi'yle yazışmaları var. Abdulfettah Ebû Gudde de Hocamız'la oldukça samimiydi. Kendisi, İslâm âleminin en büyük muhaddislerindendir. Hocamızın, Mehmed Zahit Kotku Hazretleri'yle teması olmuştur. Böyle bilinen, ilim irfan sahibi, hayırlı kimselerle alakasını devam ettirmiştir. Hocaefendi, tanıdıklarıyla ülfetini koparmamıştır. Yumuşak ahlakıyla, çok sabırlı olmasıyla, nezaketi ile temayüz etmiş bir hocamızdır.

Tek başına bir Osmanlı medresesi

Doç. Dr. Halil İbrahim Kutlay

Kendisini ilk defa 1973 yılında, Beşiktaş Müftüsü merhum Fuad Çamdibi Hocaefendi'nin evinde tanıdım. M. Emin Saraç Hocaefendi, Fuad Hocaefendi'nin haccını tebrik için ziyaretine gelmişti. Ben de bir vesile ile sınıfta sıra arkadaşım Şerafeddin Kalay ile birlikte orada bulunuyordum. Hocamla orada zemzem içerken tanıştık. Hocamız, beni o zaman, Fatih Camii'ndeki derslerine davet etmişti. Bu davetine ancak ertesi yıl icabet edebilecektim.

İftihar edilen talebelik

1974 yılı ekim ayında Yüksek İslâm Enstitüsü'nün ikinci sınıfında talebe iken İlim Yayma Vakfı Vefa Yurdu'nda kaldığım ilk günlerde akşamları M. Emin Saraç Hocaefendi'nin Fatih Camii müezzin mahfilinde verdiği hadis, fıkıh ve tefsir derslerine başladım. O günden bu yana 40 yıldır hocamızın talebesi olmakla iftihar ediyorum. Bana hadis-i şerîfleri ve hadis ilmini M. Emin Saraç Hocam sevdirdi. Sünneti Seniyye'yi yaşayan, onu hem sevecek hem de sevdirecektir. Sünen-i Ebî Dâvûd kitabının tamamını, baştan sona İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü'ndeki arkadaş grubu ile birlikte onun Fatih Camii'ndeki ders hal kasında okuduk. Bulûğu'l-Merâm, El-İhtiyar ve daha sonra Mekke'de kendisinden ders aldığımız muhterem üstadımız Muhammed Ali es Sâbûnî hocamızın Tefsîru Ayâti'l-Ahkâm kitabını okuduk.

İbretli ve öğüt verici hatıralar

M. Emin Saraç Hocam’ın en önemli hususiyeti, ders arasında paran tez içi anlattığı müstesna hatıralardır. Mısırlı hocalarından Abdülvehhab Buhayrî ve Ahmed Fehmî Ebû Sünne Hocaefendi; Hind diyarının mübarek şahsiyetlerinden Ebul-Hasen en-Nedvî Hocaefendi; Suriyeli hocaefendilerden Abdulfettâh Ebû Gudde, Abdullah Siraceddin, Nureddin Itr ve Muhammed Avvâme Hocaefendi ile ülkemizin müstesna âlimlerinden Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi, Muhammed Zâhid el-Kevserî Hocaefendi, Ahıskalı Ali Haydar Efendi, kayınpederi Ali Yektâ Efendi, Bekir Hâkî Efendi, Ömer Nasuhi Bilmen Hocaefendi, Süleyman Hilmi Tunahan Efendi, Kastamonulu Ömer Efendi, Gümülcineli Mustafa Efendi, Hüsrev Efendi, Mahmud Sami Efendi, Mahmud (Ustaosmanoğlu) Hocaefendi, Mûsâ Topbaş Efendi, Ali Yakub (Cenkçiler) Hocaefendi, Mehmed Zahid Kotku Hocaefendi, Abdurrahman Gürses Hocaefendi, Trabzonlu Ahmet Yaşar Hocaefendi ve diğer pek çok zevattan naklettiği her biri ders, ibret ve öğütlerle dolu hatıralar, talebelerinin hiç ama hiç unutamayacağı hatıralar olarak gönüllerinde kalacak, bu şahsiyetler bizlere daima rehber olacaktır.

Ders ve sohbetlerle dolu bir hayat

Hocaefendi İslâmî vakar ve şahsiyet sahibiydi, ilmin ve ilim adamının izzet ve vakarına çok önem vermekteydi. Şan ve şöhretten, riyadan daima uzak durmuştur. Elli yıldır hiçbir TV programına katılmamış, çeşitli TV kanallarının röportaj tekliflerini kabul etmemiştir. İslâmî dergilerin mülakat tekliflerini kabul etmiş ama her defasında eksik veya yanlış nakledilen bilgilerden yakınmıştır. Bütün İslâmî cemaatlerle, cemiyet ve vakıflarla irtibatını devam ettirmiş, zaman zaman bu kuruluşları ziyaret etmiş, cemaat faaliyetlerini takdir etmiş, cemaatlerden daima takdir görmüştür. İlim Yayma Cemiyeti İstişare Heyeti'nde bulunmuş, İslâmî İlimler Araştırma Vakfı (İSAV) kurucuları arasında yer almıştır. Hocamız, "M. Emin Saraç Cemaati' diye bir cemaat kurmamış, böyle bir cemaat kurmayı istememiştir. Mahviyet ve tevazu için de bir hayat yaşamayı tercih etmiştir. M. Emin Saraç Hocamız, Ezher Üniversitesi mezunu olmakla, Ezherli olmakla daima iftihar etmiştir. Bununla birlikte o bir Osmanlı hayranı, bir Osmanlı âlimidir. O, başlı başına bir "Osmanlı Medresesi'dir. Ders halkasında fıkıh, hadis, tefsir dersleri yanında; okuttuğu kitaplar arasında Şifâ-i Şerif, Şemail, Kaside-i Bürde, Risale-i Kuşeyriyye, Tarikat-ı Muhammediyye, Emali Şerhi gibi kitaplar da bulunmaktadır. Hocamızın 1958 yılından ömrünün son zamanlarına kadar ara vermediği derslerinin saatleri hiç değişmemiştir. Son yıllarda Armutlu'daki kaplıca seansları sebebiyle yaz aylarında ders yapamayan Hocaefendi'nin, yıl içinde, hafta içinde, tatil günü yoktu. Onun hayatı ilim ve irfanla, ders ve sohbetlerle doluydu.

İki binden fazla hoca yetiştirdi

Hocaefendi iki binden fazla talebe değil, iki binden fazla "hoca" yetiştirmiştir. Yetiştirdiği hocaların tamamı İslâmî ilimlerde ya da İslâmî hizmetlerdedir. Siyasete ve ticarete atılan talebelerinde de hizmet aşkı ön plandadır. Son yıllarda çok sevdiği talebelerinin “icazet talebi” tekliflerini kıramamış, birçok talebesine “icazet' vermiştir. İcazet almak için yurt dışından gelen yabancı misafirleri de çoktur.

Zâhidâne yaşanan bir ömür

M. Emin Saraç Hocamız, 1958-1960 yıllarında İstanbul İmam Hatip Lisesi'nde ve 1976-1979 yıllarında Diyanet İşleri Başkanlığı Haseki Eğitim Merkezi'nde ders verdiği birkaç yıl hariç, hiçbir yerden maaş almamıştır. Yıllarca, kurban bayramlarında kurban bile kesememiş ama hiçbir yerden sadaka, yardım vs. kabul etmemiştir. Fi Zilâli'l-Kur'ân tercümesinden gelen gelirle geçimini temin etmiş, kanaatkâr ve zâhidane bir hayat yaşamıştır.

İtidalli bir duruş

Hocamız ifrat ve tefriti, taassub ve aşırılığı reddetmiş, daima itidal ve orta yolu temsil etmiştir. Kendisine özel, radikal ve marjinal hiçbir görüşü olmamış, Hanefî mezhebinin müntesibi olmakla iftihar etmiş, Osmanlıların edeb ve vakarını örnek almıştır.

(Bu bölümdeki yazılar Dünya Bizim online portalı ile İnşirah ve İnsicam dergilerinden derlenmiştir.)

Kaynak: Derin Tarih Dergisi Kitap Eki

YORUM EKLE

banner36