'Seni ne ihtiyarlattı' diye sorarken de oruçlu

Sözü ve çoğaltılmış hallerini okurken, o okumuşluktan hasıl olan yazılar yazarken, kendisini de okuyor ve dokuyor. Abdullah Harmancı’yı yazdı Mehmet Aycı..

'Seni ne ihtiyarlattı' diye sorarken de oruçlu

 

Oruçlu…

Dudakları kudretten oruçlu… Hani Anadolu’da ağzı bağlı derler ya, ondan… Gülümserken bile oruçlu… Bir de önce kendine söylüyor ne söylüyorsa… Önce kendine söyleyip kimseye söylemediklerini, dünyaya söylemediklerini, sadece gönlüne ve ruhuna söylediklerini de kendine söylüyor.

Biraz daha anlaşılır kılmak için, demli ve sıcak bir bardak çaydan bir yudum çekmiş de dudaklarını kapatmış, hâlâ o tazeliği, o tadı bütün ömrüne yaymak istermiş gibi bir buruk içe kıvrılma da var dudaklarında…

Yahut içinde yedi milyar insanı, bu insanlar içinde daha çok yetmiş beş milyon insanı, o insanlar içerisinde daha çok kırkları, yedileri, üçleri konuşturuyor da, o konuşmaların pıtraklarını budaklarını yontarak, kumunu taşını süzerek, kendi sesi, kendi durgunluğu, kendi dinginliği kılarak söylemek için bir süzek olarak kullanıyor dudaklarını…

Gözleriyle dudakları aynı yere bakıyor. Ya da dudaklarının da gözleri var, gözlerine paralel… Durmuş oturmuş, saygı uyandıran, dünyaya saymak ve sayılmak için geldiğimizi bilen bir bakış diliyle bakıyor gözleri…

Kendine ait bir öykü dili geliştiren nadir öykücülerimizden

Her günün, her anın hasatçısı… Haset ve hasetçi sözcüğü, o sözcüğün çağrışımlarının bulaştığı tohumlar, bitkiler, canlılar, onun harmanına ulaşamıyor.

Bir de, iyi ve ince olanın iyi ve incelikten kaynaklanan durumuna ve duruşuna, o duruşun ve o durumun yer yurt edinirken çektiklerine ve çentiklerine dair bir sözlük yazacak kadar çok kelime vermiş Allah ona…  Nereye baksa bir sözcük okur gibi derli toplu ve rahat okuyor o sözlüğü…  Sözü ve çoğaltılmış hallerini okurken, o okumuşluktan hasıl olan yazılar yazarken, kendisini de okuyor ve dokuyor.

Yazdıkları ruhunun ve gönlünün yufka yüreğine dokunmazsa gün yüzüne çıkarmadan yırtıp çöpe atacak kadar cesur… Yüreğinin yufkalığının kaybolmaması için Allah’a dua edenlerden…

Abdullah Harmancı bu, öykücümüz…

Yeni Türk Edebiyatı doktoru…

İnsanın ne yaparsa yapsın, peygamberler hariç, bir “muhteris” olduğunu, hayatın insanı muhteris kıldığını idrak edip gelmiş geçmiş Ademoğulları ve Havva kızları için de tövbe edenlerden…

Ertenin ertesinin ana yurtluğuna dair iman ve bilgi sahibi…

Yerlere göklere sığan ve yerlere göklere sığmayan ve yerlere göklere rahmet olan ve yerlere göklere bela kesilen ne varsa öyküsünde…

Saçlarına “seni ne ihtiyarlattı” diye sorarken sorusu da oruçlu…

Kendine ait bir öykü dili geliştiren nadir öykücülerimizden…

Hüseyin Rahmi’yi yalnızca romancı bilenlere söyleyecekleri var.

Sulara attığı taşın hayatıyla kesiştiğini, örtüştüğünü, dahası hayatın son tahlilde suya bir taş atma eylemi olduğunu bilmek yüzündeki ırmakları da hüzünlendiriyor.

Yüzü bozkırda bir tebessüm vahası…

Böyle biliriz.

 

Mehmet Aycı yazdı

YORUM EKLE