Külleri bize savrulmuş bir İsveçli şair Gunnar Ekelöf

Gunnar Ekelöf, beden, akıl ve kalp arasındaki bütünlüğü Muhammedi şiir geleneğinde buldu ve şiirlerinde de bunu yansıtmaya çalıştı. Zeynep Hafsa Aström yazdı.

Külleri bize savrulmuş bir İsveçli şair Gunnar Ekelöf

1907-1968 yılları arasında yaşamış meşhur İsveçli şair Gunnar Ekelöf, Sent På Jorden (Yeryüzüne Geç Varış) isimli ilk şiir kitabını 1932’de yayınladı. Dönem itibariyle pek bilinmeyen sürrealizmi takiben yazdığı eserler ilkin olumsuz eleştiriler aldı. Bunun ardından, İsveç edebiyatında önemli bir yere sahip olacak olan Färjesång (Vapurun Şarkısı) (1941) isimli eserini yayınladı. Hayatının ve dahi şairliğinin son demlerinde, hayatı boyunca ilgi duyduğu Şark ve Bizans tarihine odaklandı. Söz konusu odaklanış, şu üç divanın ortaya çıkmasına vesile oldu: Diwan Över Fursten av Emghión (1965) (bu eser, Emgión Prensi için “Divan” adıyla 2003 yılında Yapı Kredi Yayınlarından basılmıştır), Sagan om Fatumeh (Fatumeh’in Hikâyesi) (1966) ve Vägvisare Till Underjorden (Yeraltına Giden Yolun Yol Göstericisi) (1967). Bu Divan üçlemesinin isminden hareketle Ekelöf’ün meşhur Alman şairi Goethe’den etkilendiği rahatlıkla söylenebilir.

Ekelöf hakkında İsveç gazetesi DN’nin internet sayfasında 2004 yılında bir yazı kaleme alan Mustafa Can, Ekelöf’ün Akdeniz’e ziyaretlerde bulunmasının sebebinin, antik çağdan gelen mirasın Bizans’ta nasıl kışladığını incelemek olduğunu dile getiriyor. İlaveten, Mart 1965’te eşiyle Ayazma’yı ziyaretlerinin üç yıl sonrasında eşinin onun külleriyle Türkiye’ye geri döndüğü ve kendisinin isteği üzerine küllerini Sard’daki (Salihli) Paktalos çayına savurduğu bilgisini veriyor.

Muhammedilik’ ve Ekelöf

Gunnar Ekelöf’ün kendi tabiriyle Muhammedanismen (Muhammedilik) hakkındaki görüşlerine dair Malikiyya Sverige adlı sitede bir yazı kaleme alan T. S. (Abdalhakim) Andersson, onun, beden, akıl ve kalp arasındaki bütünlüğü Muhammedi şiir geleneğinde bulduğu ve şiirlerinde de bunu yansıtmaya çalıştığı görüşündedir. Andersson’a göre bunun en güzel örnekleri, hayatının son demlerinde kaleme aldığı Doğu-Batı koleksiyonudur. Yine Andersson’a göre Ekelöf, yukarıda bizim de vurguladığımız üzere, Goethe gibi (Doğuda) bulmuş olduğu şeyi kendi anlayışı ve dili içerisinde aktarmak için çeşitli yollar denemiştir. Biz de bu noktada Andersson’un örnek olarak sunduğu bir şiiri ve onun kendimizce çevirisini paylaşalım. Söz konusu şiir, Emgión Prensi için "Divan" adlı eserdendir:

Jag hörde i drömmen:

- Habib, vill du ha denna lök

eller bara en skiva?

Det föll över mig en stor tveksamhet

Denna gåtas fråga

var mitt livs fråga!

Ville jag ha delen framför det hela

eller det hela före delen?

Nej, jag ville ha båda

såväl delen av det hela som det hela

Och att ingen stridighet funnes i detta val.

Rüyada şunu duydum:

-Habib, bu soğanı mı istiyorsun?

Yoksa bir dilimi yeter mi?

Bu beni büyük bir şüpheye saldı

Bu soru

Hayatımın sorusuydu!

Evet, bütünün önünde parçasını mı istiyordum

Yoksa parçadan önce bütüne mi taliptim?

Hayır, ben ikisini de istiyordum

Hem bütünün parçasını hem de bütünü

Ve bu seçimde herhangi bir çatışma yoktu.

Yukarıda alıntıladığımız ve tercüme etmeye çalıştığımız şiir, Ekelöf’ün birçok şiirine de konu edindiği zıtlıklar ve onları bütünleştirme çabasına işaret eder gibidir.

Ekelöf ile 1962 ve 1967’de yapılan bazı röportajlardan kesitler sunan bir videoda kendisi şu önemli noktaları vurguluyor: İnsanların duygusal hayatları düşünsel hayatlarından daha az gelişmiş durumdadır, en azından bizim zamanımızda. İşte şairin, sanatçının görevi, halka görmeyi, hissetmeyi ve kalplerini nasıl geliştireceklerini öğretmektir. İlaveten şu önemli hususa değinmektedir: Herkes okul eğitimi sırasında bir el işi kesp etmelidir (bu görüş halen İsveç okul sisteminde karşılığını bulmaktadır). Mesela Muhammedilik’te kendisi çadır yapıcılığıyla uğraşmış, meşhur şair Attar parfüm yapmakla uğraşmıştır. Bunun önemi, kişinin elleriyle yaptıklarının vermiş olduğu rahatlık hissi ve bedeninin nasıl bir akla sahip olduğunun görülmesidir.

İbn Arabi'den ilhamla bir gecede 17 şiir

İsveç’te Tasavvuf: Ivan/John Gustav Aguéli ve Gunnar Ekelöf Örneği” isimli bir makale kaleme alan Hülya Küçük, Ekelöf’ün bir sûfîden çok, hayatı boyunca tasavvuf ve mistisizme çok derin alaka göstermiş bir şair ve denemeci olduğu tespitinde bulunmaktadır. İlaveten, tasavvufa dair ilgisinin henüz 1920’lerde onu Muhyiddin İbn Arabî’nin “Tercümanü’l-Eşvak”ını okumaya yönelttiği ve bununla bağlantılı olmak üzere Aguéli’ye dair “Svenska Konstnärer: Ivan Aguéli” (İsveçli Sanatçılar: Ivan Aguéli) (1944) isimli bir eser kaleme aldığı bilgisini vermektedir.

Küçük, ilginç bir ayrıntı olarak şunu bildirmektedir: Ekelöf, İstanbul’da bir otel odasında iken bir gecede nakaratlarını İbn Arabî’nin yukarıda sözü geçen eserinden aldığı 17 şiir yazmış ve bunları Divan’ına koymuştur. Küçük’e göre, divanın ilk bölümündeki merkezi imajlardan biri Madonna figürüdür. Annesiyle iyi bir ilişkisi olmadığı bilinen Ekelöf’ün bebeği kucağında masum Meryem figürüne duyduğu ilginin incelenmesini psikoloji ilminin erbaplarına bırakıp devam edelim. Küçük, Divan’daki hikâyecinin, işkence edilip gözleri kör olan Bizans prensi Emgión olduğunu, Fatumeh’in ise onun rehberi durumundaki genç bir hayat kadını olduğunu belirtir. Yine DN’de yer alan, Fırat Cewri’nin 2012 tarihli yazısına göreyse Emgión bir Kürt prensidir ve söz konusu eser, Ezîdî Kürtler’e dair bilgi ve semboller içermektedir.

Ekelöf her ne kadar burada daha önce hakkında yazdığımız bazı diğer İsveçli isimler (İvan Aguéli, Kurt Almqvist ve Tage Lindbom) gibi bizatihi tasavvuf yoluna intisap etmemişse de –ya da buna dair bir bilgi olmasa da- İsveç’in en önemli şiir örneklerinde şarktan, tasavvuftan bir nüve yansımasına vesile olmuştur.

Zeynep Hafsa Aström yazdı

YORUM EKLE