İbrahim Aladağ şiiri neyi yenmiştir?

İbrahim Aladağ’ın Atlılar'daki şiirleri genellikle, beğenilen, tutulan şiirler olurdu.

İbrahim Aladağ şiiri neyi yenmiştir?

 

İbrahim Aladağ’ın ismiyle ilk Atlılar dergisinde karşılaşmıştım. Atlılar’daki şiirler önemliydi, değerliydi, dikkat çekerdi. O yüzden olsa gerek Atlılar’da yayımlanan şiirler başka bir dergide yayımlanan şiirlerle karşılaştırılmazdı. Ne yapılırdı? Kendi içinde bir değerlendirmeye tâbi tutulurdu. Yani Atlılar’da bu sayı şairim şudur veya şiirim budur gibisinden, yan yana şiirlerini okuduğumuz şairleri kıyaslardık. İbrahim Aladağ’ın şiirleri de bildiğim kadarıyla genellikle seçilen, beğenilen ve tutulan şiirler arasındaydı.

Bunun sebepleri üzerinde düşündüğümüz zaman ilginç sonuçlarla karşılaşabiliriz. Her ne kadar 2000’li yıllarda üç şairden ikisi buram buram İsmet Özel etkisiyle şiir yazsa da şiir okunurdu, bıktırmazdı, takip edilirdi ve farklı olan bir yana ayrılırdı. Aladağ da birçok yönden, özellikle bu İsmet Özel etkisinden sıyrılıp, öne çıkmasıyla dikkatleri çekiyordu. Çünkü Aladağ, İsmet Özel’in farklı şiirlerinden etkilenmişti. Bu çıkış, sıyrılış noktasını nereden edinmişti veya keşfetmişti bilmiyorum.

Aladağ da kötücüllüğü yenenlerdenİbrahim Aladağ

Kendimden ve çevremdeki (tabii o yıllar, 2000-2005) genç şairlerden bildiğim kadarıyla İsmet Özel’in Geceleyin Bir Koşu ve Evet İsyan kitaplarından yoğun bir şekilde etkileniliyordu. Bununla birlikte Cahit Zarifoğlu’nun İşaret Çocukları ve Yedi Güzel Adam’ından; Sezai Karakoç’un ilginçtir Monna Rosa ve Köpük-Şahdamar’ından ve Ece Ayhan’ın baştan sona karanlık kesilen şiirlerinden. Yani mesela Turgut Uyar çok sonra okunmaya başlandı. Biraz entelektüel takılanlar Ece Ayhan’dan dem vuruyordu; şiire bir şekilde bulaşan ama tamamen batmayanlar ise Edip Cansever’den.

Peki bu saydığımız şairler ve kitaplarının ortak yönü nedir? Kötücül, kapalı, imgesel ve karanlık olarak algılanmaya açık durmalarıdır. Kötücüllüğü ve karanlığı, bu büyük isimler, büyük yetenekleri ve çalışkanlıklarıyla aşmışlar. Üstelik ismini saydığımız kitaplar bütünüyle kötücül ve karanlık değiller. Fakat bu isimlerin yine de şiirlerinde kötücüllük, kapalılık, imgesellik ve karanlık az da olsa var. Ve işin korkunç tarafı, bu yön çok etkileyicidir. Hele ki yaşları 20 ile 25 yaş arasında olan genç şairler için.

İbrahim Aladağ’ın şiirlerinde bu karamsarlık ve kötücüllük asgari düzeydedir. Mısra söyleyişinden bile bu bellidir. Aladağ, karanlığı ve kötücüllüğü kısmen sisteme dönük duyduğu öfkesiyle yenmiş. Kuşağımdan şairler; kabul edilmemişliğin, suçluluğun, kıstırılmışlığın, yenilginin şiirlerini yazarlarken, o rahatlıkla Avrupa Birliği’ne kafa tutan, hem de sıkı bir kafa tutuş bu, bir şairdi. Bunda Hakan Kalkan’la arkadaşlığı ve şiir üzerine yaptığı sohbetler etkilidir. Çünkü ikisinde de olayları kendinden, arkadaşlarından, ailesinden, okulundan ve ülkesinden yakalama özelliğine rastlıyoruz.

Mısra söyleyişinden dediğimiz ise şudur: İbrahim’in şiirlerine kendiliğinden gelen bir söyleyiş hakim. Aslında o, iyi bir şiir işçisidir. Fakat onda ne söyleyeceğini çok önceden bilen bir duruş var. Ne söyleyeceğini çok önceden bildiği için -ki bu, inanışındaki sağlamlıktan ileri gelir- mısra veya şiir kuruluşunda çok oynamalara gitmesine gerek kalmaz. 2005’ten sonra “biçimcilik”, “şekilcilik”, “deneysellik” denilerek yazılan şiirlerdeki çoğalmayı buradan anlayabiliriz.

’80 doğumlu şairlerin ortak özellikleri

Aladağ’da rastlamadığımız biçimcilik, aslında 2000-2005 yılları arasında yeşerecek, fışkıracak, patlayacak bir köke rastladı. Bu kök, Aladağ’ın çok bulaşmadığı karamsarlık, kötücüllük ve dünyaya karşı söyleyecek sözün ne olduğuna dair kesin bir işaret veya bilgiye sahip olamayışla ilgili. İçte bir basınç var. Bu basıncın sebepleri ve sonuçları değerlendirilemediği zaman; özellikle bu basıncın sosyal uzantılarından bihaber kalındığında, neye nasıl öfke duyulduğu bile kestirilemez. Öfke muhatabını kaybetmiştir. Ve sürekli engellemelerle karşılaşmaktadır. Siyasetten anlamayan 1980 doğumlular, neye uğradıklarını bile fark edemediler. Herhangi bir çözümlemeye girişemediler. Önlerinde çözümleyecek bir şey göremediler. İçlerinde bir basınç, bir sıkıntı ve huzursuzluk var fakat bu nedir ve bunun sebepleri ne olabilir sorularına cevap bulamadılar.

İbrahim AladağBu durum kimi İslamcı gençlerde de bir suçluluk ve yenilmişlik psikolojisi oluşturdu. ‘80 doğumlular arasında hayata erken atılan, mesleğini tam zamanında ele alan çok şair yoktur. O uyanıklıktan, kolaylıktan, aydınlıktan ve açıklıktan mahrumuz. Söylemesi ayıp değil, halen öyleyiz. Bunda yetiştirilme tarzımızın mutlaka büyük etkisi oldu. Halen mesela paraya gereken değeri veremiyoruz; parasızlıktan geberdiğimiz halde. Parayı düşünmüyoruz ve para nasıl kazanılır bilmiyoruz. Fakat düştüğümüz çıkmaz bu: Sıkıntılarımızın büyük çoğunluğunun parasızlıktan kaynaklandığını biliyoruz. Başka bir örnek: ‘80 doğumlu şairler geç evlenmiştir. Halen birçoğu bekardır. Okullarını uzatmışlardır. Uzatmadılarsa bile okula çok kıymet vermemişlerdir. Çünkü bizim için para dünyalık pis bir şeydir. Okul da sistemin aracı, önemsiz, hatta düşmandır, yalnızca toplumdaki suni kariyer için gerekir. Üç aşağı beş yukarı bütün ‘80 doğumlu şairler böyle düşünür.

Şiir sayısı az

Ama hayat böyle düşünmez. 2000 kuşağı bu yüzden menfaatini düşünmeyen, paçasını nasıl kurtaracağını da bilmeyen bir kuşaktır. Nasıl bilsin?! Neye uğradığının farkında değil ki! Hayat getirip onu en çok aşağıladığı şeye muhtaç ediyor. Muhtaçlık yenilmişliği, karamsarlığı doğuruyor. Yenilmiş, karamsar ve genç şair, bu sefer uğradığı her başarısızlıkta panikliyor. O kadar çok panikliyor ki etkinliği yitirmekle sonuçlanan bir sürece giriyor.

Etkin oluşu yitirmek, edilgin kalıştır. Edilginlik ise eliyle, diliyle ve kalbiyle düzeltemediği başarısızlıklar karşısında, biraz da sürekli engellemelere maruz kaldığı için, genç ve karamsar şairi ne yapacağını bilemez hale getiriyor, kötü düşüncelere itiyor. Şiir yazacak ama şiirde neyi nasıl söyleyecek? Kötü düşünceler edilgin kalırsa, bir ura, kötücüllüğe ve hınca dönüşür.

“Biçimci” veya “deneysel” şiirler bu içte muhatabını kaybetmiş basıncın, öfkenin ve engellenmenin, dolayısıyla hıncın, kötücüllüğün, karanlığın ve ümitsizliğin; ifadesini bulamamış fakat ifade edilmeye çalışılmış hali, başka bir açıdan anlamıdır. Bir çaba olarak değerlendirildiğinde takdir edilmeli. Bu kötücüllükten ve karanlıktan bir çıkma uğraşı olarak ele alındığında çok kıymetli. Fakat birçok genç şairi öldürmüştür. Nasıl? Bundan çıkma uğraşı vermeyen, çıkmaya nefesi yetişmeyen veya tüm bunlara teslim olan şairler... Kimisi yazmayı bıraktı, kimisi de battıkça battı.

Aladağ’ın kitabı okunduğunda sanki bunlarla hiç uğraşmamış gibidir. Bunların yanından geçip gitmiş gibi bir havası vardır. Fakat bu, yanıltıcı bir veri olabilir. Çünkü Aladağ çok yazmadı. Tek Kişilik Bir Oyunda (2007, Ebabil y.) bile 10 tane şiir var. O yüzden erken çıkmış intibaı uyandırıyor. Yani elimizde Aladağ’ın düşünsel ve psikolojik evrelerini gösterecek şiir sayısı az. Yine de işaret etmeye çalıştığımız husus; onun elimizdeki şiirlerinde bu batağa saplanmamış olmasıdır.

 

Ömer Yalçınova yazdı

YORUM EKLE