İlim geleneğimizin örnek şahsiyeti: Mehmet Emin Saraç 7

"M. Emin Hocaefendi için Kevserî, Mustafa Sabri ve İhsan Efendi gibi hocalara mülâki olmak, onlardan ders almış olmak lütfu ilâhîden nasipdar olmaktır. Ali Haydar Efendi’nin rahle-i tedrisinden sonra Mısır’da da böylesi zatlarla hemhâl olan Hocaefendi, bu durumu şükrü gerektiren bir nimet olarak dile getirmektedir." Ümmü Gülsüm Yeşil yazdı.

İlim geleneğimizin örnek şahsiyeti: Mehmet Emin Saraç 7

M. Zahid Kevserî, “M. Emin Saraç Hocaefendi’nin düşünce dünyasında en ziyade müessir olan kimsedir.” demek yanlış olmayacaktır. Zira Kevserî’nin İslâmî ilimlerdeki derinliği, kesin ve net çizgileri dönemin birçok ilim talibini etkisi altında bırakmıştır.

M. Emin Hocaefendi için Kevserî, Mustafa Sabri ve İhsan Efendi gibi hocalara mülâki olmak, onlardan ders almış olmak lütfu ilâhîden nasipdar olmaktır. Ali Haydar Efendi’nin rahle-i tedrisinden sonra Mısır’da da böylesi zatlarla hemhâl olan Hocaefendi, bu durumu şükrü gerektiren bir nimet olarak dile getirmektedir.

“Memleketimizin yetiştirdiği ve İslâm dünyasının hâlâ hayatı ve eserleri üzerinde doktora yapmakla meşgul olduğu allâme Mustafa Sabri Efendi ve allâme Zahid Kevserî gibi Türk zevat ile müşerref olduk. Bir de Yozgatlı Mehmet İhsan Efendi çok mübarek faziletli bir kimseydi. Biz, o itikadı kâmil olan insanlardan okuduk, Allah’a şükürler olsun. Mısır’a gittiğimiz zaman da Allah Teâlâ lütuflarını üzerimizden eksik etmedi. Orada da çok iyi hocalardan okuduk…”

EHL-İ SÜNNET MÜDAFASI

Kevserî’nin meslek hâline getirdiği husus, itikatta Ehl-i Sünnet, amelde Hanefî mezhebinin müdafaasıdır. Mezhep anlayışı üzerinde yoğunlaşmış ve mezhepsizliği ta’n etmiştir. Kuru nakil ve birebir taklitten öte ilimlere nüfuz ve tahkiki ile öne çıkmıştır.

“Kevserî merhum tam bir Ehl-i Sünnet âlimi idi. Selefî geçinenlere esaslı cevaplar verirdi. Mezhepsizliğe ve mezhebi geniş olanlara karşı idi. Ehl-i bidata, şirk ve nifaka, bidat ve hurafelere karşı idi. O ehl-i ilimdir, ehl-i tahkiktir. Hadis tahrici ilminde üstattır. Devlet-i Osmaniye’nin yıkılmasından sonra herkes ağzına geleni söylüyordu. ‘Osmanlı devletinin yıkılmasının sebeplerinin başında onların Hanefî mezhebine olan sımsıkı bağlılıkları gelmektedir.’ diyenler vardı. Zahid Efendi bu nevî yayınların yapıldığı bir devirde Hanefî mezhebinin müdafaasını yapmış, bu konuda her şeyi yerli yerince söylemiş, çok mühim bir vazife ifa etmiştir. Zahid Efendi o sözleri söylemeseydi, malum herifleri susturmasaydı belki daha çok sözler söyleyeceklerdi. O bu konuda aksi söz söyleyen Mısır ulemâsını da susturmuştur.”

ANNE KUCAĞI GİBİ

Kevserî, M. Emin Hocaefendi’nin Mısır’da okuduğu yıllarda ondan yakın ilgi ve alakasına hiç esirgememiştir. “Biz Mısır’a ilk gittiğimizde Zahid Efendi’nin yanına gittik. Bize annemizin kucağına düşmüşçesine iltifat ediyordu.”  M. Emin Hocaefendi Zahid Kevserî, Mustafa Sabri ve Yozgatlı İhsan Efendi gibi Osmanlı’nın yetiştirdiği bu büyük değerlerin Mısır’a hicretini ise “Türkiye’de hizmet kapısının kapanması ile Mısır’a göç” olarak değerlendirmektedir.

Hocaefendi, Zahid Efendi’nin tam bir ilim aşığı olduğunu belirtir ve bu hususta İhsan Efendi’den şu hatırayı nakleder: “Kendisi (İhsan Efendi) anlatmıştı: ‘Mısır’ın umum müftüsü Şeyh Bahît el-Mutî’î hocanın derslerini takip ediyordum. “Hidaye” okutuyordu. Bir gün bir de ne göreyim… Memleketimizin en muhterem hocası koltuğunda kitaplarla gelmiş ve bizimle beraber dersi dinliyor. Onu öyle yanımıza oturmuş görünce utandık.’ İşte Zahid Efendi hocamız böyle acayip bir ilim takipçisi idi. Muhammed Habibullah eş-Şınkîtî’nin evinde “Muvatta” okunurdu ve Zahid Efendi orada da hazır olurdu. Suriye’ye gittiğinde Şeyh Muhammed b. Cafer el-Kettânî’nin meclisine katılarak dersini dinlemiş ve kendisinden icazet almıştır.”

Hocaefendi, İslâm âleminin hakkında hâlâ araştırma yaptığı Kevserî’nin ilmî derinliği sebebiyle gördüğü teveccühü şöyle anlatır: “Şunu bilesiniz ki bugün İslâm âleminde bizim son devir ulemâmızdan en çok tanınan Zahid Kevserî ile Mustafa Sabri Efendi’dir. Zahid Efendi hocamız sebebiyle beni arayan insanları bir saymaya kalksam hayret edersiniz. Riyad’dan kaç tane telefon geldi, San’a’dan telefon geldi, Mısır’dan, Suriye’den, Cidde’den; hep bunlar Zahid Efendi’nin talebesi olmamız münasebetiyle. Onun hakkında bilgi almak istiyorlar. Ulûm-i Nakliye hususunda eserler bıraktığı için onu ve eserlerini tanımak murad ediyorlar. Zahid Efendi hocamız öyle feyyaz bir allâme idi.”

DİN MESELELERİNDE AHBAPLIK OLMAZ

Cebr hususunda farklı görüşlere sahip olup bu konuyu münakaşa eden Kevserî ve Mustafa Sabri Efendi’nin dargın olduklarına yönelik iddialara Hocaefendi, bu iki allâme arasında dînî hususlarda dostluğun hakikati dillendirmeye mâni olamayacağı düsturunun geçerli olduğu ve kendisinin âhir ömürlerinde münasebetlerine bizzat tanık olmak suretiyle bir dargınlığın mevcut olmadığını ifade eder.

“Son hayatlarında arkadaşlar içinde onların arasında en fazla dolaşanlardan birisiyim -Elhamdülillah-. O zaman Zahid Efendi “el-İstibsar” mevzusunu yazmıştı. Eserinde Mustafa Sabri Efendi’yi hem medh-u sena etti hem de cebir mevzusunda onunla münakaşa etti. ‘Din meselelerinde ahbaplık olmaz. Hakikat olduğu gibi anlatılır.’ diye bir tabir vardır. Bu meseleler bu şekilde yazılmıştır. O günlerdeydi, ben Mustafa Sabri Efendi’yi ziyaret için Şehzade Şevket Efendi’nin evine gittim. Oturduk, şuradan buradan konuştuk. Beni görünce sözler Tokat’a, Erbaa’ya, Niksar’a intikal ederdi. Bu minval üzere memleket konuşmaları yaptık, ondan sonra dedi ki: ‘Zahid Efendi’yi görüyor musun?’ dedim ki: ‘Cuma günleri saat 9’da görüşüyoruz. O vakit benim mev’idimdir.’ O gün günlerden çarşambaydı. Bana, ‘Yarın git, ona söyle ki: Ben torunum Muvahhid’le beraber -ki torunu Mimarizade Muhammed Ali’nin oğludur- arabayla ikindiden sonra kapısının önüne kadar geleceğim. Fakat merdiven çıkamadığından evine giremem. -o esnada 88 yaşında idi- Zahid Efendi teşrif etsin aşağıya da Nil kenarına bir yere gidelim, konuşalım, muhabbet edelim istiyorum. Sen git söyle.’ dedi. Hemen gittim söyledim, Zahid Efendi de memnuniyetle karşıladı. Ben de buna vesile oldum. İşte (ihtilafa sebep olan) o kitaplar çıktıktan, konuşulanlar konuşulduktan sonra ben böyle bir şeye şahidim. Allah için bunu söylüyorum. Ondan sonra Zahid Efendi de çok yaşamadı. Zaten Zahid Efendi, Mustafa Sabri Efendi’den önce vefat etti. Bu hadise böyle iken onlara vefatlarından sonra kavga yaptırmanın manası nedir, Allah aşkına? Günahtır.”

AKDENİZ’İN UFUKLARINDA İKİ DONANMA

Hocaefendi’nin belirttiğine göre, Kevserî ve Mustafa Sabri Efendi’nin ilim halkaları Mısır’da büyük bir ilgi ve alaka görmüştür.

“Onların meclisleri tam bir ilim halkası idi. O meclislere gidenler onların ağzından çıkanları kat’î bir hüccet sayarlar, kemâl-i ihtiram ile derslerini dinlerlerdi.”

Mısır’da ilmî ve fikrî hayata önemli tesirleri bulunan Zahid Kevserî ve Mustafa Sabri Efendi hakkında Ezher ulemâsından bir zatın değerlendirmesi, onların ne denli geniş bir etki alanına sahip olduklarını ortaya koyuyor.

“Usulu’d-Din Fakültesi hocalarından Abdurrezzak Efendi, İşârâtü’l-Merâm mukaddimesini yazan zattan bahsediyorum, dedi ki: ‘Biz talebe iken Devlet-i Hilafet-i İslâmîyye-i Osmaniye bitmiş, yıkılmış, bir başıboşluk hâkim olmuş, önüne gelen din, iman namına konuşuyordu. Gazetelerde yazıp çiziyorlar. Artık İslâm’ın kusurlarını aramaktan başka bir dertleri kalmamıştı. Hocalarımız ders okutmaya alışmışlar, gazetecilik bilmiyorlardı. Bize lazım gelen ikazları yapıyorlardı ama gazetelerde yazılanlar daha çok dikkatimizi çekiyordu. İşte böyle bir zamanda Akdeniz’in ufuklarında iki donanma göründü. Bunlardan birisi Mustafa Sabri Efendi, diğeri ise Zahid Efendi’dir. Birisi aklîyyat sahasında hüccet, diğeri ise naklîyyat sahasında zirvedir. Bu iki donanma Mısır’a demir attı ve İslâm’la ilgili yazılıp çizilen menfî yazı ve makaleleri/iddiaları bertaraf ettiler. Onların Mısır’a gelişi bizim için büyük bir rahmet oldu.”1

Ümmü Gülsüm Yeşil

Hüma Dergisi, Sayı:15

Dipnot:

1 İlyas Karaduman’ın “İlim Geleneğimizin Örnek Şahsiyeti Mehmet Emin Saraç” kitabından derlenmiştir.

YORUM EKLE

banner36