Bir yıl önceydi. Yine her zamanki Bilim Sanat Vakfı’nda telaşla merdivenlerden çıkıyordum derse yetişmek için. Tabi kafamı kaldırır kaldırmaz bu nadide şahsiyeti görmüştüm ve nezaketen yavaşladım. Hocamıza selam verip vermemekte anlık bir tereddütten geçerken o birden beni çok yakından tanıyormuş gibi samimiyetle selam etmişti. Hocanın elbette vakıftaki talebelerindeniz ancak öyle böyle tanışıklığımız yok.
“Ee ne var ne yok? Nasıl gidiyor çalışmalar?”diye birden soru yağmuruna tutan, hasbihal eden babacan bir hoca karşımda. Şaşırıyorum. Yahu acaba daha önce konuşmuştuk da ben mi hatırlamıyorum. Hani Vefa salonunun hıncahınç dolduğu zamanlarda seminerlerini takip eden her genci de hafızasına kaydedecek değil ya... Hakikaten beni nerden tanıyor ki hoca? Sonra “Yok yok... Beni pek bi sevdi ya bu hoca...” diye içten içe kendimi şanslı ilan ediyordum:)
Anladım ki Mustafa Özel herkesle böyle. Yani vakıfta kimi görse muhabbet edebilen, bir selam verseniz bile borçlu çıkmayacağız bir hoca! Valla vakfın kafesinde çay içtiğini görseniz bir sürü genç toplanmıştır etrafında. Vaktini de seve seve verir.
Kapitalist sistemin vahametinden, hegemonik güçlerin akıbetinden bahsetmekle kalmaz, şairlerden şiirler okur size...
Anlayış dergisini alır almaz ilk okuduğum yazı onundur sırf bu yüzden. Edebiyattan açar sözü. Bir bakmışsınız ki iktisattan bahsediyordur artık. Olağanüstü bir köprü kurar iktisat ve edebiyat arasında. Sayesinde artık ekonomiden de anlamaya başlamışımdır az çok!
Gençlere “özel” olduğunu hissettiren Özel mi Özel üstadımız, hocamızdır işte!
“Vaktimiz olursa evladım, niye olmasın ki...”
Geçen yıl Sezai Karakoç Sempozyumu’ndaydım. Yazarlardan, şairlerden, düşünürlerden kimin varlığına tanık olmak isteseniz hepsi oradaydı. Mustafa Özel de oradaydı. Sempozyum bitti. Hatta sempozyumdaki tebliğlerin kitap haline getirileceğini vadedenler kitapların bize ulaşması için imza attırmışlardı bir de... Nerdeyse 1.yıldönümünü tamamlayacak sempozyumun kitabı yılan hikâyesine döndü. Her neyse.
Velhasıl çıkmıştım binadan, Mustafa Özel hoca bir arkadaşıyla yanımdan geçmişti o sırada...
-Hocam bir dakika müsaadenizi alabilir miyim?
-Buyur evladım, tabi.
-Hocam hani yaz döneminde “İktisat ve Edebiyat” adında bir atölye çalışmanız olacaktı. Hatta Charles Dickens’ın “İki Şehrin Hikâyesi” kitabını okuyun gelin onun üzerinden konuşacağız demiştiniz. Sonra yurtdışına çıktınız sanırım. Atölye de iptal olmuştu.
-İnanın, çok istiyordum ben bu atölyeyi. Çalışmayı devam ettirmeniz mümkünse o kadar müthiş olacak ki hocam...
-Aaa evet, benim vaktim kısıtlı olunca, o atölye çalışması için bir türlü bir araya gelemedik. Vaktimiz olursa evladım niye olmasın ki... Hatırlattığın için sağol. Bu çalışmayı inşallah önümüzdeki dönemde yapabilirsek güzel olur. Bakalım...
O anda dua etmişimdir hocamıza. Vakti bol olsun inşallah!
Hatice Algın imrendiği bir büyüğünü yazdı
Hocamıza Allah'tan güzel bereketli nice ömürler diliyoruz. Benim ömrümden alıp O'na versin Rabbimiz....