Salinger neyimiz olur?

Bana Amerika topraklarından üç adam sevdirildi: Malcolm X, Susan Sontag, J.D.Salinger...

Salinger neyimiz olur?

J D SalingerGıpta Edilen Yumruk

“Dünyada en değerli şey nedir?” sorusuna Zen ustası: “Ölmüş bir kedidir!” diye cevap verir. “Neden?” diye sorulduğunda ise: “Çünkü ölmüş bir kediye kimse paha biçemez!” der.

Salinger öldüğü gün İpad devreye girdi. Yani “bizleri daha da özgürleştirecek olan, ileri derecede iletişim uzmanı” bir aygıt. Daha çok internet, daha çok dedikodu, daha çok resim paylaşımı… derken “başka bir köleliğe karşılık özgürlüğümüzü ipotek altına alacak” yeni kuşak bilgisayarlar…

Delileri ve delillerini sevdim

Dünyalıklar içerisinde delileri sevdim. Belki de dünyaya yakışmayan bir güzellikleri olduğu için sevdim velî duruşlu delileri… Mesela J.D. Salinger’ın Holden’ı… Delilerin en yakışıklısı. Behlül Dâna ne güzel gülerdi Basra sokaklarında; Holden geçerdi dalgasını cola’nın, kadın’ın, hırsların tam karşısında Amerika’nın taşrasında… Küçültülen dünyaya inat ormandaki kulübesinden alay ettiği yalan dünya varsın inatla dönsündü; Salinger bulmuştu mahrem olanın sağlıklı olduğunu.

Bana Amerika topraklarından üç adam sevdirildi. O meskûn mahalden İki hâle zebun oldum. Film platolarındaki bir film kritiğiyle Amerikan kesinliğine düşman kılındım.

Malcolm X, Susan Sontag, J.D.Salinger o üç güzel insandır. İki hâl ise Kızılderili reisinin “oğlum bunlar topraklarımızı yalan söyleye söyleye alacaklar” demesi ve 1957 yılında Arkansas’ta  ablamız Elizabeth’in hakir düşürülmeye çalışılmasıdır. Film kritiğine gelince; Beyazlar her zaman haklı değildirler kardeşim. Hele ki her vakit hiç mi hiç “iyi adam” rolünü hak etmemektedirler!

Savaş gören adamların küskünlüğü

İkinci dünya Savaşı’nın kahrını iliklerine kadar yaşayan ozanlardandı Salinger. Namusludur. Geri çekilmenin de bir erdem olduğunu, modern çağın değirmenine su taşımanın Firavun’un kölesi olmaktan farksız olduğunu bilecek kadar aklı vardır.

Modern zamanların en popüler münzevisiydi. Kenara çekilmenin yürek istediği bir zamanda şöhreti tepip Kornish kasabasına çekilirken dönüp ardına bakmayan, Hemingway’e dediği gibi “Beni bu savaş mahvetti” sözüyle savaşların en zebunu 2. Dünya savaşında beynini kanatan adamdı. Öğretmenleri tarafından bir gün olsun takdir edilmeyen, akademinin en başarısız öğrencilerinden. Arka sıralardan çıkan deha… O, her daim “ergen bir oğlanın aksiliğiyle kafa tuttu dünyaya” denildi. El hak doğrudur. Lakin, dünya, insanları ergen bir delikanlıdan öte görmeyen bir dünyaya dönmüştü matbaanın icadından bu yana.

Şiddetle sevdi bir şeyleri. Şiddeti kendine bir zindan kurdurdu.

Salinger öldü; ardından konuşabiliriz! İyi adamdı ama insan içine çıkmazdı. Güzel yazardı ama kimselerle güzel güzel konuşmazdı. Bir iddiası vardı ama hiçbir zaman ispat etmek için çıkmadı meydana.

Holden’ın beynini kemiren dünya görüntüleri… Görüntüler dünyası ki yer bitirir; insan denen mahlûkun nesi var nesi yoksa düşünce namına, sebat namına, derinlik namına besleyip büyüttüklerini. Holden yani Salinger, kurtarmak için çekilir inzivaya; insanlığını. Saldırıya geçmiştir tüm Amerikanizmin ürünleri ve markaları bir kere. Dur durak bilmeyen bir çağdır 20. Asır.

Mahrem tanımayan dünyaya atılan yumruk

Hani, Salinger gibi, deklanşöre basıp bizleri deşifre etmek isteyen insanlara bir yumruk atma isteği birçoğumuzda vardır. “Çekme kardeşim, ne çekiyorsun?!”  şımarıklığıyla, “N’olur benim resmimi çek!” alt metniyle düşünülen bir hâl değildir bu! Ancak, içindeki dehlizlerin kıymetini bilenlerin anlayacağı bir hâldir: “Mahremiyetim bana aittir, kimselerin gözüne sürme çekilecek kadar dahi veremem!” diyebilmektir bu. Böyle bir eylemi yapan Salinger’ı biraz da gıpta ile severiz. Adının altının çizilmesini istemediği halde, adı kalın harflerle yazılır dürüst ve samimi olan adamın. Salinger, o dürüst ve samimi adam… öldü! Yazmıyor artık. 1965 yılından beri yayınlamıyordu zaten… Gönlümüzü çelip Amerika topraklarında yalnızca kovboylar olmadığını gösteren müstesna şahsiyet…

Gönülçelen’de anlatır hani: “Ortalık oldukça sessizdi, çünkü bizim Ernie piyano çalıyordu. Herifin piyanoya oturması bile, Tanrı aşkına, kutsal bir şeydi sanki. Yani, hiç kimse onun kadar iyi çalamazdı. Piyanonun önünde kocaman lanet bir ayna vardı, Ernie`nin suratına da iri bir spot lamba çevirmişlerdi, böylece o piyano çalarken suratını seyredebiliyordunuz, parmaklarını değil ama; o kocaman moruk suratını yalnızca. Yemin ederim, ben bir piyanist ya da aktör filan olsaydım ve bu sersemler de benim olağanüstü biri olduğumu düşünselerdi, bu durumdan nefret ederdim. Beni alkışlamalarını bile istemezdim. Ben piyanist olsaydım, gider bir kenefe kapanır, öyle çalardım …”

Mert olan fert kalır

İkiyüzlülüğe ve şakşakçılığa tahammül edemeyen bir ruh.  İnsanların sahte alkışlarına ihtiyacı yoktu. Yukarıdaki satırlar ruhunu ele veriyor; ‘yaşanmaz kardeşim bir gösteri nesnesi olarak,’ demeye getiriyor o deli avâz cümleleriyle.

Kapanış ise pek fena hüzünbazdır. İnsanın kemiklerine dokunan bir yakınlık vardır satırlarda:

Pek çok insanın hakkında konuştuğum için üzgünüm. Bildiğim tek şey; size anlattığım herkesi biraz özlüyorum… Sakın kimseye bir şey anlatmayın. Herkesi özlemeye başlıyorsunuz sonra.”

Anlattıklarınızla insanlara bağlanırsınız. J.D. Salinger’ın satırlarına bir kere bakanlar gözlerini o samimi, içedönük, insanın kendi hikâyesiymiş gibi duran yazılardan gözlerini ve gönlünü alamaması biraz da bundandır: Ölmeyecek hikayeler yazdı Salinger. Bir zen hocasının basit öyküsü kadar yalın, bir hai-kui kadar derin ama sade, bir özlemin dillerden şırıl şırıl akan bir pınar gibi akması…

J.D.Salinger 2010 yılında 91 yaşında öldü. 1. Dünya Savaşı bittiğinde doğdu, savaşlar yüzyılında bir münzevi olarak yaşadı. Gizlendikçe açığa dökülen bir yanı vardı. Ve belki daha fazlası kaldı geriye. Artık söz mirasyedilerde!

Salinger; doğdu, acı çekti, yazdı, münzeviydi ve öldü.

Şimdi susmak ve Çavdar Tarlasında Çocuklar ne yapıyorlar, bir daha bakmak zamanı.

Zeki Bulduk, uzak akrabalarını özledi

YORUM EKLE
YORUMLAR
leke
leke - 13 yıl Önce

duyguluymuş. bittim. bu Morrow denen herif ancak bir klozet kapağı kadar duygulu olabilirdi...

Sinan Yılmaz
Sinan Yılmaz - 13 yıl Önce

Bu Salinger da kim? Tasfiye'de de bir Salinger çevirisi var, Şehmuz Kurt çevirmiş The New York Times'ten.

semanur
semanur - 13 yıl Önce

o kadar iştah açıcı bi yazı olmuşki oturup tekrar gönülçelen'i okuyasım var..
elinize sağlık..

sena kavak
sena kavak - 13 yıl Önce

Son zamanlarda bir Salinger edebiyatidir gidiyor, bati icin özellikle Amerikan tarihi ve edebiyati icin mühimdir vs. fakat bizim basin bu adami niye bu kadar abartiyor anlamıyorum tanpinar´in esamisi okunmaz bir Salinger sevdasidir gider durur anlayan varsa beri gelsin

sümeyra
sümeyra - 13 yıl Önce

yayınlanmayan yazıları vardır muhakak. bize de ulaşır mı acep?

İsmail Hakkı
İsmail Hakkı - 13 yıl Önce

Tanpınar ile Salinger'ı karşılaştırmak, elmayla armutun birbirinden leziz tatlarından mahrum olmak demektir. Tek bir sanatçıya odaklanıp hayatı ondan ibaret sanmak ne büyük kayıp. Tanpınar'ın İstanbul'u, şu an yaşadığımız şehirden çok uzak olsa da biz yine de onda kendimizi buluruz, tıpkı Dostoyevski'nin Raskolnikov'un da ya da Salinger'ın Zooey'sinde bulduğumuz gibi. En azından farklı olanı tanır ve anlarız.

Salinger'ı samimiyetle anlatan bu güzel yazı için teşekkürler.