Mısırlı Seyrani’nin destanında dediği gibi Burdur’a temaşa eyleyecek ve günümüzdeki manzarayı bize aktarılan edebi tasvirlerle mukayese edecek olursak, yazılanların gerçekliğinden şüphe duyabiliriz. Çünkü ne Mısır Prensesi Kadriye Hüseyin’in ‘Mukaddes Ankara'dan Mektuplar’ adlı kitabında “Güller şehrinin girişi pek nefis; yolumuz, tasavvur harici genişlikteki gül bahçelerinden geçiyordu.” diyerek hayale sığdıramadığı o geniş bahçelerden bir iz kalmıştır geride, ne de Kemal Tahir’in ‘Bozgun’ adlı hikayesinde “Ben bu kadar dünya gezdim, hiçbir yerde böyle güzel, buram buram kokan rüzgar görmedim,” diyerek eşsizliğini dile getirdiği o gül kokulu rüzgar. Fakir Baykurt’un Akçaköy’lerden bakarak kah küçük gördüğü kah gözünde büyüttüğü şehir de aynı şehir değildir artık. Bir yanda iyiden iyiye çekilmiş ölü gölü, diğer yanda ağacı seyrek dağlarıyla başka bir diyardır bugün, bir zamanların “güller ve göller diyarı”.
İyi insanlar iyi atlara binip gitti
Burdur’un ilk milletvekili olan Mehmet Akif Ersoy 1920’de Burdur’a gelirken on iki yaşındaki oğlu Emin’i de yanında getirmiş. Babasını ilk defa Burdur Hükümet Konağı’nda üç-dört yüz kişiyi aşkın bir topluluğa karşı hitap ederken gören Emin Akif, İzmir’den gelen kara haberleri ve yaşanan felaketin yürekler acısı sonuçlarını babasının nasıl acı bir dille tarif ettiğini duyunca dayanamayıp dinleyicilerin arasında karışmış ve kalabalıkla birlikte derin bir sessizliğe dalmış. Bu derin sessizlik içinde, duygularına engel olamayan vatanseverlerin hıçkırıkları duyuluyormuş sokaklardan.
O gün Emin Akif’in hüzünlü bir geleceğe doğru yol aldığı bu sokaklarda, tam altı sene sonra Bediüzzaman Said Nursi bir ömür sürecek sürgününe ilk adımlarını atacaktır. Burada Nurun ilk kitabı olarak ‘Nurun İlk Kapısı’nı yazacak, ancak halkın etrafına toplanmasından rahatsız olan hükümet onu sürgünden sürgüne gönderecektir. O gün hükümet konağında büyük bir inançla toplanan kalabalık günden güne dağılmış ve gülün de gölün de yalnız cansız hayali kalmış olsa da Said Nursi’nin de belirttiği gibi, Burdur'da kemmiyete (nicelik) ihtiyaç yoktur, çünkü keyfiyyet (nitelik) vardır.
Hayırsever bir Müslüman
1391 yılında Yıldırım Beyazıt tarafından Osmanlı topraklarına katılan Burdur, 1872 yılında yörenin mütesellimi ve en tanınmış hayırseveri Sadenzade Hacı İsmail Ağa’nın çabalarıyla Konya vilayetine bağlı sancaklardan biri olmuş. Bu önemli kişi Burdur’un sadece il olmasını sağlamakla kalmamış, şehre çok uzak su kaynaklarından su getirtmiş, şehre 35 civarında çeşme kazandırmış ve en önemlisi de cami ve kütüphane yaptırmış. 1914’te 1. Dünya Savaşı’nın meydana getirdiği depremin etkisi tüm yurtta sürerken, aynı sene içinde Burdur’da gerçek deprem olmuş. Bu büyük depremde yaklaşık 4.000 kişi ölmüş, yüzlerce ev viraneye dönmüş ve şehrin önemli yapılarından çoğu yıkılmış. O günlerden sağ salim çıkıp günümüze ulaşan dini yapılardan biri Sadenzade Hacı İsmail Ağa’nın yaptırdığı Saden Camii.
Ne binalar yerle yeksan oldu
Burdur Saden Camii, Osmanlı döneminden kalma önemli eserler arasında yer alıyor. Kültür Bakanlığı tarafından korumaya alınan ve yakın bir tarihte Vakıflar Genel Müdürlüğünce aslına uygun olarak restore ettirilen bu caminin özellikle minaresi, mihrabı ve minberi önem taşıyor. Yaptıranın namı kadar sade fakat her cami kadar mukaddes bu mekan, ahşap minaresiyle, geçirdiği her türlü afete inat 150 yıldır hala dimdik ayakta. Cami kapısının üstünde 1278 (1862) tarihli eski bir kitabe bulunmakta:
Cenab-ı Haktan oldu ihyayı kıldı vasi i camiini
Namına küçük divan baba musanna camii
Sahibül hayrına Mevla cenneti ihsan idüp
Hacı İsmail Ağa timarı hayrı sadeni
Vakfında oldu, bu cami-i naziri yok gibi
Buldu teynüm cihetle oldu gayet mevkii
Hasna tam tarihi söyler dahi şehri safer
Mabedi İslam bülendi hamd ü camii ruşeni
Sene 1278 (1862)
Bir de kütüphanesi var, ama…
Sadenzade Hacı İsmail Ağa, camisine bitişik olarak bir de kütüphane yaptırmış. 1304 (1888) tarihli kitabesinde yazdığı tanımla “Kesreti hayrat ve mirası ile ifa-yi nam eden Sadenzade Hacı İsmail Ağa’nın eseri” Sadenzade Hacı İsmail Ağa Kütüphanesi. Taştan yapılmış bu kütüphanede bulunan yüzlerce kitap, zamanında Halkevine nakledilmek bahanesiyle kitaplığından alınarak caminin üst katındaki kadınlığa taşınmış. 300’ü yazma, 500’ü basma olmak üzere 800 kadar kitap kayıtsız bir biçimde yok olmaya terk edilmiş; günümüze kalanlar varsa da nerede bilinmemekte. Sonraları müezzin meşrutesi olarak kullanılan bu kütüphane şimdi bomboş bir halde, sanki yıllardır kitaplara kavuşacağı günü bekliyor.
Varsın yazılmışlar yokluğa terk edilmiş olsun; yeniden, yeni baştan yazılır. Yeter ki okuyanı, okumak için can atanı bulunsun. Kişisel bir temennim de o ki yolunuz Burdur’a düşecek olursa bu mukaddes mekanda namaz kılmadan geçmeyin ve kemmiyette değilse de keyfiyyette önemli bu şehrin güzel insanlarından duanızı eksik etmeyin.
Onur Özgüner özlemle temaşa eyledi
Sümeyra Hanım, yazarın parantez içinde 1862 diye belirttiğine göre Hicri 1278, ne Selçuklu'su? Hem metni üstünkörü okuyor hem de hata bulduğunuzdan gayet emin eleştiriyorsunuz. Lütfen biraz dikkat...