Vefatının sene-i devriyesinde Mahmut Esat Coşan Hoca’nın ardından

"Mahmut Esat Coşan Hoca, her şeyden önce bir ilim adamıydı. Doçentlik tezi olarak hazırlamış olduğu 'Hacı Bektaş-ı Veli / Makalât' adlı çalışması, bugün ilim dünyasının itibar etmiş olduğu güvenilir çalışmalardan biridir." Mehmet Erdoğan yazdı.

Vefatının sene-i devriyesinde Mahmut Esat Coşan Hoca’nın ardından

Prof. Dr. Mahmut Esat Coşan ve damadı Prof. Dr. Ali Yücel Uyarel, 4 Şubat 2001 Pazar günü Avustralya’da geçirmiş olduğu elim bir trafik kazası sonucu Hakk’ın rahmetine kavuşmuştu.

Mahmut Esat Coşan Hoca’yı ilk defa, merhum Mehmed Zahid Kotku (Mehmet Kotku) Hoca’nın vefatından bir iki yıl sonra üniversiteye giriş imtihanı için gittiğim İstanbul’da, İskenderpaşa Camii’ndeki mutat sohbetlerinden birinde görmüş ve dinlemiştim. İnsanı kuşatan bir üslûbu vardı. Ayrıca o yılların en seviyeli edebiyat dergilerinden biri olan Mavera dergisinin de iyi bir okuyucusu sayılırdım. Mayıs 1981, 54. sayısında merhum Mehmet Âkif İnan’ın Halil Necatioğlu (Mahmut Esat Coşan Hoca’nın müstear adı) ile tasavvuf üzerine yapılmış ve tasavvufu sağlam temeller üzerine inşa eden muhkem bir konuşması yer almıştı. Mahmut Esat Coşan Hoca’yı böyle tanımıştım.

1984 yılının sonbaharında, daha önce birkaç defa gelmiş olduğum Ankara’ya bu defa İlâhiyat Fakültesi’nde okumak üzere gelmiştim. Keçiören-Kalaba’da, Mahmut Esat Coşan Hoca’ya bağlı cemaat evlerinden birinde bir dönem kalmış ve ikinci dönemin başında uyum sağlayamadığım gerekçesiyle uzaklaştırılmıştım. Hoca, o yıllarda İlâhiyat Fakültesi’nde Türk-İslâm Edebiyatı derslerine giriyordu. Biz derslerine yetişemedik. 1987 yılında kendi isteğiyle emekli olmuş ve ardından da Ankara’dan ayrılmıştı.

Aynı yılın Aralık ayı olmalıydı. Bir gün hocanın fakültedeki odasına gitmiş, elini öpmüş, kendimi tanıtmıştım. Kendisiyle sanat ve edebiyatın mahiyeti üzerine bir konuşma yapmak istediğimi, uygun görürlerse yapacağımız konuşmayı yayımlatacağımı söylemiştim. Birkaç gün sonra elimde bir teyp ve sorular tekrar hocanın odasındayım. Sorulara baktı; beğendiğini ve edebiyata olan ilgimi sürdürmem gerektiğini söyledikten sonra cevaplara geçti. Konuşmayı teybe kaydettim. Gidip deşifre edecek ve hocanın onayına sunacaktım. Araya yarıyıl tatili girmiş ve tatil dönüşü de kaldığım evden uzaklaştırılmıştım.

1985 yılının Şubat veya Mart ayı olmalı, konuşmanın metnini yine fakültedeki odasına götürüp kendilerine takdim etmiştim. Bir iki gün sonra uğrayıp alabileceğimi söylemişti. Odasından çıkarken, cemaat evinden şimdi adını unuttuğum beni tanıyan biriyle kapıda karşılaştım; hocanın yanına giriyordu. Sonra iki üç defa uğramama rağmen konuşma metnini bir türlü hocadan alamadım. Anlaşılan kapıda karşılaştığım o kişi, benimle ilgili hocaya bir şeyler söylemiş olmalıydı. O konuşma böylece yok olup gitti. Ses kaydı bende olmasına rağmen hocanın rızası dışında tekrar deşifre edip yayımlatmayı doğrusu ahlâkî bulmadım. Bendeki kayıt da zaman içinde kaybolup gitti. Hatırladığım kadarıyla hoca, Necip Fazıl ve Sezai Karakoç’un sanatı temellendiren düşünceleriyle ilgili değişik şeyler söylemiş ve onların sanat yorumuna dinî bir eleştiri getirmişti. Hassan b. Sabit’ten örnekler vererek sanatı doğrudan dinin emrinde görüyordu.

1980’li yılların özellikle ilk yarısı, Mahmut Esat Coşan Hoca’nın öncülüğünde İslâm mecmuasının yüzbinlerin üzerinde sattığı, İlim ve Sanat, Kadın ve Aile gibi nitelikli dergilerin yayımlandığı yıllar olmuştur. Müslüman gençlik bu dergilerin çevresindeydi. Kuruluşuna öncülük etmiş olduğu Hakyol Vakfı, taşra kökenli üniversite öğrencilerinin barındığı önemli yerlerden biriydi. O yıllarda Mahmut Esat Coşan Hoca’nın çok yakınında olan ve dergilerde aktif görev yapan bazı gençlerin, daha sonra Necmettin Erbakan Hoca’yla yaşanılan ihtilâfta karşı tarafa geçtiklerini görünce doğrusu hayret etmemiştim. Çünkü kitlelerin eğitilmesi ve yönlendirilmesinde görev alacak insanların kişiliği ve karakterini tanımada Müslüman cemaatlerin ne derece tecrübesiz olduğunu o yıllarda bizzat müşahede etmiştim. Bir taraftan Allah rızası, hizmet, bağlılık vs. gibi kavramlarla gençliğin duyguları istismar ediliyor, diğer taraftan fırsatçılar ortalıkta cirit atıyordu. İnsana, istikbal vadeden gençlere yeterince değer verilip yatırım yapılmıyordu. Bundan dolayı 1980’li yıllarda Müslüman cemaatler, yükseliş ve düşüşü çok hızlı hatta iç içe yaşadı. Çünkü insana değil, şartlara bağlı bir yükselişti onlarınki; şartlar değişince hemen düşüş başlıyordu. Giderek entelektüel güçlerini ve toplum üzerindeki tesirlerini de kaybettiler; âdeta uzak durulması gereken birer “odak” hâline geldiler!

Bugün artık bu dergilerin hiçbiri çıkmıyor. Cemaatin Akra FM adlı radyo deneyimi ile Sağduyu adlı günlük gazete girişimi çeşitli engellerle karşılaştı ve beklenilen ilgiyi görmedi. Merhum Mehmed Zahid Kotku ve Mahmut Esat Coşan Hoca’nın eserlerinin yayımlandığı Seha Neşriyat da eski gücünü kaybetmiş durumdadır. Yakın çevresinden gördüğü vefasızlıklar ve Türkiye’nin antidemokratik şartları, gün geçtikçe üzüyor ve sıkıntıya sokuyordu onu. Biraz da bu sebeplerle Avustralya’ya “hicret” etti. Belki de yeni bir çevre ve mekân arayışıydı bu ama cemaatin insan kalitesi gün geçtikçe düşüyordu.

Mahmut Esat Coşan Hoca, her şeyden önce bir ilim adamıydı. Doçentlik tezi olarak hazırlamış olduğu Hacı Bektaş-ı Veli / Makalât adlı çalışması, bugün ilim dünyasının itibar etmiş olduğu güvenilir çalışmalardan biridir. Çeşitli ilmî makalelerinin yanında yüzlerce fikrî makalesi yayımlanmış ve bunlar kitaplaştırılmıştır. Bir sohbet halkası vardı; insan yetiştirir ve gönülleri aydınlatırdı. Sağlam bir miras devralmıştı. Ne var ki bu mirası yeterince kullanabildiği söylenemez. Birtakım teşebbüslerinin akamete uğraması, hareket alanını büyük ölçüde daraltmıştır. Bu yüzden son yıllarda yurt dışındaki etkisi Türkiye üzerindeki etkisinden daha fazla olmuştur.

Mahmut Esat Coşan Hoca’nın bağlı bulunduğu tasavvuf anlayışının şahsım üzerinde de müspet ve öğretici tesirleri olmuştur. O yıllarda aynı tasavvuf yolunun Trabzon kolunu temsil eden Ahmet Yaşar Hoca’nın elini öpmüş, sohbetlerinden istifade etmiştim. (*) Fakat tasavvufa olan ilgim uzun sürmedi; sadece fikir boyutunda devam edip geldi.

Mahmut Esat Coşan Hoca hizmete koşarken geçirmiş olduğu elim bir trafik kazası sonucunda ahiret yurduna hicret etti. Tıpkı damadı ve halifesi olduğu Mehmed Zahid Kotku Hoca gibi sevenlerinin gönüllerinde yaşayacak ve her zaman rahmetle anılacaktır. Cenazesi Avustralya’dan Türkiye’ye getirildi. Süleymaniye Camii haziresine defnedilmesiyle ilgili kararnameyi Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in onaylamaması üzerine 9 Şubat 2001 Cuma günü Eyüp Mezarlığına defnedildi.

Şairin dediği gibi, “Her ölüm erken ölümdür” belki ama Mahmut Esat Coşan Hoca’nın ölümü gerçekten erken oldu. Bilgi ve tecrübesiyle ülkesine, ülkesinin insanlarına, İslâm âlemine ve bütün insanlığa tam hizmet edebilecek bir çağdaydı. Makamı cennet olsun.

Mehmet Erdoğan

* Ahmet Yaşar, 8 Mart 2016’da Trabzon’da 82 yaşında vefat etti ve cenazesi, Of ilçesine bağlı Ballıca mahallesinde aile kabristanına defnedildi.

YORUM EKLE

banner36