1965 doğumlu Hüseyin Akın, şairliğinin ve yazarlığının yanı sıra, edebiyatın emekçilerinden biri. İşin ucundan tutmakla yetinmedi, bizzat işin içine girdi. Özülke, Kardelen, Endülüs, Kırklar, Derkenar, Lamure, İtibar gibi dergilerin mutfağında bulundu, yeni isimlerin temayüz etmesine ciddi katkılar sağladı. Yine, Süleyman Çobanoğlu'ndan İbrahim Tenekeci ve Ahmet Murat'a kadar birçok şair hakkında ilk yazıyı o yazdı. Bu, ileriyi görebilmek adına mühim bir örnektir.
O büyük yalnızlığımızın şiirini yazıyor Akın
Hüseyin Akın, edebiyatı edebiyle yapan kıymetlerimizden birisi aynı zamanda. Onun macerası, bir iç kanama gibi sessiz ve derinden ilerler. "Titizlik ahlakın ta kendisidir" sözünden hareketle, işini yapar ve kenara çekilir. İlişkilerin değil, işlerin ehlidir.
İlk şiir kitabı 1997 yılında yayınlanan Hüseyin Akın, sonrasında dört şiir kitabı daha çıkardı. Ömrümün Kısa Günü, son kitabı olarak, geçtiğimiz aylarda Profil Yayınları’ndan çıkarak okuyucuyla buluştu. Bu kitap, Hüseyin Akın'ın olgunluk dönemi şiirlerinden oluşuyor. Bir şiirinde, "Ben rüyaya inanırım, dünyaya değil" diyen, bir konuşmasında da "Sanat, dünyadan kaçış yollarını arama çabasıdır" tespitini yapan Akın, o büyük yalnızlığımızın şiirini yazıyor. "Önce evlerden başlıyor yalnızlık" diyerek, ortak kaderimizin ve kederimizin altını çiziyor.
Hüseyin Akın şiirinin belgesel bir yönü de var. 28 Şubat süreci dâhil olmak üzere, üzüntümüzün ve öfkemizin şiirini hep o yazdı. Zaten kendisi de, bu sorumluluk ve zorunluluğun farkındadır. "Şair, yaşadığı çağın en büyük tanığıdır. Tarihçilerin es geçtiğini şairler hatırlatır" der.
Şiire ve kelimelere mülkiyet hırsıyla yaklaşanlardan değil
Akın, sadece o büyük yalnızlığımızı yazmıyor. İnsanın acısı ve acımasızlığı da şiirlerinin ilgi alanına giriyor. Yine, özellikle yazılarında, kirlenmeyi ve kirletmeyi konu ediniyor. Akın'a göre, kirlenen insan; sadece toprağı, suyu ve havayı değil, en yakınlarından başlayarak, insanları da kirletiyor. Özellikle edebiyat dünyasındaki kirlenme ve kirletme karşısında, bir büyük olarak, şunları söylüyor: "Bir insanı şair, ârif ve hakîm yapan şey, kazanılmış yoksulluğudur. Bazı şairler o kadar mülk derdine düşmüşlerdir ki, şiire ve kelimelere bile mülkiyet hırsıyla yaklaşır hale gelmişlerdir."
İlk şiiri 1987'de yayınlanan Hüseyin Akın, bugün itibariyle, yirmi beşinci sanat yılını geride bıraktı. Şiire adanmış bir ömür ve şiirle geçen çeyrek yüzyıl. Emeğe hürmet adına, yirmi beş yıllık bu çabanın ne anlama geldiğini edebiyatçılarımıza sorduk. Ahmet Edip Başaran, Ahmet Kekeç, Ahmet Murat, Ali Görkem Userin, Furkan Çalışkan, Prof. Dr. Hüsrev Hatemi, İbrahim Tenekeci, Murat Menteş, Süleyman Çobanoğlu ve Tarık Tufan, Hüseyin Akın'ın sanatını ve şahsiyetini anlattılar.
Ahmet Edip Başaran: “Buradan bakınca gökyüzü gibi onun şiiri”
Hüseyin Akın şiiri, dersten kaçan haylaz bir talebenin yüzündeki muzip tebessümü hatırlatır bana. Bir yoklama kaçağıdır bu şiir. Sıraya ve hizaya asla girmez. İnsanın yaradılışındaki bilgeliğe aykırı hiçbir şeye asla selam durmaz. Uçarıdır, dik başlıdır, meraklıdır, çocuksudur. Diliyle, imgeleriyle, gündelik hayatın içinden çekip çıkardığı usta işi gözlemlerle büyümesi durmuş bir çocuğu andırır. Kelimeleri kuyumcu titizliğiyle işlerken bile uçarı bir muziplikle dokunur onlara. Değiştirir, deforme eder ve gerçeğin şık bir parodisine dönüştürür onları. Teşrifatçı değildir Akın şiiri. Gösterişten, büyük sofralardan, büyük nümayişlerden, büyük söylevlerin şehvetli kırıntılarından hiç hazzetmez.
Akın şiiri mülkiyetsiz bir şiirdir. Çünkü bütün mülkiyetleri yakan ölümün izinde yürür hep. Ölümün sözünden çıkmaz. Sözlerini besleyen vaazlar, dünyayı yaşanmaz bir hâle sokan fesatçılara, çıkarcılara, haramilere dek uzanır. Kumaştan çalan terzilerin foyasını meydana çıkarır. Kaçar gibi sever dünyayı. Uzaktan, mutmain ve gönlü tok. “Soğuk savaş üstüne haydi abdest alalım/ ılık su iyi gider dünyanın gidişine” dizesiyle bizi dünyanın görülmemiş arka bahçelerine çağırır. Arka bahçelerde soğuk sular, rüyalar ve kaybettiğimiz insan dikkatlerimiz vardır.
Dünyaya inanmayan ama rüyaya inanan bir şairdir Akın. Bu yüzden nereden bakarsak bakalım, gökyüzü gibidir onun şiiri. Gökyüzü gibi dingin, gökyüzü gibi uçarı… Sahi, uçmak da aslında gökyüzünde yürümek değil mi? Ayakları göğe sağlam basan bir şairdir Akın. Yüzü, yerden yağan rahmeti karşılama heyecanıyla her dem apaydınlıktır. Rüyalar gibi.
Ahmet Kekeç: “Önemli bir deneme yazarı”
Şiir konusunda konuşacak yetkinlikte görmüyorum kendimi ama Kumaştan Çalan Terzi, sessizce ve müddei olmadan şiirini ören Hüseyin Akın için “ustalık belgesi”ydi benim gözümde. Daha sonra da şiirler yayınladı. Neden bilmiyorum, bu kitabın yeri bende ayrıdır. Hep ayrı oldu.
Hüseyin Akın derken, ayrıca, önemli bir deneme yazarından söz ediyoruz. “Meselesi olan bir edebiyatçının yazdığı denemeler nasıl olur?” Herhalde Hüseyin Akın’ın yazdığı gibi olur. Nurullah Ataç’ı yıllardır zevkle okuyoruz. Eskimedi, eskimiyor. Rasim Özdenören’i okuyoruz. İsimleri çoğaltabiliriz. Hüseyin Akın da, süreç içinde, mühim bir deneme yazarı olarak temayüz etti. Çünkü hep okuyacağımız şeyler yazıyor.
Dost Hüseyin Akın için söyleyeceklerimi mahfuz tutuyorum. Bu, ancak, başlı başına bir yazı konusu olabilir. Şu kadarını söyleyeyim: Yanında kendinizi rahat hissettiğiniz biridir Hüseyin Akın. Onun yanında susarak saatler geçirebilirsiniz. Bu suskunluklar batmaz. Zaten, yanında rahatça susabildiğiniz biri dostunuzdur.
Ahmet Murat: “Risk alan bir edebiyatçı”
Hüseyin Akın, cevval şiirler ve yazılar kaleme alıyor. Risk alarak yazıyor: Uzun dizeler kuruyor, emek isteyen mevzular seçiyor, itiraz ederken nezaketini korumaya çalışıyor. Akın, çalışkanlığına eşlik eden bir hüsn-ü niyetle yazıyor. İtimat ve emniyet telkin eden bir kültür insanıyla karşı karşıyayız.
Ali Görkem Userin: “Bir kültür ve ahlak arkeologu”
Hüseyin Akın’ın bugüne kadar yayınlanan dört tane düzyazı eseri var. Fakat bunlardan en son çıkan Canlı Renkler’i bir milat olarak görmek lazım. Bunun nedeni ise Akın’ın Canlı Renkler’de bir tür kültür ve ahlak arkeologu gibi hareket ederek önemli bir birikim inşa etmesidir. Akın’ın bu yazılarındaki temel derdi hatırlama gayretidir. Neyi yitirdiğini dahi hatırlayamayan bir toplum haline geldiğimizi hesaba katarsak, bu önemli bir gayrettir. Geleneğin ve kadim kültürün zenginlikleriyle onlardan mahrum kalan yeni kuşaklar arasında köprü olmayı seçmiştir o. Bu seçiş zorunlu olarak onu kimi köşe taşı isimlere yöneltmiştir. Bu isimler Canlı Renkler’de bir resmigeçit halinde yerlerini almıştır.
Beşir Fuat, İbnülemin, Tanpınar, Asaf Halet, Topçu, Kutuz Hoca ve Hüsrev Hatemi gibi Türkiye’nin yirminci yüzyılda geçirdiği dönüşümü bizzat yaşayanlar, Hüseyin Akın’ın yazılarında yakından baktığı isimlerdir. Bu isimler aracılığıyla edebiyat ve düşünce gibi iki hayatî alanın temel dinamiklerini ve değişimlerini tespit eder. Böylece bir yandan bize bilgi aktarırken öbür yandan da ahlak seviyemizi yükseltir. Hüseyin Akın’ın mevzubahis yazılarının Canlı Renkler sonrasında İtibar’da devam ettiğini de belirtmek lazım.
Furkan Çalışkan: “Şiirini entelektüel bir yalana kurban etmez”
Oktay Rıfat, Orhan Veli için "Şiirinde hiç yalan konuşmadı" der. İçinde bulunduğumuz dönemde belki de iyi şiiri belirleyen, söz kalabalığının arasından çıkaran en önemli ayraç, bu sahiciliktir. Şiirdeki gerçeklik de böylece kendini ispat eder. Hüseyin Akın şiirini özel kılan da böyle bir inandırıcılıktır. Akın, şiirini entelektüel bir yalana kurban etmez. Zeki ve mucit bir şiirdir. Çünkü yalansız zekâ, en çok şiire yakışır.
Hüsrev Hatemi: “Müslüman şairlerin coşkuyu en fazla tatmış olanlarından”
Hüseyin Akın anılırsa veya anarsam, İbrahim Tenekeci’yi, İbrahim Tenekeci anılırsa Hüseyin Akın’ı da hatırlarım. Çünkü doksanlı yılların sonuna doğru, ikisiyle aynı günde tanıştım. Her ikisi de bu hayatın iniş ve çıkışları üzerinde, dengelerini kaybetmeden dururlar. Her ikisi de Müslüman şairlerin coşkuyu (cûşiş) en fazla tatmış olanlarından, coşkulu şairlerin en dengelilerindendir. Hüseyin Akın, biraz daha "muallim bey", İbrahim Tenekeci ise biraz daha fazla "ağabey"dir. Bu iki dost, hayat olaylarına Müslümanca bakarlar, duruşları alçakgönüllüdür. Fakat kendi şiirlerinin ve yazılarının da değerini bilen bir duruştur bu. Onlar ne düşünürler bilmem, fakat ben onların şiir zevkini ve şiir anlayışını, benim şiirimin doku ve kan grubundan kabul ediyorum. Her ikisine de hoşça seyahat diliyorum bu sefinede.
İbrahim Tenekeci: “Hüseyin Akın: Uzun bir dürüstlük”
Hüseyin Akın, benim için “uzun bir dürüstlük” demektir. Edebiyatta, birkaç sene bile uzun bir süre kabul edilir. İki şairin beş sene arkadaş kalması, mühim bir olaydır. Biz ise, çok şükür, yirmi senedir bir ve beraberiz. "Kardeşten ileri" denilir ya, öyleyiz. Sühreverdi, “Dostluğun Şartları”nda şöyle der: "Ayrılıktan şiddetle kaçınmak, birlikte olmaya ısrarla devam etmek…" İkimiz de bu nasihati tuttuk, Allah'ın izniyle, tutmaya devam edeceğiz. Hüseyin Akın iyi bir şair ve iyi bir yazar. Bana kalırsa, hepsinden daha önemlisi, iyi bir insan. Çünkü o, gökkubbede hoş bir seda bırakmak adına, hoş olmayan işler yapanlardan değil.
Hüseyin Akın'ın bir diğer özelliği de alabildiğine cömert olmasıdır. Zengin olmayan bir insanın cömert olması, ne güzel bir şeydir öyle...
Murat Menteş: “Bizim kuşağın rekortmenlerinden”
Hüseyin Akın bizim kuşağın rekortmenlerinden: Şimdiden on beş kitap yazdı. Alnının teri, bileğinin hakkıyla şiirde ustalaştı. Hikâye cephesindeki üstün hizmetleri yazık ki ödüllendirilmemiştir. Denemelerinde işlek bir barışçılık vardır. Espritüel, enerjik, şerbetmeşrep bir edebiyatçıdır.
Süleyman Çobanoğlu: “Şairi asıl hırpalayan, şiir dışı dünyada nefes alıp vermeyi reddetmeleri”
Biz şuara ne kadar avunsak da, Ademoğlu’nun kahir ekseriyeti şiir dışında kalan bir dünyada nefes alıp verir. Şairler şiir yazarken terlemezler, kafiye düşürürken yorulmazlar. Onları asıl bitap düşüren, asıl hırpalayan şey, şiir dışında kalan o dünyada nefes alıp vermeyi reddetmeleridir.
Yaş ilerledikçe, şiir hususunda hayran olunacak şeyin parlak mısralardan, harikulade icatlardan daha başka bir şey olduğunu öğrendim. Nedir o? Şiirde ısrar etmek, temas ettiği her şeye şiiri bulaştırmak, her temasından üstüne şiir sürünmek. Şiir mihengine vurulmamış olanı reddetmek.
Hüseyin Akın’ın yazdığı şiirle rabıtanız olur ya da olmaz. Meşrebinize uyar ya da uymaz. Ama yazdığı her satırdan önce o ısrar okunuyor. Bunun hakkını vermek, bunun altını çizmek lazım.
Bir de şu: Tevekkeli değil, bir laf söyleyince başına iş gelmek, şairliğin şanındandır.
Tarık Tufan: “Yanınızda durduğunda, ‘kalabalığa karşı yürüyebiliriz’ duygusu uyandırıyor”
“İsmi Hüseyin konmuş çocuklar, bir kadim hikâyenin yükünü omuzlamakla mükellef olurlar” diyesim geliyor. Hüseyin Akın yanımda durduğunda, “kalabalığa karşı yürüyebiliriz” duygusunu derinden hissettiren adamlardan biridir benim için. Hayatla, ölümle sahih, sahici bir ilişki kurmuş insanların içindeki derin yaraya rağmen mütebessim yüzleri vardır. Hüseyin Ağabey'in yüzü diyorum; yarasını örtmeyen bir gülümseme taşıyor. Hayatında edep olanın, kelimelerinde de edep oluyor. Şiiriyle, edebiyle, yarasıyla, tebessümüyle yanımızda durduğumuzda, "dur bakalım, Allah önümüze daha neler açar?" dediğimiz adamlardan. En nihayetinde dünyaya değil, rüyaya inanıyor. Bu da kafi yaşamak için.
Said Yavuz soruşturdu
Hüseyin Akın, vicdanını yitirmemiş bir şairdir.