Gerçek Hayat dergisinin 20-26 Temmuz 2001 tarihli sayısında Hasanali Yıldırım, İsmail Kara üzerine "Pırıltısız Bir Altın Yığını" başlığını taşıyan bir portre hazırlamış. Yazının girişinde bizi şu cümleler karşılıyor: “Erbab-ı kalem ancak uzaktan uludur. Yanına yaklaştışça, zaaflarını gözlemledikçe tersine döner bu ululuk. Fakat tanışmanın bile insana sınıf atlattığı İsmail Kaara’yla bir sohbet bile, o ululuğun üzerine ululuk ekletir. Nasibiniz miktarınca bu sohbetler derinleştikçe artık elinizde bu ululuğu karşılaştıracak bir ölçek kalmaz.”
İsmail Kara’nın hayatının keyifli bir şekilde kaleme alındığı yazıda ayrıca onun hakkında önemli isimlerden alınan görüşlere de yer verilmiş. Her isim farklı bir muhabbet, farklı bir yaşanmışlık ve paylaşım üzerinden İsmail Kara Hoca’nın pek bilinmeyen yönlerini anlatıyor. Merak ettiğimiz halde kendisine asla soramayacağımız pek çok sorunun cevabını bulmak mümkün bu paylaşımlarda. Bir evlat, bir baba, bir dost, bir yol arkadaşı, bir hoca ve talebe olarak İsmail Kara nasıldır? Hepsinin cevabını bu satırlarda bulmak mümkün.
Önemine binaen bu görüşleri sizin için derledik.
İsmet Özel (Şair): “Sorgu meleğim”
İsmail Kara'nın çalışkanlığına ve basiretine gıpta ederim. Onu durduğu veya oturduğu yerde bile sükûnet nedir bilmeyen bir genç olarak tanıdım. Bu kadar hareketli, istim üstünde bir gencin incelmiş bir zevke sahip olması ve ilgi duyduğu her şeyin temelini yoklayan bir ağırbaşlılığı elden bırakmayışı yabana atılamazdı. Ben de yabana atmadım. Birçok konuda nazımın geçtiği bir insan oluşundan hep istifade ettim. Sona erişi üzerinden de üç sene geçen, üç sene boyunca televizyonda bana her hafta sorgu melekliği yaptı. Tabir ağabeyi Mustafa Kara'ya aittir.
Tanıştığımız günden beri isteklerini dikkate alırım. Arşivinde bulunsun diye ona mektup bile yazdım. İsmail Kara'ya olan sevgim ve ilgim bencilcedir. Çünkü o benim ne münasebetle yazı yazdığımı gayet soğukkanlı bir tutum içinde fark eden az sayıda insandan biridir. Onu tanıdığımdan bugüne kadar kolunu sıvadığı her işin hakkını verdi, ama bu işler dolayısıyla hak ettiklerini alabildi mi? İşte bundan kuşkuluyum.
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi (Yazar)
İsmail Kara’nın çocuk denecek bir yaştan başlayarak, günümüze kadar gelişmesini izleyebildim. Gelişme derken, iman ve irfan yönünü kastetmiyorum. Bu zaten olacağı kadar ve şimdi olduğu kadar sağlam idi. Kara’nın gelişimi, bilgi yüklenmesi tarzında oldu. Bu yüklenmeyi iman kalesinin yanına inşa ettiği selamlık villasında tamamladı. Bu bilgi birikiminin ürünlerini selamlık binasında Rize çayı gibi demleyerek içitiyor. Bu kale İsmail’in özel hayatıdır. İsmail Kara’yı, İsmail Kara yapan da hem kale hem selamlık villasıdır.
Ali Birinci (Kitabiyatçı): “Düşmanına bile kazık atmaz”
İsmail Kara ile ta 1977’den beri, İmam Hatip Okulu’ndan tanışırız. O zaman henüz çocukluktan delikanlılığa terfi etmekteydi ve bugün aradan 33 yıl geçmiş. İnsanın dostları gün geçtikçe ya ölümden ya da dostluğun ölümünden azalır. O, gün geçtikçe azalan dostların en ‘has’larından biri. Çok sağlam karakterli, karasevdalı bir vefakâr. O derece güvenilir ki, düşmanına bile kazık atmaz. Pırıltısız bir altın yığınıdır.
İşini muhabbetle takip eder. Yaptıkları emsalsizdir. Her yazısı orjinaldir; takdirkârıyım. Bugünkü ilim erbabında irfan yok; irfan erbabında da ilim. O, ilim ile irfanın kendisinde birleştiği nadir kişilerden biri. Eserlerini okumak onu bütünüyle anlamaya imkân vermez. Belli etmez ama çok espritüeldir de; ince esprinin kıymetini bilenlerdendir. Onu düşünmek bile bana büyük haz verir.
Ahmet Yaşar Ocak’ın şu rubaisi tam da onun için söylenmiş gibidir:
Erbab-ı kalem terbiyet-âmımız-ı ümemdir
Dâb-ı ümem mahâsıl-ı feyz-i kalemdir
Erbab-ı kalemin kıymetini bilmelidir zira
Hem devlete, hem millete mes’ul-ü ehemdir
Ezel Erverdi (Yayıncı): “Şuurlu bir hizmet eri”
1970’li yılların başında, ağabey Mustafa Kara, o zamanki Hareket Yayınları’na İsmail Kara’yı “Ağabey bizim ailenin en kabiliyetlisi İsmail’dir” diyerek, “Eti sizin kemiği bizim demeyi unutarak” getirdi. Kutuz Hoca’nın (Mehmet Kara) en küçük oğlu, İstanbul İmam Hatib’e Rize’den nakledilmişti. O zamanki yerimiz Divanyolu Ersoy Han, 148/5, tek oda. “Cin gibi” bakan gözler, yerinde duramayan bir vücut. Geçen seneler gözlerini yordu, kafasını bilgi ile aşırı geliştirdi. İki defa geçirdiği mide kanaması(İlki Kuşeyri Risalesi’ni tashih edip kurşun sahifeleri Osman’la birlikte bağlarken olmuştu. İkincisinde Numune Hastahanesi’nin bir kçük odasında, yanda yatan hasta bakıcısı, solgunlaşıp beyazlaşan İsmai’li benim çocuğum yapmıştı) vagus sinirini aldırıyor, “siniri” biraz azalıyordu. Azalan bir de iştahı ve tatlı düşkünlüğü idi.
Tekerlemenin aksine “mum dibine ışık” vermişti. Hikmet “mum”da mı, “ışığı” yakalayanda mı? Bunu herhalde İsmail bilir. İsmail Kara bir “hoca”dır. Hatta sıkı bir hocadır. Hocalık yerleri değişiktir. Sainte Pulcherie Fransız Kız Ortaokulu, üniversitesi kürsüsü, Bilim ve Sanat Vakfı dersleri, eksilmeden artan “çömez”leri Dergâh Yayınları’nda onun gelişini bekler. Kimine kaynakları verir, kiminin yazı ve tezinin tashihini yapar, yeni planlar çizer. Hanımına bir haftada “eski yazıyı” öğretti. Gerekirse İsmail dersi telefonda da verir. İsmail Kara önemli bir araştırmacıdır, bilim adamıdır. Şimdiye kadarki yayınları önemli idi. Bana göre, esas eserini (inşallah) önümüzdeki bir-iki yıl içinde verecektir. 1980 başlarında başladığı”İslamcılık” ve bu fikrin savunucuları üzerindeki çalışmalarını genişletti, derinleştirdi ve üslûbu oluştu, oturdu, muhkemleşti. Bu sahada çıtası yüksektir.
İsmail Hoca’nın vasıflarından biri de “editör”lüğüdür. 1980’li yıllarda Dergâh Yayınları’nda İslam Klasikleri ve Çağdaş İslam Düşüncesi dizilerine hayat vermiştir. Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi yayın heyetindeki çalışmaları “çok tespi yıpratan” cinstendir. 1980’de başladığımız, 10981’de ilk cildinin yayınladığımız, ikinci cildini dizip hazırladığımız, on cilt olarak planlanan İslamî Bilgiler Ansiklopedisi, Diyanet Vakfı’nın ansiklopedisi yayına başladığında, çölde kalan kar helvası oldu. Bu ansiklopediye Ahmet Tabakoğlu’nun çok emeği geçmiştir. Dergiciliğe tutkunluğu Hareket ve Dergâh’a katkıları malûm. Son senelerdeki İstanbul Araştırmaları Dergisi editörlüğü ve Nurettin Topçu külliyatının yayınını da unutmamak lâzım. İsmail Kara Türkiye’nin nadir “kitabiyat”çılarındandır. 1970’lerde başlayan bu “karasevda” günümüzde kendisini Türkiye’nin en önde gelenlerinden yapmıştır. Bir servet sayılabilecek kütüphanesi vardır.
Çocukluğunda ele avuca sığmayan bu Güneyceli, büyüdükçe -yıllar geçtikçe- durgunlaştı, ağırlaştı, yaşından ileride yorgun düştü. Kimine göre “kibir”lidir, kolay insan-kitap-yazı beğenmez, “dili keskindir.” Söyledğim gibi çıtası yüksektir. Tanıdığım İsmail Kara insan seçer ama dost ve dostluğu bilen güvenilir bir kişidir. Limanına güneşli bir havada da, fırtınalı havada da sığınılabilir. Usûlü dairesinde istendiğinde bütün bilgisini verebilir. Mesafeli, tavizsiz İsmail Kara ile seyahat çok güzeldir. Hizmet ehli yetiştirildiğinden yol arkadaşlığı rahat ettirir. Şuurlu bir hizmet ehlidir. Kim ne istemişse, elekten geçirir, gereğini verir. Vaziyeti değerlendirir, kendi kararına göre hizmet eder. Hizmet ettiğine kitap lazımsa onu verir, gerekiyorsa çorabını, çamaşırını yıkar.
Kutuz Hoca’nın ailesi dini, hayat içinde kucaklamıştır. Dini anlayış ve vecibeler hayat içindedir. İsmail Kara teknik gelişmelere ve dünyaya açıktır. (Bilgisayar kullanmaya hızla başladı ve o aletin becerilerini hemen değerlendirdi. Mustafa Kutlu daktiloda, ben kâğıt/kalemde kaldık.) “Çaktırmaz, belirti vermez ama siyasetten ve ticaretten anlar. Planlamacılığı iyidir, gelimiştir.
İsmail Kara ailesine düşkün bir “baba”dır. Çocukları ile münasebetleri eski babalara benzer. Mesafeli ve tavizsizdir. Sevgisi onları kucaklamıştır, kendi kafası ile onlara yön verir, meselelerini halletmeye hazırdır. En kıymetli varlıkları aile fertleri, kitapları ve bazı dostlarıdır. Evinin duvarları hangi renge boyanmıştır dersiniz, duvar rengini kütüphaneden, kitaplardan göremezsiniz. Duvarlar kaplanmış yetmemiş, yemek masası da İsmail’in çalışma sahasıdır. Bu noktada Şükran “Paşa”nın hakkını teslim etmemiz gerekir. Kendisi “Kotevoğulları’na damat olmak kolay değildir” der. Ama biz daha bir zorluğunu görmedik.
Allah nasip ederse kendisiyle üç yere seyahat niyetimiz var. Mekke/Medine, Kahire ve Sorbon Üniversitesi.
Hayreddin Karaman (Âlim): “Kendine özgü bal arısı”
1970’li yıllarda, İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nde anarşi var. İslam veya bir ideoloji adına siyaset yapanların Enstitü’deki uzantıları birbirleriyle kavga halindeler, hocaları da paylaşmışlar, bizim gibi bir parti veya ideolojiye bağlı olmayıp ilme ve İslam’a abğlı olanlara savaş açılmış durumda. Her gün tehditler alıyorum.
Bir gün, o tarihte Enstitü’de öğrenci olan İsmail Kara, teneffüs sırasında sınıftaki kürsüme geliyor ve yaklaşarak şunları söylüyor: “Sizin aleyhinize bir kampanya sürdürüldüğünü biliyorum, bazı kötülükler de düşünülüyormuş, yalnız değilsiniz, biz de sizin arkanızdayız, yapılmasını gerekli gördüğünüz bir şey varsa söyleyin, gereğini yerine getirelim.”
İsmail Kara kapasitesini ölümden sonrası için saklayanlardan (!) değil, bu dünyada sonuna kadar kullanmak için çaba sarfedenlerden. O birçok ilim, irfan ve edep kaynağından beslendi, babasından tutunda hocalarına ve Topçu’ya kadar, Hareket ve Dergâh kadrolarında yer aldı, genç yaşında önemli yüklerin altına girdi ve alnının akıyla çıktı.
O bir bal arısı, bir çiçeğe konup ondan alıp aynısını yapmıyor, taklit etmiyor, çiçeklerden aldıklarını kendi kişilik, bilgi ve ilkelerinden geçirerek kendine mahsus (orijinal) balını yapıyor. Daha şimdiden her biri ayrı değerde ve atıflara konu olan bir kütüphane meydana getirmiş durumda. İlmi, ahlakı, çalışkanlığı ve eserleriyle camiamızın bir manevi zenginlik unsuru.
Bu güzel insana fâni ve bâki alemde başarılar diliyorum.
Kaynak: Hasanali Yıldırım “Pırıltısız Bir Altın Yığını”, Gerçek Hayat dergisi, 2001 (20 Temmuz-26 Temmuz).
Hazırlayan: Munise Şimşek
Teşekkürler...