6 Nisan 2017 Perşembe günü Bülent Ecevit Üniversitesi Farabi Kampüsü Sezai Karakoç Kültür Merkezi’nde Prof. Dr. Ş. Teoman Duralı Hocaya Fahri Doktora payesi takdim töreni gerçekleştirildi. Törene üniversite personeli ve öğrencilerinin yanı sıra Teoman Duralı'nın yakın arkadaşları ve yetiştirdiği öğrencileri de katıldı.
Duralı'nın yetiştirdiği isimlerden Çiğdem Dürüşken, Ayhan Bıçak, Cengiz Çakmak, İhsan Fazlıoğlu ve Oktay Taftalı'nın konuşma yaptığı "Bir Üstad, Bir Filozof" başlıklı panelin de geçekleştirildiği ödül töreninde Duralı'nın hocalık kişiliği, üstadlığı ve yerli bir filozof oluşu üzerine konuşmalar yapıldı.
Bu konuşmalarda Duralı'nın, Türkiye'de ilk defa biyoloji felsefesi üzerine çalışma yapan ve bu felsefenin bilim sistemini kuran kişi olduğu dile getirildi. Ayrıca onun kâşifliği ve seyahatlerinden bahsedildi. Öğrencileri hocalarının karşısındayken onu anlatmaya çalışırken hem çok heyecanlıydılar hem de hocalarını nasıl tarif edeceklerini bilemeyen bir zorlanma içindeydiler. Haklıydılar, çünkü Duralı çocukluğundan itibaren düşünce ve zihin dünyasını denizdeki ufuk çizgisi kadar geniş tutmuş biridir. Yapmış olduğu seyahatler de bu ufuk çizgisinin genişliğini gösterir niteliktedir. “Hocam turizm kelimesini sevmez” demişti bir öğrencisi, “o seyahat ve keşif kelimelerini kullanır” demişti. Tıpkı “ruh” kelimesi yerine “maneviyat”ı tercih ettiği gibi. Hakikaten de bir kâşif izlenimi verir Duralı hoca. Onunla karşılaştığınızda sanki biraz önce çok uzak bir yerden gelmiş ve biraz sonrasında da yeni bir yolculuğa çıkacakmış gibi durur karşınızda.
Utanma duygusu, ahlak, vefa, güven sermaye
Kırklareli Üniversitesi’nde okurken Teoman Hoca bizim fakültenin dekanlığını yapmaktaydı ve felsefe bölümünde de derslere girmekteydi. Dersine giren öğrencilerle konuştuğumuzda onlar üzerinde bıraktığı izlenim müthişti. İşte bu müthiş izlenimi o gün o salondakiler de hissetti. Uzun süren programın sonunda Bülent Ecevit Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mahmut Özer'den takdim belgesini alan ve cübbesini giyen Duralı, konuşma yapmak için kürsüye geçtiğinde herkes merakla ne konuşacağını bekliyordu. Çünkü konuşma öncesinde Duralı'nın şiirleri ile bütünleştirilmiş kısa bir film izletilmişti ve bu filmde hocanın Zonguldak-Kozlu'da başlayan hayatında denizin ve doğduğu bu toprakların izleri takip edilmeye çalışılmıştı.
Deniz ve Kaşiflik adını verdiği şiir kitabının anlamı, onun kaşifliği ve bir deniz şehrinde çocukluk yaşamış olmasıyla daha da anlaşılır olmuştu. Hoca kürsüye geçti. Salonda büyük bir sessizlik… Mikrofonda tok, gür ve pürüzsüz bir ses vardı. Önce hazirunu selamladı ve "Utanmadıktan sonra dilediğini yap" diye buyuruyor Hazreti Peygamber diyerek başladı konuşmasına. Şaşırmıştım, çünkü konuşma utanma duygusu ile başlamıştı ve ahlak, vefa sermaye ve güven kavramları üzerinden ilerliyordu. Tamamen beklenenin dışında bir mevzu ile çıkmıştı hoca karşımıza. Biz kendisinden önce yapılan konuşmalara binaen Türkiye'deki ve dünyadaki felsefe, biyolojik felsefe yahut yerli bir filozofluğun neleri gerektirdiğini anlatan bir konuşma bekliyorduk. O ise kürsüde güvenden, ahlaktan ve utanmaktan bahsediyordu.
“Hayatta en hakiki mürşit ilim değildir, güvendir”
Salonda çıt yoktu. Hoca adeta bütün salonu kapsayan bir hal almıştı. Konuşmasının içinde çocukluğuna ait bir anekdot aktardı: "Kozlu'da çok büyük bir ağaç vardı. O şimdi orada yok. İkinci Dünya Savaşı’nın hararetli günlerinde Alman ordusunun Meriç sınırlarına kadar dayandığı günlerde Kozlu Elektrik İşletmeleri Müdürlüğü’nde çalışıyordu babam ve Ankara'dan işletme müdürüne bir yazı gelmişti. Yazı annemin Alman ırkından olmasından dolayı babamın derhal açığa alınmasını emrediyordu. İşletme müdürünün Ankara'ya cevabı, ‘eğer o kişi ihanet ederse beni Kozlu meydandaki ağaçta asabilirsiniz,’ olur. Ben işte o gün bu toprak üzerinde öğrendim vefa ne demek, güven ne demek? Başka ne öğretti bana Zonguldak? Bakın burası sermayenin ve emeğin Cumhuriyet dönemindeki ilk yeridir. Üretim ve sermayenin en yoğun olduğu yerdir. Peki, sermaye neden önemlidir?"
Konuşma ilerledikçe hem parçaları birleştirmeye çalışıyor hem de konuşmanın nerede gideceğini kestirmeye çalışıyordum. Çünkü hocanın sermayeden sonra vurgu yaparak üzerinde durduğu konu konuşmasının başında açtığı utanma kavramı üzerine gidiyordu.
"Ben ilkokuldan profesörlüğüme kadar bütün eğitimimi bu ülkede aldım. Birilerinin Oxford, Sorbonnne mezunu olmakla övündüğü bir süreçte ben her şeyimle bu ülkenin imkânlarıyla ilerledim. Ben bu ülkenin sermayesiyim ve bu sermayenin karşılığı olarak da ülkeme bir görev borcum var. Güven ve görev borcu. Hayatta en hakiki mürşit ilim değildir, güvendir." Çünkü güven olmazsa o ilim tehlikeli bir hal alabilir.
"Ben de gençliğin verdiği zıpçıktılıkla Kanada'da üniversiteden gelen bir davet üzerine oraya gidecektim. Babam bana dedi ki, ‘sen bu ülkenin imkanları ile bu noktaya geldin, ülkene olan borcunu ödedin mi ki gidip başka bir ülkenin sermayesi olup oraya hizmet edeceksin? Önce bir utanmayı öğren ve utan bakalım, ondan sonra ne yapacaksın karar ver.’ Ben utanmaya o gün başladım. Ve o günden sonra da utanmam hep artarak devam etti. Ben sadakat, güven ve utanma duygumu bu topraklardan ve babamdan aldım. Bugün işte sizler de beni biraz daha utandırdınız. Beni bu payeye layık görerek utanmamı artırdınız ve bu topraklardaki vefa duygusunun ölmediğini bir kez daha gösterdiniz."
Bu sözlerin ardından hoca teşekkürlerini sunarak kürsüden ayrıldı.
Büyük bir ilim ve engin bir mütevazılık
Konuşmanın parçaları birbirini bulmuştu ve karşımızda büyük bir ilim sahibi olmakla birlikte irfanı da elde etmiş büyük bir filozof duruyordu. Hoca toplamda belki de on dakika bile konuşmamıştı ama konuşması öylesine etkiliydi ki işte o müthişliği on dakika içerisinde bütün salon hissetmişti.
Çok öncesinden kendisini kitaplarından ve öğrencilerinden tanıyor olmakla birlikte hocanın bu konuşması ve ayrıntılarını da görme fırsatını bulduğumuz hayat hikâyesinin etkisi ben de çok büyük oldu. Büyük bir ilim ve engin bir mütevazılık çok ender bir şekilde bir arada bulunan iki husus. Kendisine yöneltilen övgülere beni çok utandırdınız şeklinde mukabele etmek... Ülkenin yetiştirdiği yaşayan tek filozof olarak anıldığı halde büyüdükçe eğilen başak misali olabilmek…
Teoman Duralı'ya, onun hayatına ve eserlerine yeniden dönmek bize hayatımızın ufuk çizgisini genişletmemiz gerektiğini ve özdeki bazı duyguları yitirmememiz gerektiğini gösterecektir.
Sefa Toprak
Rahmet olsun. İnşAllah yeri doldurulabilir. Türkiye büyük bir değerini kaybetti.