Dede Korkut hikâyeleri, bir mukaddime ve 12 hikâyeden oluştuğu bilinen anlatılarında Türklerin İslâmiyet’i kabulü sonrasında vuku bulmuş hadiseleri anlatır. Günümüzde çocuk edebiyatı açısından önemli bir unsur hâline gelmişse de dilden dile aktarıldığı dönemlerde her yaştan dinleyici ile buluşan çok önemli bir geleneğin temsilidir esasen.
Müslümanlığı kabul eden Türk boyları bu süreçte yeni bir medeniyetin etkisinde kalmışlardı. Yaşamsal gereksinimler gibi nedenlerle Orta Asya bölgesinden boylar hâlinde göç eden Türkler, önce Maveraunnehir civarında daha sonraları Anadolu’da yerleşik hayata geçmeye başladılar. Bahsettiğimiz bu geçiş, 500 yıllık bir süreç hâlinde gerçekleşti. Aynı zamanda yazılı kültüre aktarımlarda başladı. Dede Korkut hikâyeleri de Orta Asya’dan Anadolu’ya yerleşim serüveni arasında geçen bu uzun dönemde oluşan anlatılardır. Öte yandan unsurları destan türü özellikleri gösteren anlatılar dilden dile aktarılarak yaşatılmış daha sonra yazıya geçirilmiştir. Bu hikâyeler 16. yüzyıla kadar halk dilinde dolaştıktan sonra Osmanlı’da el yazması bir kitap olarak yazıya geçirilmiştir. Matbaa öncesi dönemde yazıya aktarılan Dede Korkut hikâyeleri, her bakımdan kültürümüz için çok mühim bir eserdir.
Sözlü kültürden yazılı kültüre “Dede Korkut”
Tarih 1815’i gösterdiğinde ise bir yazma nüshası Almanya’da ortaya çıkar. Alman kütüphaneci Fleischer tarafından Dresten şehrinde kütüphanede fark edilen nüsha, bir mukaddime ve 12 hikâyeden oluşmaktadır. Bugün hâlâ Dresten Krallık Kütüphanesi’nde bulunan bu eserin, 1916 yılında Kilisli Muallim Rıfat tarafından Osmanlıca olarak yayımlanan hâli de bulunmaktadır. Dede Korkut hikâyeleri ile ilgili bilimsel çalışmalar yürüten araştırmacılardan Prof. Dr. Necati Demir verdiği bir röportajda hikâyelerin yapısı hakkında şöyle bir açıklamada bulunmuştur: “Elimizde yazılı bulunan Dede Korkut Destanı sanki bir meddah tarafından sözlü olarak anlatılmış, kalemi çok düzgün biri tarafından meddahın ağzından yazıya geçirilmiş gibidir. Zira sık sık kullanılan ‘Hanım!’, ‘Sultanım!’ kelimeleri, dinleyicileri uyarmak ve dikkatini çekmek için söylenen ünlemler intibaını bırakmaktadır. Metnin manzum mensur yapısı ve üslubu ise doğu bölgelerinde, Azerbaycan ve İran Azerbaycan’ında meddahlar tarafından anlatılan Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin gibi halk hikâyelerini anımsatmaktadır. Fakat aslında Oğuz Kağan Destanı’nın bir parçası olduğu pek çok yerde bellidir. Dede Korkut Destanı’nın Dresden nüshası ve Vatikan nüshası boylar hâlinde düzenlenmiştir.” Burada boy kelimesi müstakil bölüm anlamına gelmektedir.
Yapılan araştırmalarda Dede Korkut hikâyeleri, Oğuzname içinden de tespit edilmiştir. Peki, bu hikâyelerin Oğuznameler’in içinde bulunmuş olması garip değil midir? Hayır, çünkü Dede Korkut, Oğuznameler’i derleyip toparlayan, anlatan adamın ta kendisidir. Hikâyeler bu eserin bir bölümü iken Dede Korkut tarafından anlatıldığı için bu şekilde anılmaya başladığı tahmin ediliyor. Günümüze ulaşan bu iki yazma nüshanın da özgün adı “Kitab-ı Dede Korkut Ala Lisan-ı Taife-i Oğuzhan”dır. Manası Oğuzların Diliyle Dede Korkut Kitabı’dır ve kitabı oluşturan 12 öyküden her biri bir boy için söylenmiştir. Ayrıca öykülerin dili çok yalındır ve günümüzde bile anlaşılabilen saf bir Türkçe kullanılmıştır.
Mukaddime bölümünde bu destansı hikâyelerin derleyicisi Dede Korkut hakkında şöyle der: “Resulullah zamanında Bayat boyundan Korkut Ata denilen bir er ortaya çıktı. O kişi, Oğuz’un tam bilicisi idi. Ne dese olurdu ve gaipten türlü haber söylerdi. Korkut Ata, Oğuz kavminin her müşkülünü hallederdi. Her ne iş olsa Korkut Ata’ya danışmayınca yapmazlardı. Her ne buyursa kabul ederlerdi. Sözünü tutup tamam ederlerdi. Hikâyelere gelecek olursak onlarda öncelikle Dede Korkut dilinden söylenmiş atasözleriyle başlar sonra hikâyenin kahramanlarına dair çeşitli tasvirlerle devam ederdi. Dede Korkut her hikâyeyi dua ile bitirirdi. Korkut Ata; hikâyelerde anlatılan her mücadelenin sonunda yapılan şenliklerde kopuz çalıp destanlar söyler ve her bir hikâyenin sonu onun tarafından düzenlenerek kahramanlara ithaf edilirdi. Örneğin, Bamsı Beyrek hikâyesinde ‘Dede Korkut geldi, kopuz çalarak yiğitleri kutladı, boy boyladı, soy soyladı, gazi erenler başına neler geldiğini söyledi, bu Oğuzname Beyrek’in olsun dedi.’ şeklinde hikâye sonlandırılır.”
Eser, Türk kültür dünyasının önemli unsurlarından biri olarak edebiyat, dil, gelenek, atasözleri, tarih, coğrafya ve pedagoji gibi birçok alana kaynaklık etmektedir. Hikâyelerde destansı biçimde Türk sembollerinin izleri görülse de bütün boylar İslâmî değerleri taşıyan manevî tablolar barındırmaktadır. Dua da bu değerlerden birisidir. Dede Korkut hikâyelerinde dua, Türk ve İslâm inanç sisteminin en önemli vasıtalarından biri olarak geniş bir yer tutar. Mukaddime bölümü Besmeleyle başlar boyların çeşitli yerlerinde Peygambere salavat getirilirdi. Her hikâye yine Dede Korkut’un duasıyla biterdi. Eserin, duaları böylesine ihtiva etmesi eski Türklerin İslâmiyet’in daha ilk dönemlerinde dua adabına verdikleri ehemmiyeti göstermektedir. Eserdeki 12 hikâye de Dede Korkut’un ortaya çıkışıyla birbirine bağlanır.
Esasen kapanış kısmında Dede Korkut; “boy boyladı” cümlesini, hikâye hikâyeledi/anlattı anlamında kullanmaktadır. Dede Korkut destan kaynaklı bu hikâyelerin yalnızca anlatıcısı değil, aynı zamanda hikâyeler yardımıyla vermek istediği mesajları her yaştan insana etkili şekilde ulaştırmış bir halk ozanıdır. Hikâyelerde Oğuz beylerinin maceraları anlatılsa da esas itibariyle anlatılan Oğuz halkının töreleri, inançları, hayat tarzları, savaşları, arzu ve istekleridir. Oğuz boylarının düşmanları, kâfirlerle ve kendi aralarında yaşanan mücadeleler ve dahası olağanüstü varlıklarla yapılan savaşlar hikâyelerin temel konularıdır. İnsan ilişkilerine dair bakış açılarını da barındıran eserde büyüğe saygı, küçüğe hoşgörü, insanî erdemler ve kadın erkek ilişkileri de anlatılmıştır. Aile bağına çok önem verilmiştir. Hikâyelerde kadın karakterlerin de ön planda olduğu görülür. Kadınlarda söz sahibidirler ve hanlık ederler. Dede Korkut her bakımdan erdemli Türk töresini İslâm’ın diri heyecanı ile harmanlamıştır. Masalsı hikâyeler, semboller ve karakterler ile zengin bir anlatım sunar. Dede Korkut hikâyelerinde haklıya hakkını verirken dinleyiciye de hayata dair dersler verir. Bunu yaparken de sahip olduğu kültür hazinesinin mihenk taşlarını çerçevenin dört bir yanına muhkem şekilde oturtur. Bu sebeple sadece bir dil ürünü veya edebiyat eseri değil, aynı zamanda bir kültür hazinesi olarak görülmeyi hak eder. Atalarımızın hayatlarını gerçekçi bir şekilde doğru olarak anlarsak ancak o zaman dünya üzerindeki kimliğimizi ve izzetimizi devam ettirebiliriz.
Eski-Yeni 1000 yılı aşan serüvenden haber var
2019 yılında Kültür Mirası Dede Korkut Uluslararası Sempozyumu’nda yapılan çalışmalar sunuldu. Prof. Dr. Metin Ekici 13. boyu bulduğunu açıklarken Prof. Dr. Necati Demir, sosyal medyada ayrıca 7 yeni boy ve bazı ek metinler bulduğunu duyurdu. Bu yeni bulunan hikâyede Salur Kazan’ın Yedi Başlı Ejderhayı öldürmesi anlatılmaktadır. Hikâyede Oğuzların cesaretleri, Allah’a olan inançları ve bu inanç sayesinde her türlü bela ile nasıl mücadele ettikleri vurgulanmıştır. Ayrıca basiret, akıl, güven ve imanın bir Oğuz beyinin halk tarafından kabul görme ölçüsünde ne denli önemli olduğunu göstermesi bakımından örnek oluşturur. Akademisyenlerimiz, Hindistan’dan İngiltere’ye çeşitli ülkelere bizzat giderek kütüphane taramaları yapmışlardır. Türk-İslâm kimliği açısından Dede Korkut böyle müthiş bir gayreti tabii olarak hak eder. Bizimde bu konudaki gayretimiz sözlü kültürümüzün yüzlerce yıl kanat çırpmış serüvenini bir emanet olarak nesillere aktarmaktır.
Atam Korkut misal, bitirecek olursam kendisi bizim hikâyemize tanık olsa elbette duasını eksik etmezdi; Dedem Korkut geldi, kopuz çalarak hatun kişileri kutladı, boy boyladı, soy soyladı, edibe hatunlar başına neler geldiğini söyledi. Bu Oğuzname Hüma’nın olsun, Han’ım hey! dedi.
Zeynep Sultan Sınırlı