12 Ekim 1934 yılında otoriter ve ciddi bir baba ile şefkat dolu bir annenin oğlu olarak dünyaya gelen Oğuz Atay, içe kapanık, ailedeki ilgiyi paylaşamayan bir çocukmuş. Ondan birkaç yıl sonra dünyaya gelen kız kardeşini hiç istememiş, kardeşini bohça diye tanımlarmış. “Doğduğum zaman beni çok kıskandığını söylerler. Bana bohça dermiş, bakmış ki evden gitmiyorum, ‘Alın bu bohçayı buradan, götürün artık, hâlâ niye burada duruyor.’ dermiş. Kardeşi Okşan Ögel ağabeyinin kıskançlığını böyle anlatırmış. İlkokulda öğretmeninin ‘Kardeşini kıskanan var mı?” sorusuna sınıfta dürüstçe parmak kaldıran tek öğrenci olduğunu anılarında paylaşmıştır.
İlkokul öğretmeni olan annesinin okul öncesi dönemde verdiği eğitimle okuma yazmayı okula başlamadan öğrenen Atay, okula ikinci sınıftan başlamıştır. Küçük yaşta kitaplarla tanışan yazar, ortaokul döneminde dünya edebiyatını yakından tanımış, önemli yazarların eserlerine merak salmıştır. Oscar Wilde, Stendhal, A. J. Cronin, Pitigrilli, Maurice Leblanc, Gorki, Laclos, Eliot ve Henry James gibi pek çok yazarın eserlerini okuyan Oğuz Atay, yazar olduktan sonra verdiği bir röportajda da en sevdiği yazarların Kafka ve Dostoyevski olduğunu söylemiştir.
Mühendis yazar Oğuz Atay
Annesinin desteğiyle sanatın pek çok dalına yönelmiştir. Resim ve karikatür çalışmaları yapan yazar, lise zamanlarında tiyatroyla da ilgilenmiştir. Babası ise oğlunun sanat ile ilgilenmesini zaman kaybı olarak görmüş ve gereksiz olarak değerlendirmiştir. Babasının “Adam gibi bir mesleği olması gerektiği” düşüncesiyle 1957 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi, İnşaat Mühendisliği bölümünü bitirerek mühendis olmuştur.
Askerliği bittikten sonra Denizcilik Bankası TAO’da çalışmaya başlayan Atay, kısa bir süre sonra istifa ederek İstanbul Devlet ve Mimarlık Akademisi’nde (Yıldız Teknik Üniversitesi) öğretim üyesi olur. 1975’te doçent unvanını kazanır ve Topografya adlı meslekî kitabını yazar. Bir yandan yazı işlerine de devam eden yazar, ekonomik sebeplerden dolayı derginin kapanması sonrası arkadaşlarıyla yeni bir dergi çıkarma kararı almış fakat karşısına çıkan engellerden dolayı kararını uygulayamamıştır.
Oğuz Atay’ın beyninde tümör olduğunu anlaşılır ve tedavi için Londra’ya gider. Çeşitli ameliyatlardan sonra tümörlerden yalnızca bir tanesinden kurtulan yazar, Türkiye’ye geri döner. Beyninde kalan tümörlerle hayatını 13 Aralık 1977’ye kadar sürdürebilmiştir. Hayata veda ederken bile son sözlerinde ironiye yer vermiştir. Yaşamının son gecesinde arkadaşlarının evinde olan Atay, banyoya gittikten bir süre sonra onu merak eden arkadaşlarının seslenmeleri üzerine şu sözleri söylemiştir: “Sevinmeyin, daha ölmedim.” Bu sözünden kısa süre sonra o banyoda 44 yaşında hayatını kaybetmiştir.
Eserlerin temelini insan oluşturur
Edebiyatımızda postmodern tarzda ilk eserleri veren Oğuz Atay, çağının ötesinde düşünen bir yazar olmuş, yaşadığı dönemde anlaşılamamış ve değeri bilinmemiştir. Ona göre edebiyat insan içindir ve insanı anlatması gerekir. Yazar, ele aldığı konularla birlikte konuları kurgulayışıyla da diğer romancılardan ayrılır. Romanlarında insana dair sorunları, modernist ve postmodernist unsurları bir arada kullanarak eserlerini kurgularken eleştiri, mizah ve ironi unsurlarının kullanımında da başarılı bir yazardır. Eserlerini yalnızlık, yabancılaşma, insanın bunalımı, toplumun aksayan yönleri gibi konular çerçevesinde şekillendirmiştir. İç monolog ve bilinç akışı tekniği denildiğinde edebiyatımızda akla gelen en önemli yazardır. Hayatını kaybettikten sonra değeri anlaşılan yazar adına 2007 yılında Oğuz Atay Edebiyat ödülleri verilmeye başlanmıştır.
Tutunamayanlar
Romanın yazıldığı 1970’li yıllar Türk edebiyatında toplumsal konuları ele aldığı bir dönemken; Atay, edebiyatımızda daha önce görülmemiş tekniklerle toplumda tutunamayan bireylerin romanını yazmıştır. Bireyin toplumla değil, kendiyle hesaplaşmasını önemsemiş, çevresine ve kendine yabancılaşmış bireyin korkularını, yalnızlığını eserine taşımıştır.
Konusu ve kurgusuyla da edebiyatımızda önemli bir yere sahip romanın başında “Yayımlayıcının Açıklaması” başlığı altında “Kişilerin karakterleri ve başlarından geçtiği söylenilen küçük maceralar incelenirse, bunların, günümüz insanlarına uymadığı kolayca fark edilecektir.” cümlesiyle anlatılanların bir kurgu olduğu belirtilir. Tutunamayanlar Turgut Özben adlı karakterin intihar eden arkadaşı Selim Işık’ın geçmişini araştırarak, hayata neden tutunamadığını öğrenme çabasını anlatır. Turgut’un Selim’in hayat ile yaşadığını keşfetmeye çalışırken karşılaştığı her insan, Selim Işık’ı tanıyordur ve her biri ona Selim’in farklı yönlerini anlatır.
“Yüksek arkadaş çevrelerinde üniversite arkadaşlarından utanırdı Selim. ’Seni ele vermemizden korkuyorsun,’ diye saldırırlardı Selim’e kantinde.”
Kitap UNESCO’nun listesinde
Türk Edebiyatının ilk postmodernist romanı olan Tutunamayanlar, kurmacanın içinde kurmacayı barındıran, diyalog içinde diyalog olan, iç monolog ve bilinç akışı tekniklerinin etkili kullanıldığı bir romandır. Çoğu zaman romanın ana karakteri Turgut’un kurduğu cümleleri sesli mi söylediğini iç sesiyle mi konuştuğunu anlayamayabiliyoruz.
“Aman oğlum Turgut dikkat et. Mantıkî neticeler oyununa kapılma sakın. ‘Ne yapıyorsun orada Turgut?’ ‘Düşünüyorum.’ Olmadı işte. Kendini ele verdin galiba. Yok, canım insanlar kendi söyledikleriyle ilgilidir çoğu zaman”
Birden fazla bakış açısının ve anlatıcının hâkim olduğu roman, edebiyatımız için çoğu açıdan bir ilki temsil eder. Oğuz Atay, 1972 yılında Pakize Kutlu ile yaptığı röportajda; “Tutunamayanlar ile ne yapmak, neyi vermek istediniz?” sorusuna şöyle cevap vermiştir:
“Tutunamayanlar ile çok basit bir iş yapmak istedim; insanı anlatmayı düşündüm. Kapalı dünyalar içinde yaşayan yazarların bile bu cümleye hemen isyan edeceğini, ‘Peki, herkes ne yapıyor?’ diye öfkeleneceğini bildiğim hâlde bu basit gerçeği söylemekten kendimi alamıyorum. Ben, kahramanlarımın iplerini istediği gibi oynatarak insanlardan kuklalar yaratan büyük romancıların yeteneklerinden yoksunum. Roman kahramanlarına uygulayacak büyük nazariyelerim, onları peşinden koşturacağım büyük ülkülerim yok. Ya da insanlara, özellikle tutunamayanlara saygım büyük olduğu için acıyorum onlara; böyle büyük büyük meselelerin makale, inceleme, deneme gibi yazı türlerinin konusu olduğunu sanıyorum.”
Tutunamayanlar romanı, UNESCO tarafından 20. yüzyıl Türk edebiyatının en seçkin eseri olarak kabul edilir. Eser, birçok farklı yabancı dile çevrilmiştir.
Tutku Uluca, “Tutunamayanların sesi: Oğuz Atay”, Kitabın Ortası dergisi, Aralık 2018, sayı 21.