Sultan Vahideddin’in yurt dışına çıkışı, acı gurbet hayatı ve vefatı

Kıymetli müdekkik İsmail Hami Danişmend’e göre “Malî ahlâk bakımından Sultan Vahideddin, yeryüzünde misli ender bulunabilecek kadar namusludur.” Mustafa Müftüoğlu yazdı.

Sultan Vahideddin’in yurt dışına çıkışı, acı gurbet hayatı ve vefatı

Şahsiyetine muhtelif vesilelerle temas ettiğimiz son Osmanlı Padişahı Sultan Vahideddin Han’ın yurt dışına çıkışı 16-17 Kasım 1922 Perşem­be-Cuma gecesine rastlar. 4 Temmuz 1918 Perşembe günü tahta çıkan, daha doğrusu, kendi tabiriyle “saltanatın kuş tüyünden minderleri üzerine gömülmeyip milletin ateşli külü üzerine oturan”[1]Sultan Vahideddin’in bu acı saltanatı dört sene, üç ay, yirmi sekiz gün devam etmiştir.

Vahideddin Han’ın yurt dışına çıkışından on altı gün evvel Büyük Millet Meclisi’nce saltanatla hilafet birbirinden ayrılıp saltanat lağvedil­miş ve Sultan Vahideddin’in üzerinde yalnız “halife” unvanı kalmıştır. O tarihte İstanbul henüz düşman işgalinde olup daha evvel kaydettiğimiz gibi Ankara hükümeti adına Trakya’yı teslim almaya giden Refet (Bele) Paşa İstanbul’dadır.

Sultan Vahideddin’in yurt dışına çıkışı, Ankara hükümeti adına kendi­sini ziyaret eden Refet Paşa’nın, “Padişahın önünde ayak ayak üstüne attım ve koltuğa o kadar yaslandım ki nerede ise pabucum Vahideddin’in burnuna değecekti.” cümlesiyle bizzat itiraf ettiği gibi pek ibretâmiz bir muameleye maruz kaldığı; bir iddiaya göre[2] Büyük Millet Meclisi’nin padişahı, hıya­net-i vataniye ile ithama karar verdiği günlere rastlar. Naşit Hakkı Uluğ, Siyasî Yönleriyle Kurtuluş Savaşı adlı kitabının 324. sayfasında, “General Harrington’un Vahideddin’i Kaçırma Planı” başlığı altında, İngiliz işgal kuv­vetleri başkumandanının anlattıklarını şöyle naklediyor:

“Kimse saraya yaklaşmadığı için kaçma işi müşkül bir meseleydi. Tuğ­general Julian Stele ve Muhafız Kumbaracılar Kumandanı Albay Volston ile birlikte son sultanı sağ olarak buradan çıkarmak üzere bir plan hazır­lamaya oturduk. Hazırladığımız planda sultan ile oğlu ve kendisine sadık kalan bir-iki adamı cuma sabahı -zannedersem- saat altıda gezmeye çı­kacaklardı. Tam o sırada muhafız kumbaracılar, sarayın arka bahçesinde talim yapıyor gibi görüneceklerdi. Fakat öyle kötü talim yapacaklardı ki iki ambulans kapının dışına sıkıştırılacak ve belirli bir dakikada sarayın kapısı zorlanarak sultanla oğlu birinci ambulansa ve diğerleri muayyen bir miktar eşya ile ikincisine konacaktı. Kapının her açıdan makineli tü­feklerle çevrili olduğunu söyleyebilirim. Yaverim ve kumbaracılardan di­ğer bir subay, dolu tabancalarla ambulansta olacaktı. Makineli tüfeklerle dolu kamyonlar, yol üstünde bulunan bütün sarayların karşısına, alarm verilmesi ihtimaline karşı konulacaktı. Yüz kişilik silahlı ve kuvvetli bir deniz bölüğü Dolmabahçe’ye zahiren talime çıkarılacaktı. O perşembe günü, bir şey duyulmaması için fevkalâde dikkatli hareket etmemiz gere­kiyordu ve bunu yalnız hareketi yönetecek subaylar biliyordu.”

İngiliz işgal kuvvetleri başkumandanı, durumu “Yalnız hareketi yöne­tecek subaylar biliyordu.” diyor amma Refet Paşa, İngilizlerin hazırlıkla­rından haberdardır. Ankara hükümetince tayin ettirilen, padişah yaver­lerinden genç bir bahriyeli, Refet Paşa’ya;

“Padişah’ı, İngilizler yarın sabah kaçırıyorlar.” diye ağlamaklı bir sesle haber verdiğinde Refet Paşa, yavere;

“Budala, ne üzülüyor, ne ağlıyorsun? Padişahı İngilizler kaçırırsa Türk milleti hiçbir gün Vahideddin’in bu hareketini affetmeyecektir. Biz tutar ve yakalarsak bu sefer millet bizi affetmeyecektir. Bırak gitsin, Vahided­din işimizi kolaylaştırıyor.” demiş; padişahın yurt dışına çıkarılmasından sonra da İngiliz işgal kuvvetleri başkumandanı Harrington’un,

“Haber vermeden hünkârı kaçırmış olduğumuz için size karşı mah­cubum.” sözüne ise şu cevabı vermiştir:

“Bizi bir yükten kurtarmış olduğunuz için ben de size teşekkür ede­cektim.”

Ve aynı Refet Paşa, Sultan Vahideddin’i ziyaretinde, “Padişaha çok ürkütücü sözler söyleyip tavırlar takındığını” bizzat itiraf ettiğine göre İngiliz İşgal Kuvvetleri Başkumandanı Harrington’un, Vahideddin Han’ın İstanbul’dan ayrılmasını müteakip yayınladığı beyannâmede “Zat-ı şaha­ne’nin (Vahideddin’in) vaziyet-i hazıra neticesinde hürriyet ve hayatını tehlikede gördüğünden” bahsetmesi, mutlaka tetkiki gereken mühim bir husustur.

Kıymetli müdekkik İsmail Hami Danişmend’e göre “Malî ahlâk bakı­mından Sultan Vahideddin, yeryüzünde misli ender bulunabilecek kadar namusludur.”[3] Vahideddin bu meziyetini yurt dışına çıkarken de göster­miş ve akıbeti meçhul bir yolculuğun eşiğinde, kendisine babasından in­tikal eden meşru serveti dahi götürmeyip kızı Sabiha Sultan’ın ifadesine göre yalnız elli bin Türk lirası alıp gurbet yolunu tutmuş, bu arada sarayda kendi nezdinde bulunan “musanna” ve “murassa” bir altın çekmeceyi de Hazine Dairesi’ne iade etmiştir ki bu mühim husus, “Hesapları İnceleme Komisyonu” Reisi Salih Keçeci’nin itirafıyla sabittir.[4] Ve bu gerçek, yine İsmail Hami Danişmend’e göre “efsanevî bir namus ve istikâmet eseridir.”

Sultan Vahideddin, İngilizlerin “Malaya” adlı zırhlısıyla İstanbul’dan ayrılmış ve bu hazin yolculukta kendisine oğlu Ertuğrul Efendi ile baş­mabeynci, musahib, doktor gibi bazı kimseler de refakat etmişlerdir. Mabeyn-i Hümayun Hademe ve Mızıka Kumandanı Kaymakam Zeki de maiyetindedir. Hayatı başlı başına bir kitap mevzuu olan bu Zeki adlı kaymakam, Vahideddin Han’ın eski kayınbiraderidir. Kız kardeşi İnşirah Hanım, Vahideddin’in ikinci haremi olup daha şehzadeliği yıllarında Va­hideddin’i terk etmiş, fakat kardeşi Zeki, şehzadenin yanından ayrılma­mış ve nice melanetle Vahideddin’i ömrü boyunca pek müşkül durum­larda bırakmıştır. Yakınlarına “Öküz öldü, ortaklık bitti. Bu adam hâlâ ne diye yakamızı bırakmıyor?” diyerek eski kayın biraderinden dert yanan Vahideddin, bu Zeki adlı adamdan bir türlü yakasını kurtaramamış ve çekmediği de kalmamıştır.

İngilizler tarafından Malta Adası’na götürülen Sultan Vahideddin, bir müddet bu adada kalmış, bilahare vâki davet üzerine Hicaz’a geçmiş­tir. O yıllarda Hicaz’da, kapkara şahsiyetine daha evvel temas ettiğimiz şu Harb-i Umumi’de Devlet-i Âliyye’ye isyan eden İngiliz uşağı Hüseyin vardır ve bu hainin Vahideddin’i Hicaz’a davetten gayesi, hilafeti Osma­noğlu’ndan almak, böylece İngiliz efendilerinin İslâm âlemindeki hâki­miyetlerini kolaylaştırmaktır.

Vahideddin Han, Hicaz’a vardığında bir müddet Mekke’de kalmış, sonra Taif ’e geçmiş, bu arada sarı hummaya yakalanıp on beş günden fazla ölümle pençeleşmiş ve hastalıktan kurtulup nekâhat devresini ge­çirdikten sonra Taif ’ten ayrılmıştır.

Sultan Vahideddin’in Hicaz’dan ayrılması, İngiliz uşağı Hüseyin’in melanetlerini sezmesinden doğmuş ve hilafeti Osmanoğlu’ndan almak peşinde koşan Hüseyin’in oyununa gelmeyen Vahideddin, o sırada patlak veren Vehhâbî isyanı bahanesiyle Hicaz’ı terk etmiş, daha sonra da hilafet peşinde koşan Hüseyin Vehhâbîlere yenilerek Hicaz’daki saltanatını da kaybetmiştir.

Hicaz’dan ayrılıp Mısır’a yerleşmek isteyen Vahideddin, Mısır Kralı Fuad’ın basit hesaplarla bu seyahate pek itibar etmemesi yüzerine İtal­ya’ya gitmiştir. Cenavo limanına çıkan ve oradan San Remo şehrine geçen Sultan Vahideddin, ömrünün son yıllarını bu şehirde tamamlamıştır.

Sultan Vahideddin Han, San Remo’da evvela “Villa Parodi” adı verilen köşkte oturmuş, bilahare “Villa Manyoli”ye geçmiş, bu arada İstanbul’da kalan efrad-ı ailesiyle maiyet halkından bazıları da San Remo’ya gelmiş ve Vahideddin Han bu kalabalık nüfusu geçindirebilmek için çok ıstırap çekmiş, fakr u zarurete düşmüş, ancak hiç kimseden yardım almamış, “Âli Osman” nişanının kıymetli taşlarına varıncaya kadar sökülüp yükte hafif pahada ağır ne varsa cümlesi gizli gizli elden çıkarılmış ve böylece Sultan Vahideddin, çektiği ıstırabı harem halkına dahi sezdirmeden eri­yip gitmiştir.

Vahideddin Han’ın hiç kimseden yardım kabul etmediği mevzuunda son yıllarda Prof. Ali Genceli tarafından ortaya atılan bir iddia pek mü­himdir. Diyor ki bu zat:

“Pakistan’ın çok basan, aynı zamanda çok sahifeli günlük gazetelerin­den biri olan Sindhî Hürriyet gazetesinin 22 Cemaziyelevvel 1388 tarihli 7. sayısında, Hindistan’ın Sind ülkesinin basın tarihine ait mufassal bir yazı vardı. Bu ülkede ilk gazeteciliğin nasıl başladığından bahisle hilafet meselesi bahis mevzuu olduğu zaman Haydarabat (Sind Haydarabadı) şehrinde merhum Vahdeddin Han’ın hakkını korumak maksadıyla el-Va­hid-Müslüman isimli, Sind dilinde bir gazete çıkmış, bunun arkasından Karaçi’de, yine Sind dilinde aynı maksadı güden Halifetu’l Müslimîn Va­hid adlı başka bir gazete daha neşredilmeye başlanmıştır.

Verilen bilgiden, bu iki gazetenin neşir gayesinden daha mühim bir mesele öğreniyoruz. O yıllarda bu ülkede bazı müteşebbis zevatın him­metiyle bir heyet kurulup merhum Vahideddin Han Avrupa’da sıkıntı içinde iken külliyetli bir miktar para toplanıp Ağa Muhammed Nureddin Cafer isminde bir zat vasıtasıyla kendisine gönderilmiştir. Fakat bu zatın bildirdiğine göre merhum Vahideddin Han bu parayı kabul etmemiş ve ‘Hamdolsun şimdi ihtiyacım yoktur.’ demiş. Parayı götüren zat ise ‘Bu pa­rayı Müslümanlar İslâmî bir hizmete sarf etmeniz için göndermişlerdir.’ diyerek halifenin gönlünü almak suretiyle parayı kabul ettirmek istemiş, o zaman halife, parayı getiren zata, ‘Sizin ülkenizde İslâmî bir medrese veya buna benzer bir müessese var mıdır?’ diye sormuş, o zat da ‘Sind İs­lâmiyye Medresesi’nden ve diğer iki medreseden bahsetmiş, bunun üze­rine merhum Vahideddin,

- Mademki bu parayı benim bir İslâmî işe sarf etmem için getirdi­niz, ben de halife sıfatıyla sizi naip tayin ettim. Bu parayı alıp götürün, ‘Sind İslâmiyye Medresesi’ ile onun yanındaki diğer medreselere halife namına sarf edin, demiştir.

Bu sözleri dinleyen zat diyor ki:

- Halife bu sözü söylediği zaman onun huzurunda ağlamamak için kendimi zor tuttum. Zira ihtiyacı olduğunu biliyordum. Huzurundan ay­rıldım ve parayı dediği yerlere sarf eyledim.”

Bu mühim iddiayı nakilden sonra geçelim Vahideddin Han’ın vefatı­na... Sultan Vahideddin, içine yuvarlandığı fakr u zaruret içinde pek çok sigara içmeye başlamış hem de tasarruf gayesiyle en âdi sigarayı içmiş, bu arada uzun yıllardan beri çekmekte olduğu romatizma ağrıları dola­yısıyla da devamlı aspirin almıştır. Doktoru, sigarayı bırakmasını veya azaltmasını ve fazla aspirin almamasını tavsiye etmişse de Vahideddin Han, içinde bulunduğu şartlarla doktorun tavsiyesini yerine getirememiş ve nice ıstırap sonunda 15-16 Mayıs 1926 Cumartesi-Pazar gecesi atmış altı yaşının içinde kalp hastalığından vefat etmiştir.

Ailesinin arzusu üzerine Sultan Vahideddin’in cesedine otopsi yapıl­mış, bu arada yeğeni (Mediha Sultan’ın ilk kocasından olan oğlu) Sami Bey, dayısının cesedi için bir tabut yaptırıp içi kurşunla kaplı bu tabuta, Vahideddin’in tahnit edilen na’şı konmuş ve tabutun üzerine yerleştiri­len bir pirinç levhaya “İslâmların Halifesi ve Türklerin Hakanı VI. Sultan Mehmed Han Hazretleri” yazılmıştır.

Tahta çıktığında “Maddeten hiçbir şeyden korkmam. Fakat pek ağır vazifede-ruhte ettim. Allah’tan korkarım.” diyen Sultan Vahideddin’in endişesi, makamın ihtişamına rağmen yüzünden bellidir.

Ancak Vahideddin Han’ın tabutu “Villa Manyoli”den çıkartılamamış, alacaklı San Remo tüccar ve esnafı, takriben yüz yirmi bin lira kadar bir borç için “Villa Manyoli”deki eşyanın yanı sıra bu tabuta da haciz koydur­muş ve Sultan Vahideddin’in na’şı, kızı Sabiha Sultan’ın bu parayı tedarik edip babasının borçlarını ödeyinceye dek bir ay mahcuz kalmıştır.[5]

Kaynak: Yalan Söyleyen Tarih Utansın, Cilt 9, Sayfa:77-84

Dipnot:


[1] Ali Fuad Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, Ankara 1951

[2] İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c. 4, İstanbul 195578

[3] İsmail Hami Danişmend, Kronoloji

[4] 1951 yılına ait Vatan gazetesi koleksiyonu

[5] Bu acı gerçek üzerinde durulması gereken husus şudur ki Vahideddin Han’ın borcu ortada dururken yeğeni Sami’nin, dayısının na’şı için mükellef bir tabut yaptırması acayiptir. Ölüyü her şeyden önce borçtan kurtarmak pek mühim dinî bir vazife iken bu pek mühim vazifeye itibar etmeyip mükellef bir tabut yaptırmak, Mediha Sultan’ın ilk kocasından olan ve yanlış olarak “Prens” diye anılan bu yeğen Sami’nin hanedan haysiyet ve şahsiyetinden ne kadar uzaklarda olduğunu tespit yönünden mühimdir.

YORUM EKLE

banner36