XVII. asır divan edebiyatının en mühim siması olan Nef’î, 1572 yılında Erzurum’un Hasankale kasabasında doğmuştur. Kırım hanının nedimlerinden Mehmed Bey’in oğludur. Asıl adı “Ömer” olan büyük şaire “Nef ’î” mahlası, meşhur tarihçi Gelibolulu Âli tarafından verilmiştir.
Sultan I. Ahmed devrinde, Kırım hanının tavsiyesiyle İstanbul’a gelen Nef’î, yazdığı kasidelerle kısa bir zamanda şöhrete ermiş ve devrin mühim adamlarına sunduğu bu kasidelerde öylesine muvaffak olmuştur ki ondan sonra kaside yazan en büyük şairler dahi onun tesirinden kurtulamamışlardır.
Muhtelif memuriyetlerde bulunan ve aldığı aylıktan çok, kasidelerinin caizesi (şiir hediyesi) ile geçinen Nef ’î’nin,
Âferîn ey rüzgârın şeh-süvâr-ı safderi
Arşa as şimden-gerü tîğ-ı süreyyâ-gevheri.
matla’lı kasidesi için II. Osman’dan (Genç Osman) aldığı caize akıllara durgunluk verecek derecede çoktur.
Ebuzziya merhum, Nef ’î ile ilgili tedkikinde, ünlü şairin, bir kasidesi için İlyas Paşa’dan aldığı caizenin listesini yayınlamıştır ki bu liste başlı başına bir servettir.
Şair Nef ’î, yazdığı bu kasidelerin yanı sıra korkunç hicivleriyle de şöhret bulmuştur. Nef ’î, bu mevzuda o derece ileri gitmiştir ki:
Peder değül bu, bela-yı siyahdur başuma!
diyerek babasını dahi hicvetmiştir.
Sihâm-ı Kazâ adlı eserinde topladığı hicivlerinde, onun dilinden ve kaleminden, kurtulabilmiş kimse pek azdır. Devrin mühim şahsiyetlerim ağza alınmayacak sözlerle hicveden Nef ’î’yi, IV. Murad himaye etmiş ve “Adı Nef ’î olan o hiciv şairinin katli, Engerek yılanının katli gibi dört mezhepçe da vacibdir!” diyen düşmanlarına karşı Nef ’î’yi koruyan IV. Murad, nihayet 25 Haziran 1630 Salı günü, Nef ’î’yi, hiciv söylememesi için tövbe ettirmiştir.
Naîmâ’ya göre IV. Murad, fırtınalı bir günde Nef ’î’nin Sihâm-ı Kaza adlı hiciv kitabını okurken saray civarına yıldırım düşmüş, bunu bir uğursuzluk sayan padişah, Sihâm-ı Kazâ’yı yırtıp attıktan sonra bir daha böyle şeyler okumayacağına yemin etmiş; bilahare Nef ’î’yi çağırtıp tekdir ile vazifesinden uzaklaştırmış ve bir daha hicviye yazmayacağına dair yemin ettirmiştir.
Bu tövbeden sonra bir kasidesinde,
Bugünden ahdim olsun, kimseyi hicvetmeyim amma
Vereydin ger icâzet, hicv ederdim baht-ı nâsâzı.
diyen Nef ’î için devrin bir şairi,
Gökten nazire indi Sihâm-ı Kazâ’sına,
Nef ’î diliyle uğradı Hakk’ın belasına.
beytini söylemiştir.
Tövbesine rağmen bir müddet sonra yine hiciv söylemeye başlayan Nef ’î, bu kerre dilini tutamamanın cezasını çabuk görmüş; bilahare vezir-i a’zam olan, kubbe vezirlerinden Bayram Paşa’yı pek ağır bir dille hicveden şairi, IV. Murad’ın iradesiyle Bayram Paşa, konağına davet edip odunlukta boğdurarak idam ettirmiştir.
27 Ocak 1635 Cumartesi günü idam edilen Nef ’î’nin cesedi denize atıldığından kabri yoktur. Mevlevi olan Nef ’î için son yıllarda Konya’da sembolik bir mezar, bir makam yaptırılmıştır.
Türkçe divanı basılan Nef î’nin, Farsça divanıyla Kazâ’sı basılmamıştır.
Nef î’nin idamı vesilesiyle kaydedelim ki İslâm ahlâkında hiciv kötü bir huydur ve yasaktır. Merhum Ahmed Hamdi Akseki, İslâm Dini adlı mühim eserinde, İslâm’ın menettiği kötü huyları sayarken istihza (alay etmek) ve hicvetmek mevzuunda diyor ki:
“Bir insanı karşısına alarak onunla alay etmek ‘onu hiçe saymak ve kendisini çok yüksek görmek’tir. Aynı zamanda bu, kurnazca sövmektir. Bunu yazı ile yapmak da aynı şeydir. Her ne suretle olursa olsun, başkalarıyla eğlenmek, onu, kötü ve sevmeyeceği lakaplarla çağırmak, ahlâk bakımından pek kötü bir şeydir. Bunun içindir ki Müslümanlık bu kötü huyu şiddetle ve kat’i olarak menetmiştir.
Çok defalar alay etmenin, birini gülünç bir hâle koymanın şairane olan kısmına hiciv denir. Şiirler ve manzumelerle birini tahkir etmek, onun haysiyetine dokunmak da ahlâk kanunlarına uygun bir hareket değildir. Bilhassa bunun insanlar arasında bıraktığı tesir, daha çabuk intişar eder ve uzun zaman yaşar. Ahlâk kanunlarının bizden beklediği vazife, yalnız başkalarının şeref ve haysiyetine tecavüz etmemek değil, yanımızda böyle bir şey vuku bulduğu vakit sükût etmeyerek -yapabilirsek- haysiyetine tecavüz olunan kimseyi müdafaa etmektir. Eğer nefsimizi bu yolda terbiye edebilmiş isek ahlâken yükselmişiz demektir.”
Kaynak: MUSTAFA MÜFTÜOĞLU, YALAN SÖYLEYEN TARİH UTANSIN, GERÇEK YAYINLARI, Cilt2, Sayfa: 321-323