Bazı büyükler, mutasavvıflar için ”Dünyada ama dünyadan değil” tabirini kullanır. Dünyayı kokuşmuş ete benzeten bu insanlar, dünyadan ne kadar rahatsız olduklarını belirtmişlerdir. Hayattaki vaktimizin büyük çoğunluğunu gafletle geçiren bizler için, sâhibü’l-zamân olan mutasavvıfların hallerini ve sözlerini tanıyıp bilmek, görünenin ötesindekini kavramak elzemdir. Tasavvufun bir yol-yolculuk olduğu düşünüldüğünde bir kılavuz olmadan menzile varılamayacağı âşikârdır. İmam Gazâlî, “İmkân dairesinde, şu varlık âleminden daha mükemmeli, daha üstünü yoktur” buyurmuştur. Eğer imkân dairesi bu kadar mükemmelse lâ-mekânın keyfiyeti ne olur?
Dünyayı değersiz, boş, sanal olarak tarif edersek, sûfîlerin gerçek dünyası, varmak istedikleri vatan muhabbet ve yüce ruhların buluştuğu sonsuzluk âlemi olur. Amaç dünyada hakikati bilip sonsuzluk âleminde yaşamaktır. Zât-ı bârî ile bir olma halidir. Bunu da elde etmek için çile çeker, ölmeden önce ölürler. İşte tanıyıp öğrenmemiz gereken, sözlerini bilip bellememiz icap eden mutasavvıflardan biri Şeyh Muhammed El Hazîn (k.s.) hazretleridir.
“Ah minel mevt, ah minel coğ”
Şeyh Muhammed El Hazîn El Fersafî (k.s.) Siirt’in Fersaf köyünde 1819 yılında doğmuştur. Babası Kâdirî şeyhi Molla Musa Efendi, annesi ise sâlihâ bir hanım olan Fatıma Hatun’dur. Şeyh Musa Efendi’nin şeceresi Şeyh Muhammed Kazım Hazretleri’nin verdiği bilgiye göre şöyledir: Şeyh Molla Mûsâ bin El Hâcı Hıdır bin El Hâcı Abdullah. Hacı Abdullah ise, Fersaf köyünün altında Siirt yolu üzerinde medfun Şeyh Şeref'in zürriyetindendir. Denildiği ve pederimden duyduğum gibi Şeyh Şeref, iki kardeşi Şeyh Mahmûd ve Şeyh Ahmed, amcası oğlu Siirt'e kendi adıyla zikredilen câmide medfûn Şeyh Halef ile birlikte Bağdat'tan Diyarbakır'ın Hazro kazasına gelmişlerdir. Oradan ayrılıp, Şeyh Halef Siirt'te, Şeyh Şeref ise Fersaf'ta ikâmet etmiş ve orada vefat etmiş olup kabri malumdur. Şeyh Mahmûd ve Şeyh Ahmed ise Erbin köyünde ikâmet etmiş ve orada defnedilmişlerdir. Mevahibü's-sermediyye adlı kitapta Kâdirî tarikatı silsilesi Şeyh Şerefü’l-Kattâle'ye ulaşır. O da tarikatı Abdürrazzâk'tan almıştır. Şeyh Şeref, Gavs-i Geylâni'nin oğlu Şeyh Abdülvehhâb'ın oğludur.
Şeyh Muhammed (k.s.) küçük yaşta babasının yanında temel dini bilgileri öğrenir. 8 yaşına girdiğinde ise Kur’an-ı Kerim’i ezberler. Babası onu, daha iyi bir eğitim alması için Siirt’teki Hamid Ağa Medresesi’ne kaydeder. Bu medresenin baş müderrisi ise Allame Molla Halil Es-Siirdî El Ömeri’dir.
Molla Halil Hazretleri Şeyh Muhammed’i (k.s.) önce diğer müderrislere emanet eder. Çok geçmeden onu kendi ders halkasına katar. Molla Halil (k.s.) Şeyh Muhammed’i (k.s.) çok sever; hatta saçı uzadığında talebelere, “Bana berber getirmeyin, Muhammed’i getirin. Belki Allahu Teala onun hatırına başımı cehennemde yakmaz” buyurur.
Bir sözünde Şeyhü’l Hazîn (k.s.) “Yedi yaşında iken Hâlid-i Bağdâdi bana hırka giydirdi” buyurmuştur. Bu da Şeyh Hazretlerinin Üveysiliğine işarettir.
Şeyh Muhammed, Siirt’teki Hamid Ağa Medresesi’nden mezun olduktan sonra, burada okutulmayan ilimleri tahsil etmek üzere Mardin’e giderek bir ihtisas medresesi olan Kasım Padişah (Kasımiye) Medresesi’ne kaydolur. Burada şer’î ve fennî ilimler ile aruz ilmini öğrenir. Muhammed el-Ensâri’nin El-Endelüsiyye adlı kitabın şerhini kendi el yazısı ile yazar ve h. 1256/m.1840 yılında 21 yaşındayken eserin yazımını tamamlar. İstinsah ettiği her sayfanın altına “Ah minel mevt, ah minel coğ; Ah şu ölümün elinden, ah şu açlığın elinden” notunu düşer.
6 tarikatten icazetliydi
Şeyh Muhammed (k.s.) bu medresede iki yıl ilim tahsil ettikten sonra icâzetini alır. Buradan ayrıldıktan sonra Bağdat’a gider. Orada Şeyh Mahmud El Behdinî ve Şeyh Haydar Es-Soranî’den bir müddet tasavvuf dersi alır. Tekrar Siirt’te gelir. Bir müddet mürşid-i kâmil arayışına girer. Hakkari’nin Nehri köyüne giderek Seyyid Taha Hazretleri’ne durumu anlatır. Seyyid Taha (k.s.) ona:
“Sevgili yeğenim. Senin fütuhatın bende değil, Mevlânâ Halid-i Bağdadî’nin en büyük halifesi Şeyh Osman Tavilani’nin elindedir. Ona gitmen lazım.” diye buyurur. Şeyh Osman Tavilanî (k.s.) ise Mevlânâ Halid-i Bağdadi’nin ilk halifesidir. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî onun hakkında; "Ben gurbete ve meşakkate tahammül ettim. Bende makamlar ve haller hâsıl oldu. Onları da benden Osman et-Tavilanî aldı." diye buyurmuştur. Şeyh Muhammed (k.s.) Şeyh Osman Tavilanî’nin (k.s.) yanına gelir, manevi yolculuğuna burada devam eder. Hakikat odur ki Şeyh manevi terbiyecisini bulmuştur.
Şeyh, Tavilan’da kaldığı süre içinde kendisine “Şeyhü’l Meczup” adı takılır. Şeyh Osman Tavilanî’nin dergâhına yakın bir yerde cami yapılır. Şeyh de caminin inşaat işinde çalışır. Şeyh Osman (k.s.) dergahtaki pencereden onu görünce yalın ayak hızlıca dışarı çıkar Şeyh’in elindeki taşı, tuğlayı alır ve, “Senden kıyamet günü bize şefaat etmeni umuyoruz. Sen bunun için yaratılmadın” der. Şeyh Osman Tavilanî, Şeyh Muhammed için “Mevlânâ Halid-i Bağdadî Kur’an’ın sırlarını bana öğretti. Ben de bu sırları Şeyh Muhammed’e öğrettim” buyurmuştur.
Şeyh, Tavilan’da 8 ay kalır ve Tarikat-ı Aliyye’den icazet alarak irşad için görevlendirilir. Şeyh Osman Sirâceddin hazretleri, şeyhi olan Şeyh Hâlid-i Bağdâdi’den beş tarikatte irşâd için icâzet almıştı. O da halifesi Şeyh Muhammed el-Hazin (k.s.)’e Nakşibendi, Kâdiri, Sühreverdi, Kübrevi ve Çeşti tarikatlarında irşâd için mutlak izin ve icâzet verir. Şeyh Osman (k.s.) Şeyh’e icazet verdikten sonra şöyle nasihatte bulunur: “Şeyh Muhammed (k.s.), seni o muhite irşat için gönderiyoruz fakat giderken geçeceğin yerlerden birinde Şeyh Salih Sipkî (k.s.) var. Oradan geçerken kendisine irşat için benim tarafımdan gönderildiğini söyle. Çünkü bu tarikatın ana temeli edeptir. Senin oraya irşat için gönderilmeni hoş görmesini dileriz.” buyurur. Şeyh Muhammed (k.s.) memleketine dönmeden önce rivayete göre önce Bağdat’a gider ve burada Bedevi tarikatinin şeyhi Abbas el-Bağdâdi hazretleriyle görüşür ve sohbetinde bulunur. Şeyh Abbas el-Bağdâdi hazretleri, Şeyh Muhammed’e (k.s.) Bedevi tarikatinden icâzet verir. Bağdat dönüşü Şeyh Osman’ın emri üzere Şeyh Salih Sipki’ye (k.s.) uğrar. Şeyh Salih’i (k.s.) bir sedirin üzerinde oturmuş bulur ve Şeyh Salih’e (k.s.) Şeyh Osman Siraceddin’in (k.s.) emrettiği şeyleri aynen aktarır. Şeyh Salih (k.s.) ayaklarını yerden keser ve yeri işaret ederek: “Ya Şeyh! Bu bastığım yer de senin hükmündedir” buyurur.
“Gerçekten mahzun olsaydın nefes almaya takatin olmazdı”
Şeyh Muhammed (k.s.) Fersaf’a geldikten sonra medrese kurar. Talebeleri arasında ona ilk icazeti veren Molla Halil Es-Siirdi’nin çocukları olur. Bu talebeler arasında en meşhuru allame Hasan Fehmi Efendi’dir. Medrese hocalığının yanında tasavvufî terbiye vermeye başlar. Siirt’ten her gece 100-150 mürid Fersaf’a giderek sohbet dinler, zikir yapar, teveccühe girer ve Hatme-i Hâcegân’da bulunurdu.
Şeyh Muhammed her zaman hüzünlü bir şekilde bulunur, Allah’tan visal ister. Hatta bir münacatında: Allahım! İki dünyadan da beni fânî kıl, lâmekânda vahdetle seni bâki kıl. Çünkü ben Senden cennetleri istemiyorum, Musa’ya söylediğin gibi bana “Beni göremezsin deme.” O günlerde Miskinli Molla Abdülaziz, Şeyh Muhammed’in (k.s.) bu kavline itiraz eder ve uykusunda gördüğü rüyada, şeyhe itirazı dolayısıyla uyarılır. Bu rüyadan sonra tekrar şeyhin yanına gider ve ona biat ederek, Hazîn ünvanını alır. Ebu Ali Dekkak’ın buyurduğu gibi: “Hüzün sahibi kimseler hüzünlü olmayanların senelerce kat edemedikleri Allah’a giden yolu bir ayda kat ederler.”
Rabia’tül Adaviyye bir gün bir adamın “Ah şu hüznün elinden.” dediğini duyar ve ona “Ah ne kadar hüzünlüyüm de… Gerçekten mahzun olsaydın nefes almaya takatin olmazdı.” der.
“Hüzün kalpten yok olursa o kalp yıkılır”
Ariflerin önderi Şeyh Muhyiddin Ibnü’l-Arabi (k.s.), Mevâkiu’n-Nücûm adlı kitabında hüzün makamını “Hüzün edep ehlinin süsüdür.” ifadesiyle övmüştür. Ve şöyle devam etmiştir: ‘Allah mahzûn olanlardan razı olsun. Keşke hazin olan birini gören birisini görseydim. Ey hazin ne mutlu sana, ne mutlu sana. Vallahi sen saadete ermiş hakikat sahibisin. Vallahi sadık dostsun. Keşke Allah cömertlik ve kerem hazînelerinden bana hüzün nimetini verseydi. Hüznün öyle hazîneleri vardır ki, Allah o hazîneleri ârif ve sâdık kullarına verir. Arif kişi, hüznündeki, mertebesine göre âriftir. Hazin âriftir, hazin varistir, hazin, Allah’ın yeryüzündeki sırrıdır. Hüzün kalpten yok olursa o kalp yıkılır. Ne mutlu o kişiye ki; şiârı hüzün, giysisi hüzün, evi hüzün, yiyeceği hüzün, içeceği hüzündür. Sıddıklar ve nebiler hüzünle lezzetlenirler. Hüzün, bütün hayırları toplar. Allah bir kulunu severse kalbine hüzün verir. Hüznü tatmayan ibadetin tadını alamaz. Keşke Allah, minnetiyle kalbime hüznü lutf eyleseydi.”
Molla Abdurrahman Cami (k.s.) de “Hâcegân ulularının nisbeti çoğunlukla hüzün sûretinde ortaya çıkar." demektedir. Şeyhü’l Hazîn hz. bir şiirinde Allah’ın kendisine verdiği nimetleri şöyle anlatır:
Allah, bütün evliyânın ilmiyle peygamberlerin hallerini
Şeyh’in kalbine akıttı ki şeyh de onların vârisi oldu
*
Şeyh Muhammed el-Hazîn lâmekâna gitti, evliyânın makamını aştı
Allah ona âriflerin ilminden fazla, bâtınî ilimler ihsân etti
*
Bütün âbidlerinkuvveti, bütün zâhidlerin hâli
Peygamberlere yemin ederim ki Hazîn’in ilminin yanında tek bir damladır
*
Şeyh, Allah’ın zât ve sıfatları denizinde yüzer
Göz açılıp kapayana kadar milyonlarca yıllık yol gider
“Gökler, kendilerine doğru yükselen iyi amellerin kesilmesinden dolayı ağlarlar”
Şeyhü’l Hazîn (k.s) Bitlis’teki Kızıl Mescit adlı camide kürsüye çıkar ve Kur’ân-ı Kerim’den “Allah, Adem’e bütün isimleri öğretti.” meâlindeki ayeti okur, müfessirlerin âyetin zâhiri manasıyla ilgili açıklamalarını anlattıktan sonra, ayetin bâtıni mana ve sırlarını açıklar. Bu ara insanların camiye gidip bu sohbeti merakla dinlediğini duyan hocalar da sohbeti dinlemek için camiye gider, kendisini dinler. Bu tefsirler karşısında hocalar hayranlıklarını gizleyemezler.
Şeyhü’l Hazîn, oğullarından Şeyh Sadettin’e der ki: Bu son zamanlarımda Kur’an-ı Kerim okumak bana çok ağır gelmektedir. Çünkü her harfin altında bana esrarlardan bir deniz görülmektedir.
Şeyhü’l Hazîn kendisinden tavsiye isteyenlere: “Talip o kimsedir ki sadece Allah’ı ister. Galip o kimsedir ki ilmi hevâsına üstün gelir. Ben size siyer ilmini okumanızı tavsiye ederim ki onunla iman fazlalaşır. Allah kime muhabbetini nasip etmişse sultan odur. Elhamdülillah evvelde ve ahirde Allah bize muhabbetini nasip etmiştir.”
Miladi 1890-hicri 1308’de vefat eden Şeyh’in vefatını oğlu Şeyh Şerafeddin şöyle anlatır:
Şeyh (k.s.) vefatından hemen önce müezzini Şeyh Yusuf’un kucağında olduğu halde bir ayet-i kerime okudu ve bu ayetin tefsirine başlayıp şöyle dedi.
“Allah’ın kullarından bazıları, öldüklerinde, gökler kendilerine doğru yükselen iyi amellerin kesilmesinden dolayı ağlarlar. Yine aynı şekilde yerler de üzerinde yapılan ibadetlerin kesildiği için ağlar. Göğün ağlayışı hafif yağmur yağışı gibi bazen hissedilir. Melekler de garip kuşlar şeklinde gelip, cenaze ile birlikte giderler.” der. Daha sonra “Sübhannallah, velilerin ruhları ne kadar hızlıdır. Meleklerden daha çabuk gelip giderler.” der. Sonra Şeyh’in işareti ile selam almakla meşgul olduğunu gördük. Daha sonra mezkur Şeyh Yusuf’a: “Kur’an okumaya başla, fakat sesini kıs. Rabbim ile meşgulüm.” der. Müezzini Şeyh Yusuf Kur-an’ı Kerim okumaya devam ettikçe nurlar da artmaktadır. Ta ki Şeyh Allah’ın rahmetine kavuşana kadar... Cenaze musallaya götürülmek üzere evden çıkarıldığında hafifçe yağmur yağmaya başlamıştır. Cenazenin etrafında garip kuşlar uçuşmaktadır. Şeyh’in torunu Şeyh Muhammed Kazım (k.s.) cenazede hazır bulunan Molla Abdülmecid’e bu kuşları sorar. Molla Abdülmecid “Garip kuşlardı. Buralarda daha önce onlar gibi kuşlar görmemiştik.” cevabını verir.
“Kıyamete kadar anlatsam, kalbimdeki İhlas Sûresi’nin anlamı bitmez”
Şeyhü’l Hazîn Hazretleri hakkında çok az bilgi ve belge bulunmaktadır. Bunun ilk nedeni kendisini şöhretten uzak tutması, diğeri ise Şeyh hazretlerinin evinde çıkan bir yangın nedeniyle kütüphanesinin bir kısmının yanmış olmasıdır. Şeyhü’l Hazîn’in (k.s.) Hac yolculuğu dönüşü İstanbul’da uğradığı Muhammed İstanbulî adlı bir halifesi olduğu bilinmektedir. Hakikatleri açıklamada Hz Mevlânâ (k.s.) ne güzel buyurur “Gaflet tendedir. Ten ruh olunca sırlar Hazînesi ona açılır.” Şeyhü’l Hazîn (k.s.) Siirt Ulu Cami’de 40 gün boyunca İhlas Sûresi’nin tefsirini yapmış, “Kıyamete kadar anlatsam, kalbimdeki İhlas Sûresi’nin anlamı bitmez” buyurmuştur.
Vaaz ve nasihat ettiği zamanlar dışında yüzünü örttüğü, Rus harbi sırasında halkı Sultan Abdülhamid’e itaate ve cihada çağırdığını Hasan Fehmi Efendi’nin yazmış olduğu bir kasideden biliyoruz.
Bu vesile ile Şeyh Muhammed El Hazîn hakkında son dönemde yayınlanmış olan bir kitaptan bahsetmek isterim: Şeyh Muhammed El Hazin ve Divanı. Eseri yayına hazırlayanlar, Mugisiddin Aydın Efendi ve Prof. Dr. Ali Bulut’tur. Prof. Dr. Ahmed Turan Arslan naif bir sunuş yazısı, Prof. Dr. Necdet Tosun bir takriz ile kitaba katkıda bulunmuşlardır.
Kitap 6 bölümden oluşmaktadır. 1. bölümde Şeyh Muhammed El Hazîn hazretlerinin doğumu, köyü, tahsili, eğitim gördüğü medreseler ve hocalar, talebeleri, vefatı, ilmî ve tasavvufî yönleri, halifeleri, şemaili, şeceresi, hanımı ve çocukları, bazı keramet ve menakıbı, kendisinden sonra gelen Silsile-i Aliye’si hakkında bilgilere yer veriliyor. 2. bölümde Şeyh hazretlerinin Divan’ının tercümesi; 3. bölümde Şeyh hazretlerinin 2 kasidesi için yapılan şerhlerin çevirileri; 4. bölümde araştırmacılara kolaylık olması için Divan’ın aslı; 5. bölümde Şeyh hazretleri hakkında yazılmış methiye ve mersiyeler ve 6. bölümde ise icazetnameler, belgeler ve sözlük bulunmaktadır.
Ayrıca 12-13 Mayıs 2017 tarihlerinde Siirt’te Şeyh Muhammed El Hazîn Sempozyumu düzenlenecektir.
Şunu belirtmeliyim ki değerli vaktini bana ayırıp yazımı okumaya ayıran fikir verip düzelten kadim dostum Nevşehir Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi araştırma görevlisi Kadri Yılmaz’a teşekkürü borç bilirim. Allah’u Teala ebeden razı olsun…
Faysal Kalkan
Bizi bu mukaddes yolda bilgilendirdiğiniz için teşekkür ederim. Allah razı olsun.