İbnü’l Emin Mahmut Kemal kendini tanıtırken şunları söyler: “Mizacım asabi, teessürüm şedit, kalbim rakik, intikal ve infialim seri olduğundan, o şefkatli baba ve anne beni hüsnü muamele ile büyütmeye ve kalbimi incitmemeye itina etmişlerdir." Evet, hassas bir kişilik İbnü’l Emin. Lafını daldan budaktan sakınmadan söyler. Bildiklerini, inandığı doğruları hiçbir maslahata kurban etmez. Engin bir kültürel dünyası var. Çok önemli biyografi kitaplarında imzası var. Osmanlı tarihi, Osmanlı’daki devlet adamları, edebiyat tarihi, hattatlık, musiki, müzecilik, kitap koleksiyonerliği ilgilendiği adamlardan. Babası Mehmet Emin Paşa uzun yıllar Osmanlı’da mühürdarlık yapmış. Annesi Hamide Nergis Hanım. Çok dindar bir Osmanlı hanımefendisi. Oğlunu en güzel şekilde yetiştirip terbiye etmiş. Tasavvuf ehli biri aynı zamanda. Hâlidiye Nakşiliğine intisap etmiş.
Üstadın yaşadığı dönem toplumun ve devletin çok hızlı değişimine tanıklık eden yıllar.
Bir ömür boyu cömertçe kitap aldı, kitap biriktirdi
Yıkılıp giden imparatorluğun küllerinden yeni bir devlet doğuyor: Türkiye Cumhuriyeti… İbnü’l Emin bu iki devir, iki devlet arasında adeta köprü görevi görenlerden. İmparatorluğun hafızasında kalanları yeni Cumhuriyete aktarıyor. Geçmişin üzerine çizik çekmeye, maziyi bir anda unutmaya hevesli elitlerin, entelektüellerin zıddına gözlerini mazinin kuytularına, geçmiş zamanın koridorlarına dikiyor. Son asır sadrazamları, son asır hattatları, son asır şairleri, son asır bestekârları…
II. Abdülhamit zamanında Yıldız Sarayı arşivinde görev alıyor. Cumhuriyet döneminde ise bu arşivin tasnif edilerek başbakanlığa devredilmesinde başkanlık yapıyor. Aynı zamanda müzecilik gibi bizim tarihimizde çok fazla yeri olmayan bir alanda da önemli görevler ifa ediyor. Süleymaniye Camii Külliyesi içinde yer alan Türk ve İslam Eserleri Müzesini kuruyor. Benzer bir müzeyi Kahire’de de açıyor. Uzun yıllar boyunca yaşadığı konak Türk kültür ve sanatının menbaı konumunda. Düzenli toplantılarda ilim ve kültür insanları bir araya geliyor.
İbnü’l Emin çok ince ve titiz biri. Laubalilikten, sululuktan hiç hazzetmiyor. Özüyle sözüyle dürüst bir âdemoğlu. Sivri bir dili var. Düşündüklerini muhataplarının yüzüne direkt söyleyebiliyor. Kimsenin arkasından konuşmuyor. O yüzden ne kadar sivri dilli olsa da çok seviliyor, sayılıyor ve itibar ediliyor. Eleştirilerini dile getirirken insanların makamları mevkileri onu çok fazla ilgilendirmiyor. Hatta dönemin maarif vekili Hasan Âli Yücel onun sohbetlerini kaçırmazmış. Hatta bakanlığı döneminde üstadın kitaplarını da yayınlıyor. Dursun Gürlek bir yazısında onun cimrilik derecesinde elinin sıkı olduğundan bahseder. Yemez, içmez, giyime kuşama para harcamazmış. Ama bir ömür boyu cömertçe kitap almış, kitap biriktirmiş. Binbir emekle meydana getirdiği binlerce kitaplık kütüphanesini İstanbul Üniversitesi’ne bağışlar. Biriktirdiği altınları ise hastanelere ve Darul Aceze’ye bırakır.
Âlimi, ulemayı ayağına çağıranlar
Yazımızı onun hayatından bir anekdotla bitirelim. Eski İstanbul valilerinden Ord. Prof. Fahrettin Kerim Gökay anlatıyor: “Valiliğim sırasında bir gün Celal Bayar, Adnan Menderes ve bazı bakanlar İstanbul’a geldiler. 'Efendi hazretlerini buraya getir de kendisiyle bir de yüz yüze görüşelim' diye haber gönderdiler. Derhal Mahmut Kemal Bey’e gittim ve durumu arzettim. Sinirli ve öfkeli bir tavırla, 'ben o heriflerin ayağına gitmem' dedi. Israr ettim; yalvardım, yakardım. Sonunda ikna ettim. Bin naz ile ve söylene söylene Florya Deniz Köşkü'ne götürdüm. Yenilip içildikten sonra sohbet faslı başladı. Bir ara Celal Bayar, Mahmut Kemal Bey’e hitaben şöyle dedi:
-Efendi Hazretleri! Son sadrazamlar adındaki eserinizi okudum. Hakikaten güzel yazmışsınız. Lakin hep Osmanlı döneminin sadrazamlarını, devlet adamlarını anlatıyorsunuz. Bir eser daha kaleme alsanız, orada da cumhuriyet devri başvekillerini, cumhurbaşkanlarını tanıtsanız acaba nasıl olur?
İbnü’l Emin Mahmut Kemal Bey:
-Ben son sadrazamları yazarken öyle rastgele hareket etmedim. Hepsini yakından tanıdım. Kimisinin hizmetinde bizzat bulundum, kimisiyle birlikte görev yaptım. Merhum babam Mehmet Emin Paşa sayesinde birçoğunun aile mahremiyetine kadar sokuldum. Meziyetlerine, kusurlarına, bir aile ocağı samimiyeti içinde şahit oldum. Onlarla düştüm onlarla kalktım. Hâlbuki yenileri tanımıyorum. Zaten yazılacak yönlerinin bulunduğuna da inanmıyorum.
Hem eskiden bir adam sadaret makamının çıkacağı zaman belli bir kademeden geçer, belli bir merhale kat ederdi. Mesela önce vali olur, sonra nâzır (bakan) olur, derken sadrazamlığa kadar yükselirdi. Şimdi öyle mi? Ne idiğü belirsiz bir adam, beklenmedik bir anda milletin başına geçiyor. Sonra o nevzuhur (yeni çıkma) şahıs, âlimi, ulemayı ayağına çağırıyor.”
Üstad, bu sözleriyle cumhurbaşkanlığı makamındaki şahsa gerekli cevabı verir. O şahsın makamı, rütbesi üstad için hiç önemli değil.
Muaz Ergü yazdı