Maziyi yakalamaya adanmış bir ömür: Abdülhak Şinasi Hisar

Abdülk Şinasi Hisar’ın eserlerinde yer edinen mekân İstanbul ve Bogaziçi’dir. O, İstanbul’un gecesine ve gündüzüne ayrı bir gözle bakar. Kaybolan veya kaybolmaya yüz tutmuş, hayal ve hatıra âlemine dair her şey onun için estetik bir düzlemde şekillendireceği bir yazı konusudur.

Maziyi yakalamaya adanmış bir ömür: Abdülhak Şinasi Hisar

Abdülhak Şinasi Hisar, 14 Mart 1888 tarihinde dedesi Muhtar Bey’in Rumelihisarı’ndaki yalısında dünyaya geldi. Babası dönemin önemli şahsiyetlerinden Mürüvvet, Hazine-i Evrak, İnsaniyet isimli dergileri çıkaran Mahmut Celalettin Bey’dir. Annesi Neyyir Hanım da kültürlü ve soylu bir aileye mensuptur. Bu evlilikten kısa bir süre sonra iki çocuk dünyaya gelir. Mahmut Bey ilk çocuğa dönemin önemli şahsiyetlerinden olan İbrahim Şinasi ve Abdülhak Hamit’in isimlerini vererek Abdülhak Şinasi adını koyar. Kısa bir süre sonra da Selim Nüzhet dünyaya gelir.

Mahmut Celalettin Bey çeşitli nedenlerden dolayı İstanbul’dan uzaklaştırılır. Önce Akdeniz adaları daha sonra da Beyrut Maarif Müdürlükleri’ne gönderilir. Annesi, Abdülhak Şinasi’yi de alarak kocasının yanına gider. Şinasi, burada tutulan bir mürebbiye sayesinde Fransızca öğrenir. Bir süre sonra ailecek İstanbul’a geri dönerler.

Geri döndüklerinde Muhtar Bey’in Rumelihisarı’ndaki yalısında eski yaşantılarına devam ederler. Abdülhak Şinasi’nin “geçmiş zamanı” yavaş yavaş burada şekillenmeye başlar. Şinasi’nin bu yalıda; dadılar, mürebbiyeler, kalfalar arasında şekillenen renkli ve zihnen besleyici bir yaşamı vardır. Eserlerinin her sayfasına serpiştirilmiş o ‘Boğaziçi’ izlenimlerinin ilk malzemelerini bu yalı ve çevresinden toplamaya başlar. Abdülhak Şinasi, Fransızca derslerinin yanı sıra Rumelihisarı’nda kayınpederinin yalısında oturan Tevfik Fikret’ten Türkçe dersleri de alır. Bu yalının çevresinde Fikret’in yanı sıra Nigar Hanım ve Ahmet Vefik Paşa gibi mühim şahsiyetler de vardır.

Abdülhak Şinasi, 1898’de Galatasaray Sultanisi’ne yazdırılır. Bu okulda yatılı okur. İçe kapanık ve ketum bir kişiliğe sahip olan Şinasi’nin yalnızlığı da burada gittikçe artar. Cumartesilerini dört gözle bekler. O gün Rumelihisarı’ndaki yalılarına ailesinin yanına gider. Ama o eski güzel günlerinden eser yoktur. Yalnızlığı da gittikçe derinleşir. Okulda ise edebiyatla ilgilenen gençlerle arkadaşlık kurar: Emin Bülend, Tahsin Nahid, Müfit Ratıb, İzzet Melih, Ahmet Haşim, Ruşen Eşref bunlardan bazılarıdır. Hisar’ın bunlar arasında en samimi olduğu kişi Ahmet Haşim’dir. Edebiyatla ilgilenmeye ve yazmaya da okul sıralarında başlar. O da yazı hayatına şiirle başlamıştır. Bu şiirlerde Ahmet Haşim ve Yahya Kemal etkisi açıkça sezilir.

Dergilerde yazmaya başlar

Abdülhak Şinasi, 1905 yılında ailesine haber vermeden Paris’e kaçar. Burada Siyasal Bilgiler Okulu’da (Ecale Libre des Sciences Politiques) öğrenim görür. (Ayrıntılı bilgi için: Sermet Sami Uysal, Bir Abdülhak Şinasi Hisar Vardı) II. Meşrutiyet’ten sonra çok iyi bir Fransızca ve üstün bir sanat zevki edinmiş olarak İstanbul’a döner. Dönüşü edebiyat çevrelerinde büyük bir ilgiyle karşılanır. Bir Fransız şirketinde memurluk yapmaya başlar. Bir süre Reji İdaresi’nde çalışır. Balkan Birliği Cemiyeti Umumi Kâtipliği görevine tayin edilince İstanbul’dan Ankara’ya gelerek Evkaf Apartmanı’na yerleşir. Dış İşleri Bakanlığı’nda müşavir olarak görev yapar. Bu görevi 1945 yılına kadar sürdürür. Bu görevler devam ederken çeşitli dergilerde de yazar: İleri, Yarın, Medeniyet, Dergâh, Türk Yurdu, Ağaç, Ülkü, Varlık.

Hisar’ın bu yazıları çocukluk ve ilk gençlik yıllarına dair izlenimleri ve hatıralarıyla doludur. 1941’de Fahim Bey ve Biz’i yayınlar. Büyük ilgi gören bu eser 1942 yılında CHP Hikâye ve Roman yarışmasında üçüncülük ödülü almış. Bununla birlikte Hisar’ın ünü daha da artmıştır. Bu eseri Boğaziçi Mehtapları ve Çamlıca’daki Eniştemiz adlı eserleri izler. Hisar’ın eserlerinin merkezinde yukarıda da bahsettiğimiz gibi çocukluk ve ilk gençlik yıllarına dayanan izlenimleri ve anıları yer alır. O eserlerinde ‘geçmiş zaman’ı bir masalsı hava ile anlatmaya çalışır. Muhayyilesi gibi gözlemci yönü de kuvvetli olan Hisar, anlattığı mekânlar ve onları süsleyen eşyalar arasında sıkı bir münasebet kurar. Hisar, varlıkların da ruhu olduğuna inanır Sermet Sami bu hususta şunları söyler: “Eserlerinde insan ve doğadaki varlıkların bir ‘ruh’u olduğunu sık sık belirten ve böylece de eserlerine yepyeni bir hava/bir iklim getiren Hisar; ruhun bekasına ve öbür dünyaya inanmaz… Bu yüzden de bütün eserlerinde her şeyin ‘fani’/ ‘geçici’ olduğu, yavaş yavaş çürüyüp kaybolacağını, hüzünlü bir dille, sık sık tekrarla(r).” Hisar, bu kaybolma korkusu içerisinde ‘mazi’ye dair ne varsa kaydetme, yok olmaktan kurtarama arzusu içerisinde yazar. Çünkü mazi onun için anımsayabileceği oranda tekrar tekrar yaşanabildiği hayat biçimidir.

Uzun cümlelerden oluşan metinler kurar

Yazma konusunda biraz tedbirlidir, ağır davranır. Bunda Fransız yazarların ‘mükemmeliyetçilik’ prensibi etkilidir. Galatasaray yıllarında Batılı yazarları okumaya başlar. Paris’te de Marcel Proust’un eserleriyle tanışır. “Marcel Proust’un eserlerini okumaya başladıktan sonra hayata ve kendi toplumuna başka gözle bakmaya başlar. Abdülhak Şinasi mazi şuuruyla çocukluğunun kayıp cennetini aramaya iten şey, hızlı modernleşmeye, Batılılaşma adına kültür ve medeniyetimizin yok edilmesine, yeni rejimle birlikte gelen yeni bir hayat ve dünya anlayışına ve yaşayış biçimine göstermiş olduğu tepkidir.

Hisar, uzun cümlelerden oluşan metinler kurmayı sever. Birbirine yakın, anlatmak istediğini destekleyecek ahenkli ve müzikal yönü ağır basan kelimeler kullanır, adeta mensur şiir tadı veren metinlerdir bunlar.

Onun eserlerinde yer edinen mekân İstanbul ve Bogaziçi’dir. O, İstanbul’un gecesine ve gündüzüne ayrı bir gözle bakar. Kaybolan veya kaybolmaya yüz tutmuş, hayal ve hatıra âlemine dair her şey onun için estetik bir düzlemde şekillendireceği bir yazı konusudur.

Hisar, rahatsızlığı sebebiyle Ankara’daki görevinden istifa ederek İstanbul’a gelir. Burada bolca yazmaya ayıracağı bir zamana kavuşmuştur. Hayatının son zamanlarına doğru artan rahatsızlığı onun düşünce yeteneğinin zayıflamasına neden olur. Ve gençliğinden itibaren sürdürdüğü titizlik ve mikrop fobisi yaşlandıkça çevresindekileri daha da rahatsız edici bir duruma gelmiştir. Hiç evlenmemiştir. Son zamanlarda onun hizmetini üstlenenlerden biri de Ziya Osman Saba’dır. Bu zor zamanlarda bile eser yayınlamaya devam eder: Ali Nizami Bey'in Alafrangalığı ve Şeyhliği (1952), Boğaziçi Yalıları (1954), Aşk İmiş Her Ne Var Âlemde (1955, antoloji), Geçmiş Zaman Köşkleri (1956)…

Cenazesi belediyenin yardımıyla kaldırılır

Yüksek tansiyondan mustarip ve perişan hâldeki Hisar, durmadan bir şeyler satarak geçinmektedir. Her gün taksi parası ödeyemeyen yazarın yalnızlığı da büsbütün artar. Yazar, dışarı seyrek çıkar. Hisar’ın yaşadığı son mutluluklardan birisi, basımını kendi bütçesinden para vererek sağladığı ve metnini gözden geçirdiği, Galatasaray öğretmenlerinden Sermet Sami Uysal’ın hazırladığı Abdülhak Şinasi Hisar biyografisi ve derleme çalışması olur. Öldüğü 3 Mayıs 1963 sabahı hizmetkârı Sabri Efendi’yi kasaba yollar ve “Ben biraz daha uyuyayım.” der. 

Abdülhak Şinasi, 3 Mayıs 1963’te 75 yaşında -küçük kardeşi Selim Nüzhet Gerçek’in (1891-1946) akıbetine benzer bir şekilde- ani bir beyin kanaması sonucu, “cebinde bakiyesi 66 lira gösteren bir banka cüzdanı ile tek kuruşu olmadan” hayata gözlerini yumar. Hisar’ın cenazesi belediyenin yardımı ile kaldırılır ve Merkez Efendi Mezarlığına gömülür.

Kaynakça:

NecmettinTürinay, Abdülhak Şinasi Hisar, İstanbul: MEB Yayınları. 1993

Mahfuz Zariç, Abdülhak Şinasi Hisar’ın Eserlerinde Geçmiş ve Gelecek Zaman, Ankara Ünivesitesi, 2013.

Sermet Sami Uysal, Bir Abdülhak Şinasi Hisar Vardı, İstanbul, BKS., 2016.

Nesrin Tağızade Karaca, Abdülhak Şinasi Hisar’ın Eserlerinde Geçmiş Zaman ve İstanbul, KB, 1998

YORUM EKLE