9 Şevval 1417, 16 Şubat 1997 Pazar... Acıyla dolu bir gün... O gün büyük bir âlimi, kaybettik... Büyük Muhaddis, Fakîh, Edîb, Hatib, İlim, Fikir ve Dava adamı, Edeb, Ahlâk ve Fazilet timsali muhterem Abdülfettah Ebu Gudde Hocaefendi’yi kaybettik.
Abdülfettah Ebu Gudde Hocaefendi gerçekten her yönüyle mükemmel bir âlimdi. Derin ilmi, huşû dolu ibadeti, takva ve ihlası, cihad aşkı, güzel ahlâkı, zarif konuşması, itidal sahibi oluşu, titiz bir araştırmacı ve maneviyat erbabı olmasıyla, Hadis ilmindeki takdire değer hizmeti ile örnek bir şahsiyet idi, Abdülfettah Ebu Gudde Hocaefendi.
O hakikaten Peygamber varisi olan mübarek âlimlerden biriydi. Onun şahsında Hz. Peygamberimizin (s.a.) “Âlimler peygamberlerin varisleridir.”[1] hadis-i şerifinin tecelli ettiğini görüyorduk.
Elbette Halid b. Velid (r.a) gibi değerli bir sahabinin neslinden gelen bir zata yaraşan bu idi. Allah’ın kılıcı, cesur, kahraman ve yiğit sahabinin böyle mübarek, muhterem ve mücahid torunu olacaktı.
Ana hatlarıyla hayatı
Abdülfettah Ebu Gudde Hocaefendi’nin hayatını ana hatlarıyla şöyle özetleyebiliriz:
- 1917’de Suriye’nin Halep şehrinden dünyaya geldi.
- İlk öğrenimini Halep’te gördü. Orta öğrenimini Hüsrev Paşa Medresesi’nde tamamladı.
- 1944 yılında Mısır el-Ezher Üniversitesi’ne kaydoldu. 1948 yılında el-Ezber’in Şeria Fakültesi’ni bitirdi.
- El-Ezher’in Arap Dili ve Edebiyatı Fakültesi’nde “Eğitim Metodolojisi” üzerine ihtisas yaptı.
- 1950 yılında Haleb’e döndü. Liselerde öğretmenlik yaptı. On ayrı dersin ortaokul ve lise kitaplarını hazırladı.
- Aynı zamanda Hüsreviyye ve Şa’baniyye Medresesi’nde İslâmi ilimlerin tedrisi ile meşgul oldu.
- 1961 yılında Şam Üniversitesi Şeria Fakültesi’nde öğretim üyeliğine başladı. Fıkıh Ansiklopedisi Müdürlüğü yaptı.
- 1963 yılında Halep milletvekili olarak Suriye Parlamentosu’na girdi.
- 1965 yılında Suudi Arabistan Riyad Üniversitesi Şeria Fakültesi’ne intikal etti.
- 1966 yılında Suriye’ye döndüğünde Baasçılar tarafından birçok ilim ve fikir adamıyla birlikte hapsedildi. Bir yıl hapiste kaldı.
- 1967 yılında tekrar Riyad’a döndü. Bir yıl Yüksek Hukuk Enstitüsü’nde (el-Ma’hedü’l-A’la li’l-Kada) ders verdi.
- Ardından Riyad üniversitesi Şeria Fakültesi’nde, on yıl Profesör unvanıyla Hadis, Hadis Usûlü ve Fıkıh Usûlü dersleri verdi.
Daha sonra Usûlüd-din Fakültesi’ne geçti. 1988 yılına kadar tedrise devam etti.
Bu arada pek çok yüksek lisans ve doktora tezine danışmanlık yaptı.
Öğretim üyeliği yanında Hadis, Hadis Usulü, Kuran ilimleri, Fıkıh, Fıkıh Usulü, Akaid, Tasavvuf, Arap Dili ve edebiyatı, Tarih, Teracim (Bibiliyografya) Eğitim ve Öğretim Metodlarıyla ilgili 70’den fazla telif veya tahkik eseri neşretti. Uluslararası pek çok konferansa katıldı. İlmi tebliğler sundu.
1996 Haziran ve Eylül aylarında Konya’da yapılan iki ayrı uluslararası konferansa tebliğ sundu.
16 Şubat 1997’de Riyad’da vefat etti.
-Medine-i Münevvere’deki Cennetü’l-Baki’ kabristanına defnedildi.
İlmi şahsiyeti
Günümüzde İslami ilimlerle meşgul olanların ve özellikle Hadis erbabının kütüphanelerindeki değerli eserleriyle gayet iyi tanıdığı bu büyük zatın ilim ehli ve ilim talebeleri için örnek olacak sîret ve evsafından söz etmek istiyorum.
1. Takva sahibi bir âlim idi
Günümüzde şuurlu ve idealist Müslüman gençlik özellikle İslâmî ilimlerin talibi olan gençlerimiz tarihte olduğu gibi her yönüyle mükemmel olan İslam alimi arıyor, karşılarında dört dörtlük “hakiki âlim” görmek istiyorlar. Hem fetvası hem takvası ile önder olan, hem ilmi hem de şahsiyeti ile rehber olan her yönden güvenilir, gerçek İslâm alimlerini tanımak istiyorlar. Gençlerimiz haksız da değiller.
Zamanımızda böyle mükemmel İslâm alimleri yok değil ama sayıları az. Muhterem M. Emin Saraç hocamızın derslerinde sık sık tekrar ettiği bir cümle vardır: “Siz talihsiz bir zamanda dünyaya geldiniz. Siz her şeyi numune olan hakiki âlimlere yetişemediniz. Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi, Muhamed Zahid el-Kevserî Efendi, Ali Haydar Efendi, Ömer Nasuhi Efendi, Gümülcine’li Mustafa Efendi, Bekir Hakkı Efendi. Mahmud Sami Efendi, Ali Yekta Efendi, Fuat Efendi... ve diğerleri ne mübârek zatlardı.” (Rahmetullahi aleyhim ecmain)
İşte Abdülfettah Ebu Gudde Hocaefendi kendisinde ilimle takvayı birleştiren bu değerli zatlar gibi mübarek bir âlimdi. Onda kendini rahleye adamış, hocalarına karşı son derece hürmetkâr ve vefakâr olan, talebelerine gözbebeği gibi bakan, oğullarından önce talebelerine dua eden eski âlimlerimizin sabır ve sebatı, ihlas ve samimiyeti ile çağımızdaki ilmî tenkit ve ciddi araştırma ruhu birleşmişti. Bu manada o tarihten zamanımıza intikal eden bir selef âlimi gibiydi. Hem muttaki bir âlim hem de ciddi bir akademisyen ve titiz bir araştırmacı idi.
Değerli İslâm Âlimi Ebu’l-Hasen en-Nedvi onun hakkında: “İlimlerdeki çeşitliliği, ilmi dirayeti, isabetli görüşleri ve himmetinin yüceliği ile selef âlimlerinin hatırası olan, rabbani, mürebbi alim” ifadelerini kullanmaktadır.[2]
2. Hadis, fıkıh, edebiyat ve tahkik üstadı idi
Abdülfetah Ebu Gudde Hocaefendi mütenevvi, mütefennin, çok yönlü bir İslâm âlimi idi. İslâmî ilimlerin hemen her birinde (Hadis, Hadis Usulü, Kuran ilimleri, Fıkıh, Fıkıh Usulü, Akaid, Tasavvuf, Arap dili ve Edebiyatı vs.) söz sahibi idi. Ancak onun asıl ihtisas alanı “Hadis ve Hadis Usulü” idi. Eserlerinin çoğu Hadis, Hadis Usulü, Cerh ve Ta’dil, Teracim gibi hadis ilimlerinde idi.
O kelimenin tam anlamıyla “Muhaddis” idi. Hem de dünyada şu anda benzeri pek az bulunan muhaddislerden biriydi. Türkiye, Suudi Arabistan, Suriye, Mısır, Irak, Fas, Yemen, Pakistan ve Hindistan’da kendisinden ders ve icazet aldığı yüzü aşkın hocaları arasında Muhammed Zahid el-Kevserî, Ahmed Muhammed Şakir, Abdülvehhab Buhayrî, Ahmed b. Sıddîk el-Gumarî, Muhammed Ragıb et-Tabbah gibi muhaddisler çoğunluktaydı.
Ancak Üstad Ebu Gudde hadisle fıkhı birleştirmişti. Ahkam hadislerini şerh etmedeki üstün melekesi bunun açık delili idi. Hem Hanefi hem Şafii fıkhını tahsil etmişti. Fıkıh’ta hocaları arasında Ahmed Fehmi Ebu Sünne, Mustafa Ahmed ez-Zerka, Mahmud Seltut, İsa el-Beyanuni, Muhammed Hıdır Huseyn, Yusuf ed-Dicvi gibi meşhur âlimler bulunuyordu. Hocası Mustafa ez-Zerka Ebu Gudde’nin Fıkıh istidadını keşfetmiş ve onu Suriye’de Fıkıh Ansiklopedisi hazırlamakla görevlendirmişti.[3]
Tahkik ettiği eserler arasında fıkhî eserler önemli bir yer tutuyordu. O aynı zamanda değerli bir fıkıh ve fıkıh usûlü âlimi idi. Aliyyü’l-Kari’nin Fethu Babi’l-İnaye kitabı ile İmam Karafi’nin el-İhkam kitabının tahkiki, üstadın fıkıhtaki üstün melekesini açıkça ortaya koymaktadır.
Üstad Ebu Gudde (37 yıl hizmetinde bulunan seçkin talebesi Muhammed Avvame’nin ifadesiyle): Arap dili ve Edebiyatı’nda “hüccet (otorite)” idi. Sarf, Nahiv, Belagat ilimlerinde mütehassıs idi. Derin ilimle edebî kabiliyeti bir arada toplaması ile bize İmam Evzai’yi hatırlatıyordu. Kelimeleri bir edîb ve şair edasıyla yerli yerinde kullanırdı. İlmi vukufiyet ve edebi inceliklerle dolu tatlı bir hitabet üslûbu vardı.
En önemli hususiyeti tahkik ettiği (yayına hazırladığı, tenkitli basımını yaptığı) eserlerde gösterdiği dikkat, itina ve titizlik idi. Ebu Gudde ilmî tenkid ve tahkik üstadı idi. Her konuyu bütün yönleriyle araştırır, isabetli tercihler yapardı. İlmi emanete son derece riayet eder, yaptığı nakillerde çok hassas davranırdı. Bundan dolayı ilim erbabının itimat ve güvenini kazanmıştı.
Matbaaya vereceği kitabı defalarca gözden geçirir, tashihlerini bizzat kendisi yapar, sayfa dizaynı ve harflerin puntolarına varıncaya kadar her şeyle ilgilenir, matbaa hatalarının asgariye inmesi için titiz bir çalışma sergiler, bir kitap için aylarca hatta yıllarca emek sarfederdi. Bu sebeple üzerinde çalışıp tahkik ettiği kitap yeni telif edilmiş eser gibi kabul edilir, eserleri ilim ehli tarafından takdirle karşılanırdı.
3. Âlimlere son derece hürmetkâr idi
Abdülfettah Ebu Gudde Hocaefendi, İslâm âlimlerine karşı son derce hürmetkâr, vefakâr, sonsuz takdir ve minnet duyan bir kimse idi. Zarif ilmî tenkitler dışında âlimlere hata nispet etmekten, âlimler hakkında basit ve aşağılayıcı ifadeler kullanmaktan son derece sakınırdı.
Kendisine bir defasında İmam-ı Azam’a nispet edilen “Darü’l-Harbde faiz alınabilir" şeklindeki ictihad hakkındaki görüşü sorulmuştu. Bu babda İmameyn’in kavlinin tercih edildiğini söylemiş, “Bu ictihad İmam Ebu Hanife rahmetullahi aleyhin bir ecir kazandığı içtihatlardandır” şeklinde latif ve manalı bir ifade ile cevap vermiş, müctehidlerin hata ettiklerinde bir ecre nail olacakları gerçeğine işaret etmişti.
Ebu Gudde Hocaefendi her şeyde kusur arayan, her söze şüpheci nazarlarla bakan, en muteber kaynakları bile istihfaf ve istihkar ifadeleriyle basite alan, asırlar boyunca Müslümanların iman, ibadet, ahlâk ve muamelatta önder kabul ettiği ‘imam’lara bile dil uzatmaktan çekinmeyen, İslâm âliminden ziyade bir oryantalist gibi davranan, tek arzusu bazı entelektüel çevrelere şirin görünmek olan reformist ve modernist bir kimse değildi. Böyle tipleri hiç sevmezdi.
Bununla birlikte sadece eski kitapları okumakla yetinen, ilim dünyasına yeni hiçbir katkıda bulunmayan, yeni gelişen olaylara ve güncel problemlere çözüm getirmeyen, klasik manada, sıradan bir kişi de değildi. Ne modernist idi ne de klasik bir tipti. O eskilerin sarsılmaz azmi ve ihlâsı ile modern akademik araştırma üslubunu mezceden eşine az rastlanan bir tahkik üstadı idi.
Üstad Ebu Gudde’nin ilmî şahsiyetinin oluşumunda büyük tesiri olan Osmanlı Devleti’nin son Şeyhülislâmı Tokatlı Mustafa Sabri Efendi ile yine büyük âlimlerden Şeyhulislâm vekili Düzceli Muhammed Zahid el-Kevserî Efendi’den ders alması sebebiyle, kendi- sini Osmanlı Fatih Medreseleri mensuplarından sayardı. Osmanlı âlimlerinin vakar ve edebine, takva ve ihlasına hayrandı. Osmanlı ulemasını takdir ve minnetle yâd ederdi.
Bilhassa Muhammed Zahid el-Kevserî Hazretlerine olan sonsuz muhabbeti ve hürmeti vardı. Kevserî’nin ismini anarken gözleri yaşla dolardı. Üstad Ebu Gudde: “Kendilerinden ders aldığım bütün hocalarım hakkında kendi kendime: ‘Bunun gibi olabilirim2 derdim. Nihayet İmam Kevserî’yi görünce kendi kendime: ‘Hayır, asla bunun gibi olamam’ dedim.” derdi. Bu gönül bağlılığı sebebiyle Ebu Gudde eserlerinde sık sık Kevserî’nin ismini ve tavsiyelerini zikreder, kitaplarını ona ithaf ederdi. Hatta hocasına olan sevgisinden dolayı bir oğluna “Muhammed Zahid” ismini vermişti.
Kevserî’nin hayatta kalan son talebesi M. Emin Saraç hocamızın ifade ettiği gibi, Kevserî de talebesi Ebu Gudde’yi çok severdi. Kevserî, daha ilk görüşmelerinde M. Emin Saraç hocaya Ebu Gudde’den takdir ve sitayişle söz etmiş mutlaka görüşmelerini tavsiye etmişti.
Ebu Gudde Hocaefendi, İmam Zeylai’nin Nasbu’r-Raye kitabından adı geçen bir ravi hakkında çeşitli kaynaklardan yararlanarak bir not düşmüş, bu notu hazırlamada gösterdiği ilmi gayret ve hassasiyet sebebiyle Kevserî bu notun altına kalemiyle: “Ey aziz kardeş! Kitabında beni titreten bir coşku gördüm” diye yazarak takdirlerini ifade etmiştir.
4. Kitap ve kütüphane âşıkı idi:
Abdülfettah Ebu Gudde Hocaefendi çok okuyan bir zat idi. Halep’te iken 10.000 cilt kitabı büyük bir titizlikle tetkik etmişti. Kitapları dipnotlarına varıncaya kadar gayet dikkatle okurdu. “Müellifin sırrına nail olmak için, dipnotları dahil, kitapta bulunan her harf okunmalıdır” anlayışını taşırdı. Kitaba çok değer verir, çok kitap satın alırdı. “Âlimin hayatında kitabın yeri, cesede göre ruhun yeri gibidir” derdi.[4]
Uzun müddet vatanından ayrı kalması sonucu Halep’te yağmalanan büyük kütüphanesi gibi, Riyad’daki evinde de 25.000 ciltlik büyük bir kütüphane kurmuştu.
Osmanlı ve Türkiye hayranı olan Ebu Gudde Hocaefendi Türkiye’ye davet edildiğinde İstanbul, Konya, Edirne ve Bursa’yı, bu şehirlerde bulunan eski el yazması nadir eserleriyle ünlü kütüphaneleri ziyaret eder, önceden yaptığı hazırlık sebebiyle bu kütüphanelerden azamî istifade ederdi. Özellikle İstanbul’daki Süleymaniye, Köprülü ve Topkapı Sarayı Kütüphanesi’ndeki el yazması nadir eserleri öve öve bitiremezdi. Bu değerli hazinelerin en iyi şekilde korunması ve değerlendirilmesi gereği üzerinde dururdu.
Üstad Ebu Gudde Türkiye’yi çok seviyordu. Aşırı meşguliyetine ve sağlık durumu müsait olmamasına rağmen sadece Selimiye’yi görmek için Edirne’ye gitmiş, Selimiye’ye hayran kalmıştı. Son gelişinde “Konya’yı çok sevdim. Türkiye’ye tekrar gelmek ve bu beldede ikamet emek isterim” demişti. Türkiye’deki ilim camiası da kendisini çok sevmişti. Eylül 1996’da Konya S.Ü. İlâhiyat Fakültesi’ndeki konferansları ve İstanbul’da İLAM (İlmi araştırmalar Merkezi)’da verdiği konferans unutulmayacak konferanslarındandı.
5. Fazilet ve zarafet timsali idi
Abdülfettah Ebu Gudde Hocaefendi bir edeb, zarafet, ahlâk ve fazilet abidesi idi. Güzel ahlâkı, tatlı üslubu, nazik ifadeleri ve zarif giyinişiyle sevilen ve takdir edilen bir zat idi.
Yüzünde gerçekten Peygamberimizin (s.a.), “Benim sözümü işiten, iyice kavrayan, ezberleyen ve bunu başkalarına tebliğ eden kimsenin yüzünü Allah nurlandırsın.” duasına mazhar olan bir âlimin nuraniyeti vardı. Daima mütebessim bir çehre... Sevgi ve muhabbet dolu bakışlar... Tatlı ve sevecen üslubu... Engin müsamahası ile o bize ilim ve âlim sevgisi aşılıyordu.
Üstad Ebu Gudde gayet mütevazi bir âlimdi. Konuşmalarında kendisinden söz ederken “hadis talebesi” ifadesini kullanırdı. Sorulan hiçbir soruyu basit görmez, soruları nükteli özlü ifadelerle cevaplandırırdı. Bazen soruları bile tatlı kelimelerle düzeltir, “herhalde böyle demek istediniz” derdi.
Konuşmaları gayet ilmî ve kitabî olduğu gibi, aynı zamanda gayet edebî ve nazik idi. Tevriye, mecaz ve kinayelerle yüklü ama gayet açık, anlaşılır ve zarif ifadeler kullanırdı. Asla usanç vermeyen zevkle dinlenen tatlı bir üslubu vardı. Şiir ve edebiyat alanındaki derin malumatı konuşmalarına yansıyordu.
Giyim kuşamından konuşmalarına, muamelelerinden mektuplarına varıncaya kadar her şeyde ince bir zevk, rikkat ve hassasiyet sahibiydi. Son derece temiz, itinalı ve güzel giyinirdi. Nezaket ve zarafet timsali idi her haliyle...
Hayatı düzenli ve programlıydı. Sabah evinden çıkarken gideceği kütüphaneler, kitapçılar, görüşeceği kişiler ve yapacağı işler not defterinde yazılı olurdu. Vaktin kıymetini takdir eder, vaktini güzel bir şekilde değerlendirirdi. Zamanın en güzel şekilde değerlendirilmesi konusunda kendisine has prensipleri vardı. Yaz aylarında Türkiye’ye geldiğinde onu ya kütüphanede, ya konferansta, ya da te’lif masasında görürdünüz. Ülkemizin iklim şartlarına hayran kalmıştı. “Ben burada elhamdulillah günde 16 saat çalışma imkânı buluyorum” demişti.
6. Müstesna bir eğitimci idi
Abdülfettah Ebu Gudde Hocaefendi “İslâm Âlimi” olan kişinin her yönden örnek ve numûne bir şahsiyet olması, “kudve (örnek lider)” konumunda olması gerektiğini ifade ederdi. Kendisi de gerçekten ilim erbabı ve talebeleri için güzel bir örnek, mükemmel bir eğitimci idi. Talebelerini kesinlikle kırmaz, gönüllerini incitici ifadeler kullanmazdı.
Üstad Ebu Gudde, öğretim kadar eğitiminde önemli olduğu konusu üzerinde çok durur: “Hoca talebelerine Emanet, Takva, Sabır, Uyanıklık, Dikkat, Metanet ve Ciddiyet dersi vermelidir” derdi.[5]
Onunla birlikte olduğunuzda ilme, âlimlere, kitaba olan sevginiz, araştırma ve inceleme arzunuz artardı. O’nu dinlerken ilim talebesi olmanın değerini anlar, üzerinizdeki ilmî mesuliyetin ağırlığını idrak ederdiniz.
Ebu Gudde Hocaefendi talebelere çok değer verirdi. Özellikle hocası Muhammed Zahid el-Kevserî’nin ülkesinden geldikleri için Türkiyeli talebeler onun nazarında çok değerliydi. Cuma sabahları Mekke’de tahsil gören Türkiyeli talebeler olarak yaptığımız “Miskâtü’l-Mesabih” hadis dersine kendisini davet ettiğimizde davetimizi memnuniyetle kabul etmiş, derslerimizi defalarca şereflendirmiş, hadis şerhi ve hadis ilimleri konusunda bizleri aydınlatmıştı.
Üstad Ebu Gudde, değerli talebesi Muhammed Avvame’nin cerh ve ta’dîl âlimleri için gerekli gördüğü “ihlaslı, insaflı, dikkatli, teennîli, geniş tetebbu sahibi ve araştırmacı olmak” vasıflarını hakkıyla taşıyan tenkid ehli, muhakkik ve müdekkik bir muhaddis idi.
Görüşleri ılımlı, ifadeleri mutedil bir âlimdi. Sivri ve şazz fikirlerden kaçınırdı. Hanefi idi; Hanefi mezhebi âlimlerini rahmet, takdir ve muhabbetle anardı, ancak mutaassıp değildi. Fıkhî konularda delilleri titizlikle inceler, zaman zaman tercihler yapardı. Fıkhî meseleleri delilleriyle değerlendirirdi. Delilsiz, isnadsız, kaynaksız bir şey konuşmazdı.
Katı tutum sahibi değildi. Ama katı tutumlu “mütesellif”lerin (selefî olmadığı halde selefilik iddia eden bazı kişilerin) kıskançlıkları sebebiyle olsa gerek, boy hedefi idi. Zaman zaman: “Allah’ım! Hem rıza hem de gadap halinde iken itidalli olmayı bizlere ihsan eyle.”[6] diye dua ederdi.
7. Çilekeş bir dava adamı idi
Abdülefettah Ebu Gudde Hocaefendi mükemmel bir âlim oluşu yanında çilekeş, cefakâr ve fedakâr bir dava adamı idi. Hayatı davet, cihad, mücadele, aksiyon ve hareketle dolu idi. Konuşmaları canlı ve dinamik idi. Selef Âlimleri, İslam Davası ve İslâm Gençliği konuları en çok üzerinde durduğu konulardı.
Suriye Parlamentosu’nda bir müddet milletvekili olarak bulunmuş, cesaretli tavırları, korkusuz konuşmaları, açık sözlülüğü, ufkunun genişliği ve isabetli görüşleriyle tanınmıştı. İslâm davasına ihlasla bağlılığı sebebiyle Baasçılar tarafından birçok ilim, fikir ve dava adamıyla birlikte hapsedilmiş, Tedmür Hapishanesi’nde bir yıl tutuklu kalmıştı.
Hayatının büyük bir bölümünü (30 yılını) gurbet diyarında devamlı Suriye mercileri tarafından takibat altında tutulma tedirginliği içerisinde geçirmiş, bir müddet Suriye Müslüman kardeşler Teşkilatı’nın İrşad Başkanlığı’nı üstlenmişti. O Hasan el-Benna idealinin ihlaslı bir neferiydi. Bütün bu çile ve sıkıntı dolu zor şartlar altında bile İslâm davasına hizmeti canla başla yürütmüş, ilim adamlığı yanı sıra fikir, dava ve aksiyon adamı olarak yılmadan ve usanmadan çalışmıştı.
Üstad Ebu Gudde ilmî tarafsızlığa özen gösteren, objektif ve tutarlı ifadelerle daima gerçekleri söyleyip yazan başarılı bir akademisyen, gerçek bir ilim adamı idi. Ama kendisini sadece kitaplara veren, sadece kitaba gömülen, çevresinden ve içinde bulunduğu toplumdan habersiz yaşayan biri değildi. O dünyadaki İslâmî cemaatlerle, İslâmî hareketlerle, İslâmî çalışmalarla yakından ilgilenirdi. Türkiye’ye geldiğinde mutlaka Mahmud Sami Ramazanoğlu, Mehmed Zahid Kotku, Musa Topbaş gibi değerli zatları ziyaret ederdi. Türkiye Müslümanlarının son otuz yılda yeniden İslâm davasına sahip çıkmalarını takdirle karşılıyor, Türkiye’deki İslâmî, ilmî, kültürel, siyasî ve sosyal çalışmaları gönülden destekliyordu.
Ebu Gudde Hocaefendi İslâmî cemaatlerin birbirlerini tamamlamaları gereği üzerinde durur, cemaatler, cemiyetler, meşrepler ve gruplar arasında yapıcı ve birleştirici görüşleri nakleder, yıkıcı ve ihtilafı körükleyici görüşlere asla itibar etmezdi.
Üstad Ebu Gudde, şuurlu Müslümanların İslâm davasını tebliğ etme ve yaşama noktasında mutlaka sistemli, disiplinli, intizamlı ve düzenli çalışmalarını tavsiye ederdi. Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi’nin “Düzenli olan batıl, düzensiz olan hakka galip gelir” ifadesini sık sık tekrar eder, Müslümanların savundukları gerçeklerin müesseseleşmesi, hayata geçirilmesi ve yeniden cihan çapında başarıların kazanılması için canla başla çalışmaları gerektiğini anlatırdı.
İlmi, irfanı, ihlası, takvası, ahlaki, fazileti ve eserleriyle İslam âlimleri kervanında mümtaz bir yeri olan Üstad Ebu Gudde’den ilim erbabı ve irfan aşıkları azami derecede istifade edecekler; her eseri birbirinden güzel, hemen hepsi tavsiye edilen yetmiş küsür esere telif ya da tahkîk imzası atmış olan Ebu Gudde Hocaefendi hayatında olduğu gibi vefatından sonra da rahmetle, takdirle ve hayırla anılacak, amel defteri Allah’ın izniyle kapanmayacaktır.
Rabbim rahmete nail eylesin... Makamını Cennet eylesin...
H. İbrahim Kutlay
Altınoluk dergisi, 158. Sayı
[1] Hadis Hasen’dir. İbn Hibban ve Hâkim’e göre sahihtir. Bkz. Ebu Davud: İlim 1 hadis no. 3641, Tirmizî; İlim 19 hadis no. 2682, İbn Mâce: Mukaddime 17 hadis no. 23
[2] Safahat min Sabri’l-Ulema, Beyrut 1994, s. 12
[3] el-Müctema (Kuveyt, 10.03.1997 Sayı: 1240) s. 48
[4] Safahat min Sabri’l-Ulema, s. 256
[5] Muhammed Avvame, “Takrîbü’t-Tehzib” Beyrut 1986, s. 32
[6] Hadis Sahih’tir. bkz. Tirmizî, İlim 7, hadis no. 2658; İbn Mâce, Mukaddime 18, hadis no. 232
Allah rahmet eylesin