Konya'da Çerağı Bugüne Uzanan Bir Eğitim Ocağı: Islah-ı Medaris

Bugün ayakta kalsaydı, Konya Merkez Bankası civarında İplikçi Camii karşısında olması gereken Bekir Sami Paşa Medresesi'nin kuruluşundan sonraki ikinci baş müderrisidir Muhammed Bahaeddin Efendi. O, tekke, medrese ve Batı tarzı mekteplerde okutulan dersleri tek çatı altında buluşturur. Oğulları bu düşüncesini Islahı Medaris'te gerçekleştirir. Cihad Meriç yazdı.

Konya'da Çerağı Bugüne Uzanan Bir Eğitim Ocağı: Islah-ı Medaris

Konya ilim havzası bütün pınarların buluştuğu bozkır. Biri dua etmiş olmalı ki nerede ilim sahibi iyi adam varsa bu beldeye doğru yol bulmuş, berrak pınarlar akmış ulu dağların sakladığı bozkıra... Hangi birini sayalım; Belh şehrinden Bahaeddin gelip Mevlana olup bu topraklarda kök salmadı mı? Endülüs'ten Muhyiddin Arabi gelip Sadreddin Konevi olup bu topraklarda yükselmedi mi? Hoca Fakıh, Şems, Ahi Evran... sadece isim sayarak yazıyı bitirebiliriz. Ben bu havzaya gelen pınarların çağımıza kadar ulaşan, kurumamış bir damarını anlatmaya ve anlamaya çalışıyorum. Rabbim o pınarın kıyısından, köşesinden faydalanmayı da nasip etti. Elhamdulillah. Muhammed Hadimi Hazretleri'ni (1701-1762 ) ve Memiş Efendi'yi (1784-1852) yazmak nasip oldu. Niyetim bu silsileyi günümüze taşımak. Bozkır'dan doğan pınar Hadim ve Bozkır havzasının tüm berrak ve güzel sularını toplayıp Muhammed Bahaeddin olarak Konya'ya akmış. Şimdi dilimiz döndüğünce Muhammed Bahaeddin Efendi'yi anlatmaya çalışalım.

İlmin içine doğmak herkese nasip olmaz. Bana göre bir babanın evladına bırakacağı en büyük miras; kütüphane, iyi dostlar, yürünecek bir yoldur. "Konya’ya bağlı Bozkır’ın Karacahisar köyünde doğdu. Memiş Efendi diye tanınan Şeyh Muhammed Kudsî’nin büyük oğludur. Diğer yedi kardeşi gibi ilk dinî bilgileri babasından aldı. Kardeşlerinin eğitim ve öğretimleriyle de bizzat ilgilendi." (A. Osman Koçkuzu, “Bahaddin Efendi” DİA, s. 4/458) Bahaeddin nüfus kağıdı bilgilerine göre buğday tenli, ela gözlü, orta boyludur. Memiş Efendi'nin tüm evlatları baba ocağında yetişip kendisi gibi birer pınar oluyor; fakat Bahaeddin farklı, farkını kurduğu medresede ve onu zamanın şartlarına göre daha da geliştiren evlatlarında görüyoruz.

Medrese ve tekke aynı bünyede birleşti

Babasının ve bulunduğu irfan çevresinin ilmini heybesine dolduran Bahaeddin Efendi Konya'ya geliyor. "Memiş Efendi'nin vefatından yaklaşık on yıl sonra Mehmed Bahaeddin Efendi 1862 yılında Konya’ya göç ederek Bekir Sami Paşa Medresesi’ne yerleşmiş ve bir taraftan bu medresenin müderisliğini, diğer taraftan da Nakşibendi Halidiyye- Müceddidiye kolunun şeyhliğini üstlenmiştir." (Hayrettin Karaman, İslami Hareket Öncüleri 4, s.459) Hadimi Hazretleri Hadim'de irşad faaliyetini sürdürdü; hem İstanbul'da verilen görevleri kabul etmedi hem de o gün için Selçuklu mirasının devamcısı Konya'ya yerleşmedi. Memiş Efendi de aynı şekilde Konya çevresinde kaldı. Bu durum dikkat çekicidir. Büyükler kafasına göre hareket etmez, yoldaki işaretleri izlerler. Bunu anlamak için basiret, feraset, aklı selim, hikmet, irfan... gerekir, unuttuğumuz veya tedavülden düşen ne çok kelime var.

"Bahaeddin Efendi Hasan Kudsi Efendi’nin kızı Aişe Sıddıka Hanım’la evlendi. Büyük oğlu ikinci meşrutiyet dönemi Konya mebusu Zeynelâbidîn Efendi (1869-1940), ikinci oğlu şehit Rifat Efendi (1872-1920), üçüncü oğlu büyük ve dahi bilgin Ziya Efendi (1873-1919)" (Hasan Özönder, Konya Velileri, s.209)

Bugün ayakta kalsaydı, Konya Merkez Bankası civarında İplikçi Camii karşısında olması gereken Bekir Sami Paşa Medresesi'nin kuruluşundan sonraki ikinci baş müderrisidir. "Konya Valisi olan Sami Bekir Paşa Nakşibendi tarikatına mensup idi. Medresesini (1845) Nakşibendi tarikatı mensupları için yapmıştı... Medresenin ikinci müderrisi Bozkırlı büyük alim Nakşibendi tarikati mürşidlerinden Mehmed Bahaeddin Efendi idi." (İbrahim Hakkı Konyalı, Konya Tarihi, s:790) Çok kanatlı âlimlere güzel bir örnektir. Medrese, tekke aynı bünyede birleşmiştir, talip olanlar kana kana bu pınardan içmiştir.

Konya’da Büyük Şeyh olarak anılmış

İlmi seviyesi öğrencilerinden, okuttuğu ve yazdığı eserlerden anlaşılmaktadır. "Eserleri: 1. Bâisü’l-magfire fî beyâni akvâli’l-vahde. Bahâeddin Efendi bu Arapça eserini, babası Memiş Efendi’nin vahdet-i vücûd inancına sahip olduğunu iddia eden bir şahsın mektubuna cevap ve reddiye olmak üzere kaleme almıştır. Eserin Konya Yusuf Ağa Kütüphanesi’nde beş nüshası bulunmaktadır (nr. 9893, 9896, 9898, 9926, 9938). 2. Îkāzü’n-nâimîn ve tenbîhü’l-gāfilîn. Zikrin faziletine dair olan bu Arapça risâle birinci risâle ile birlikte ciltlenmiş halde bulunmaktadır."  (A. Osman Koçkuzu, “Bahaddin Efendi” DİA, s. 4/458) Bugün bu ve benzeri eserler üzerine çalışma yapacak ilim ehlini beklemektedir. Yeni bir çalışma yoksa bu eserler üzerine bildiğimiz kadarıyla çalışma yoktur.

Bahaeddin Efendi medrese hocalığı yanında manevi eğitim de vermiştir. Nakşibendî tarikatının yetiştirdiği halifeleri aracılığıyla Anadolu'da yayılmasını sağlamıştır. Bahaeddin Efendi, Konya’da “Büyük Şeyh” olarak anılmış, tarikat ehli yanında şeriat uleması tarafından da sevilip sayılmıştır. İlim, irfan, hikmet aynı bünyede birleştiği için ona şeriat ehli de tarikat ehli de ilim ehli de saygı göstermiştir. İnsanın bu dünyada nefes alabilmesi için hepsine ihtiyacı yok mu? Bugün istediğimiz çapta adam yetiştirememizin sırrını bu noktada aramalıyız. 

Bahaeddin Efendi Batı tarzı okulların yayıldığı medreselerin ve tekkelerin gözden düştüğü dönemde yaşamıştır. Biz sadece medrese ve tekkelerin kapatıldığı tarihi (1925) biliyoruz; fakat biraz eğitim tarihi okuyan bilir ki medrese ve tekkeler bu tarihten çok önceleri gözden düşmüş ve kendi haline terk edilmiştir. Bahaeddin Efendi bu duruma çözüm üretmek ister. Zira son dönemlerde medreselerin fakirleştiğinin farkındadır. Bütün ilimlerin tek çatı altında okutulabildiği bir medreseyi tekrar canlandırmak ister. O dönemde eskinin tekke-medrese gerilimi yerini Batı tarzı mektep ve medrese çekişmelerine bırakmıştır. Bu bilgiler ışığında şimdi derinleşen bir çok problemin kaynaklarının yakın tarihimizde örtülü olduğunu idrak ederiz.

Ali Kuşçu'nun küresi o medresede idi

Bahaeddin Efendi tekke, medrese ve Batı tarzı mekteplerde okutulan dersleri tek çatı altında buluşturur. Oğulları bu düşüncesini Islahı Medaris'te gerçekleştirir. Manevi eğitim, mantık, astronomi, matematik, tefsir, hadis, yabancı dil... İbrahim Hakkı Konyalı'nın yazdıklarından öğrendiğimize göre Ali Kuşçu'nun küresi artık bu medresededir. İlginç değil mi? Ali Kuşçu'nun küresi... Sadece bu kürenin izi sürülerek ilim tarihi yolculuğuna çıkılabilir. (Bu küre şimdi nerededir, bilgimiz yok.) Zor yıllarda ayakta kalmış ve kısa sürede 20. yy damga vuran adamlar yetiştirmiş bu medrese daha fazla ilgiyi hak etmiyor mu? 

Bahaeddin Efendi müspet ilimlerle din ilimlerinin bir arada okutulmasını istemiş ve oğulları, babalarının bu düşüncesini Islah-ı Medâris’de uygulamaya çalışmışlardır. Çok talebe yetiştirmiş, oğulları aracılığıyla hayal ettiği mektebi kurmuştur. Onun ilim, aşk ve muhabbet debisi o kadar yüksek ki Zeynelabidin Efendi’de siyasi, Ziya Efendi'de ilmi (matematik/astronomi/eğitim), Rifat Efendi’de ticari/idari bir dehaya dönüşmüştür. Muhammed Bahaeddin'in üç evladı da çok kanatlı olarak yetişiyor ve hepsi babalarının hocalık yaptığı Bekir Sami Paşa Medresesi’nin devamı sayılan Islah-ı Medaris'te ders verecek yetkinlikte ilim sahibidir. Ayrıca çok keskin çizgiyle ayrılmasa bile bana göre kendi aralarında bir iş bölümü vardır. Nasipse onların hayatlarını da yazmaya çalışacağım.

Özellikle de Islah-ı Medaris (1909- 1917) yazılmalı. Bu konularla ilgili akademik çalışmalar yapılmalı; "Osmanlı Son Dönemi, Nitelikli Din Adamı Yetiştirme Projesinin Bir Örneği Olarak 'Konya Islâh-ı Medâris-i İslâmiye' Medresesi" başlıklı İsmail Bilgili'nin makalesi yapılacak çalışmalara örnektir. Sadece nitelikli din adamı değil, cemiyetin ihtiyaç duyduğu lider adamı yetiştirme projesidir. 

Medresenin hedefini sekiz yıllık eğitimle tarih arşivimizi/ hafızamızı kurtaran, cemiyete kütüphane miras bırakan İbrahim Hakkı Konyalı'dan dinleyelim. "Medresenin gayesi İslam'ın ve memleketin istediği çapta bilgin yetiştirmekti. Tahsil müddeti 12 sene olan medrese idaresi talebesini Londra'ya göndererek Kempriç Üniversitesini de tamamlatmak istiyordu." (İbrahim Hakkı Konyalı, Konya Tarihi, s:790) Konyalı, medrese kapatıldığı için mezun olamaz; fakat daha talebeyken alt sınıflara öğretmenlik yapacak seviyede yetişir, medresenin gazetesi sayesinde yazı hayatı başlar, memleketimiz iyi bir araştırmacı kazanır. 

Eğitim sistemimiz ayağa kalkacaksa

Bahaeddin Efendi mütevazı türbesinde hayatını tefekkür ederek nasiplenecek talebeleri beklemektedir. 1906 yılında Konya’da vefat eden Muhammed Bahaeddin Efendi, Hacı Fettah Kabristanı’ndaki türbesine defnedilmiştir. Türbesi, dört sütun üzerine oturmuş etrafı açık sade yapılı bir kubbeden ibarettir. Yanında eşi ile ikinci oğlu Rifat Efendi medfundur.

Kişi eseriyle anılır. Memiş Efendi'nin kurduğu medresenin duvarını Muhammed Bahaeddin yükseltmiş ve taşradan merkeze taşımıştır, mahdumları bu medreseyi 20. yy başında 21. yüzyıla da sözümüz var derecesine tamamlamıştır. Bugün bu mektep koyduğu ölçülerden beslenecek, ortaya koyduğu bakış açısını genişletecek, kurumsal kimliğini tekrar kazandıracak yiğitler beklemektedir. Mektebin kapısına kilit vurulmuştur; fakat tam kapatılamamıştır.

Bu berrak ilim ve irfan yolu yetiştirdiği talebeler sayesinde günümüze sesini duyurmayı başarmıştır. Hacı Veyiszade Efendi, Fahri Kulu Efendi, İbrahim Hakkı Konyalı, Saatçi Osman EfendiAli Sami Yücesoy, Abdullah Tanrıkulu... O talebeler sayesinde ortam bulduğu her zeminde eğitime devam etmiştir; fakat kurumsal kimliğini devam ettirememiştir.

Bize düşen bu berrak yolu anlamak ve anlatmaktır. Eğitim sistemimiz ayağa kalkacaksa, değerlerimiz üzerinde yükselecekse bu tecrübelerden istifade etmek elzemdir. Rabbim hepsinden razı olsun, derecelerini yükseltsin. Amin.

Cihad Meriç

YORUM EKLE