Hilmi Oflaz işportacı idi ama!

Dava Delisi diye hafif müstehzi bir tamlama var, 'Ya Tahammül Ya Sefer' kitabından kalma. İşte o müstehziliği kabul etmiyoruz.

Hilmi Oflaz işportacı idi ama!

Hilmi Oflaz… Büyük bir şair ya da yazar değil… Akademisyen değil… üstüne üstlük bir ortaokul mezunu… dolayısıyla meşhur bir ilim adamı değil… Devlet adamı da değil… yani belki de modern kriterlere göre hiçbir şey değil… Fakat o, üstad Necip Fazıl’ın tarifiyle, “fare tıkırtısından ürkecek kadar hassas, krallara diklenecek kadar gözü kara, aslanların önüne çıplak atlayacak kadar cesur, aziz dost, işportacı Hilmi Oflaz”dır. Üstad bir şiirinde şöyle seslenir:"Garip geldik gideriz, rafa koy evi barkı/ Tek, dudaktan dudağa geçsin ölümsüz şarkı!" İşte Hilmi Oflaz da adeta bu dizeleri kendine şiar edinmiş, o ölümsüz şarkının dudaktan dudağa aktarılması için tüm varlığını, benliğini, sahip olduklarını fedadan çekinmemiş bir garip âdemdir. 

Hilmi Oflaz, Dahiler ve DelilerHilmi Oflaz’ın şahsiyeti hakkında kelam etmeden önce biraz hayat hikâyesine değinmek isterdim ama maalesef öyle bir şansım yok. Çünkü Hilmi Oflaz hakkında, aslen Trabzonlu olup 1926’da Düzce’de doğduğu bilgisi dışında herhangi bir bilgi yok. Peki Hilmi Oflaz’ı Hilmi Oflaz yapan nedir? Neden adına anma toplantıları düzenlenir? Büyük büyük adamların iltifatlarına mazhar olmanın sırrı nedir? Hatırasına neden kitaplar ithaf edilir? Bu sorulara cevap arayalım. 

Şimdi nerde böyle ağabeyler?!

Bir kere o, herkesin ağabeyidir. Mahmutpaşa'daki işporta tezgahından kazandığını millî ve manevî değerlere hizmet etme çabası içindeki gençlere harcar. Bu gençlerin sıklıkla bulunduğu yerlere, mesela Türk Ocağı’na sık sık uğrar. Tek tek oturanlara hâl hatır sorar, şakalaşır. Bu esnada masa üzerindeki sigara paketlerinden birer dal sigara almayı ihmal etmez. Fakat kendisi Bafra'dan başka sigara içmez. Neden o sigaraları topladığına gelince… Sohbetin devamında o sigaraları çıkartır, yine orada bulunan dostlara ikram eder. Öyle ki, “ikram” denince akla Hilmi Oflaz gelir. Öğle üzeri İlesam'da, mükellef bir sofraya denk gelirseniz, bilin ki o ikramı yapan kişi Oflaz'dan başkası değildir. Elinde çeşitli poşetler içerisinde zeytin, peynir, bal, reçel, dolma, börek ne bulduysa getirmiş, tanısın tanımasın orada bulunanlarla paylaşmıştır. Gençlerin sıkıntılarına çözüm bulmaya çalışır, halden anlar, dertlere ortak olur. Mekâna yeni takılan gençlerle tanışır, kaynaşır. Bir fırsatını buldu mu kenara çeker ve “paraya ihtiyaçları olup olmadığını” sorar. Düşünün, kalabalık ailesiyle eğreti bir gecekonduya sığınan garip işportacı, her tarafı eprimiş ceketine, su çeken potinlerine bakmaz, talebelere burs vermeye kalkar. Üstadın ifadesiyle “Hilmi Oflaz kamyon gibi yük çeker, uçaktan hızlı uçar.”

Önceleri Çengelköy’de bir köşkte otururlar, vaziyetleri iyidir, kira gelirleri, Düzce’de tütün tarlaları falan... Ancak Hilmi Baba servetini artırmakla uğraşmaz, habire dağıtır, dua almaya bakar. Nitekim köşk de uçar, kafasını Kuleli’deki gecekonduya zor sokar. Bazen hemşehrileri gelip nasihate kalkarlar: “Bak Hilmi yaşlanıyorsun kenara bir şeyler koy, şu yaşa geldin, elinde neyin var?” O gururla şöyle cevap verir: Dostlarım, kitaplarım ve sigaram!... 

Bulutlar dolusu gözyaşı…

Hilmi Oflaz, bir vefa ve sadakat sembolüdür. İflah olmaz bir Necip Fazıl takipçisidir. Mehmed Niyazi Hocamızın deyimiyle, Hilmi Oflaz, üstadın “azad kabul etmez kölesidir”. Üstad mahkum edilip de Toptaşı Cezaevine konulunca durumdan vazife çıkarır. Öyle ya, belki Üstadın kendisine ihtiyacı olur, aranırsa “ben buradayım” demek ister. Mahmutpaşa’daki işporta tezgahını devreder. Gider, tam bir buçuk yılını, hapishanenin karşısında zarf, kağıt gibi şeyler satarak geçirir. Bir gün bir dostu yanına uğrar, “Burada durduğuna göre, bari görüşme saatlerinin dışında üstad’ı görebiliyor musun?” diye sorar. Bu vefa ve sadakat abidesi şöyle cevap verir: “Bulutların ardından güneşin görünmesi gibi, camın önünden geçerken, parmaklıkların arasından görünüyor.” Necip Fazıl Toptaşı'nda çektiklerini Cinnet Mustatili adlı kitabında şöyle anlatır: "Toptaşı Cezaevi'nde, bir buçuk sene içinde, ayrıca birkaç yıllık kaza namazı kıldım ve bulutlar dolusu ağladım. Bugün tek hasretim, işkence şartlarından uzak olmak şartı ile o gözyaşı... O kadar ezildi ki orada nefsim, zindandan çıkınca benden intikam almaya kalktı ve ilk iş olarak gözlerimi kuruttu. 1962 başından beri gözlerim kurumuş çeşme ve ben, gözyaşından uzak kaldıkça fikir ve harekette ne olursam olayım, duyguda bir kütükten farksızım..." Böyle bir Üstada bağlanılmaz mı? Üstadın bu sözlerini okuyunca, Hilmi Oflaz’ın neden bir buçuk yıl orada beklediği daha da anlaşılır belki. Kimbilir, belki o bulutlar dolusu gözyaşı, hapishanenin karşısında Hilmi Oflaz’ın bulunduğu yere de yağıyordur. 

Bu aboneler de kim?

Hilmi Oflaz, aynı zamanda sıkı bir Büyük Doğu takipçisidir haliyle. İşporta tezgahının bir bölümünü Büyük Doğu dergilerine ayırır. İncik boncuk peşindeki kadınlara, akan sel gibi kalabalığa “dava”yı anlatır, “"Hanımlar, beyler! Sadece giyim kuşamınızı düşünmeyin, biraz da kafanızı düşünün. Şu dergilerden bir tane alın, siz okumasanız da çoluk çocuğunuz okur!.." diye bağırır. Baktı, olmuyor, dergileri dağıtır, parasını kendi cebinden verir. Yine bir gün Mehmed Niyazi Hocamız kendisini gecekondusunda ziyaret eder. Derken postacı çıkagelir kucak dolusu Büyük Doğu dergisiyle. Hilmi Ağabey kendisini, karısını, beşikteki çocuğunu, hasılı tüm ev halkını Büyük Doğu abonesi yapmıştır. Fakat tanımadığı bazı isimlere de dergi geldiğini görünce Mehmed Niyazi şaşırır, sorar: “Ağabey bunlar kim?” O sadece gülümser. Sonradan yenge hanımdan işin aslı öğrenilir. Hilmi Oflaz, Üstad “satışlarımız arttı” diye sevinsin, şevke gelsin diye, kümesteki horoz ve tavuklara da isim takmış, onları da dergi abonesi yapmıştır. 

Hilmi Oflaz, Çile YazılarımSen de dağıt, yayılsın!

Üstad yurdun değişik yerlerinde konferans verir o zamanlar. Elbette, Necip Fazıl nerdeyse Hilmi Oflaz da orada. Öyle ki 5-6 ay ev yüzü görmediği zamanlar olur. Bazı zamanlar konferansa gelenlere kitap sattığı da olur. Tabii ben satış diyorum ama bu öyle bir satış değil. O sıralar Mehmed Niyazi ve birkaç “dava delisi” adamın gayretiyle, Ötüken Neşriyât yeni kurulmuştur. İlk bastıkları kitap da Necip Fazıl’ın Reis Bey kitabıdır. Üstad Adana’ya konferans vermeye gidecektir. Hilmi Oflaz da yayınevine uğrar, konferansta satmak üzere üstadın kitabından ister. Ee, Oflaz’ı tanıyorlar. İşin sonunda ne kitap ne de para gelmeyeceğini biliyorlar. Mırın kırın, kem küm ederler. Onlar da haklıdır, yayınevi yeni kurulmuştur. Paraya ihtiyaçları vardır. Fakat Hilmi Oflaz her zamanki gibi baskın çıkar. 250 kitabı alır. Doğru Adana’ya… Konferans sırasında Hilmi Oflaz sergiyi açar, kitapları gelenlere bedava dağıtmaya başlar. Bunu gören yayınevinin ortaklarından Özer Revanoğlu,  "Abi dur, ne yapıyorsun?" demeye kalmadan o gayet soğukkanlılıkla, "Dağıt Revanoğlu, sen de dağıt, yayılsın!.." diye cevabı yapıştırır. 

Hilmi Oflaz aynı zamanda çok okuyan birisidir. Öyle ki gecekondusunun her tarafı kitaplarla doludur. Vefatından sonra İSAM’a bağışlanan bu kitaplar, orada sayıma ve tasnife tabi tutulduğunda kitapların 30 bini aştığı görülmüştür. İşportacı olmasına rağmen kültürel birikimi bakımından geldiği noktayı, Dahiler ve Deliler adlı kitapta anlatılan şu anekdot çok iyi anlatır:

"İzmir'de Devlet Tiyatrosu elemanlarıyla aynı otelde kalıyorduk. Bir akşam lobide ünlü solcu tiyatrocu Yıldırım Önal'la karşılaştık. Biz Necip Fazıl'ın Abdulhamit Han isimli eserini sahneye koyuyorduk. Önal, bizim tiyatro bilmediğimizi, tiyatro yapmaya kalkmakla halkı tiyatrodan soğuttuğumuzu söyleyince, ben de Hilmi'yi çağırıp onunla tanıştırdım. Dedim ki 'bu bizim malzemecimizdir, asıl mesleği işportacılıktır. Konuşun bakalım, bizde tiyatro bilgisi var mı yok mu?' Önal, Hilmi'yi küçümser bir tavırla, 'Tiyatro nedir' diye sordu. O, malum tavrını takınıp, hecelerin üzerine basa basa 'Tiyatro kelimesinin etimolojik manası' diyerek söze girdi, tiyatronun Eski Yunan'ın hangi şehrinde, hangi akasya ağacının altında, hangi aktörler tarafından, kimin piyesini oynamakla başladığını belirterek giriş yaptı ve okyanusa dalar gibi, Eski Yunan'a daldı. Tiyatronun gelişim sürecinde daha Eski Yunan'ın son yüzyılına henüz geldiğinde saat sabahın üçü olmuştu. Önal, kızarmış gözlerini oğuşturarak "Saat dokuzdan beri dinliyorum. Çok yorgun olmasam daha saatlerce dinleyebilirim. Çok özür diliyorum, ben sizi hiç tanımıyormuşum, sizde tiyatro, edebiyat, tarih, her şey var" dedi.””  

Ben de geliyorum

Hilmi Oflaz’ın aynı zamanda kafasına koyduğunu yapan müthiş bir icracı olduğunu da öğreniyoruz. Plan yok, proje yok, “şunu şöyle yapalım, bunu böyle yapalım” gevezeliği hiç yok; kafasına göre yaşayan, doğru bildiğini sektirmeden yapan, tuttuğunu koparan bir adam.  Garip kuşun yuvasını Allah yapar derler ya, Hilmi Oflaz bir gün yolda Mehmed Niyazi’nin ağabeyi Ziya Özdemir’i görmüş. Adamcağız “Hacca gidiyorum, hakkını helal et” demeye kalmadan Hilmi Oflaz “ben de geliyorum” demiş ve Ziya Bey’in arabasına atlamış. O nasıl Kabe-i Muazzama ve Server-i Kâinat aşkıysa, parasız, pulsuz ve pasaportsuz üç ülke geçmiş, nurlu seyahati gailesiz tamamlamış. Bizimki elini kolunu sallayarak geçerken sınır muhafızları tutulur kalmış, adeta lâl olmuşlar. 

Bu sınır muhafızlarına yaşattığı şaşkınlığın benzerini, zor durumlarda kaldığında pratik çözümler üretmedeki zekasını, Mehmed Niyazi’nin Dahiler ve Deliler’de anlattığı şu anekdotta da görürüz: 

“…Otobüse koştular, bindiklerinde tıknefestiler. Birkaç durak sonra bilet kontrolcüsü otobüste dolaşmaya başladı. "Bilet kontrol" deyip yürüyor, yolcular da biletlerini gösteriyorlardı. Hilmi Oflaz'da bilet olduğu düşüncesiyle Niyazi hiç endişe etmiyordu. Kontrolör bunlara yaklaştı. - Bilet kontrol, dedi ve Hilmi Oflaz'a baktı. O, gayet soğukkanlı bir şekilde cevap verdi: "Ne soruyorsun? Alınması lazım geliyorsa alınmıştır. Alınmamışsa alınmayacak demektir!" Kontrolör şaşırır gibi oldu; ne demek istediğini pek anlayamadı; yanlış bir iş yaptığını zannetti. "Afedersiniz." diyerek uzaklaştı.” 

Aşk zevkini kimden soralım…

İşte, Hilmi Oflaz böyle biridir. Onun gibilerin isimleri çok fazla öne çıkmaz. Basın yayın organlarında da adları nâdir geçer. Fakat hizmetin taliplisi onlardır. Çile çeker, kahır görürler. Himmet ehlidirler, gözleri karadır. Hizmete istekli, zora müştaktırlar. İhtiyaç duyulduğunda bir adım öne çıkarlar. Ama görünmek için değil, görünmesi gerekene yardım etmek için, ona kol kanat germek için, toplumda öncü kabul ettikleri şahsın temayüz etmesi, kendisinden daha fazla istifade edilmesini sağlamak için bir iki adım atarlar… Ben burada, onun hakkında sadece birkaç hatırayı nakletmekle iktifa ettim. Merak edenler, Ötüken Neşriyat’tan çıkan ve bir zamanların ünlü Marmara Kıraathanesi’ni ve oranın müdavimlerini anlatan Dahiler ve Deliler romanına ve Marmara Kitabeleri adlı hatırata bakabilirler.

Bu vefa abidesi adam, Hilmi Oflaz Hakk’a yürüdüğünde takvimler 15 Mayıs 1998’i gösteriyordu. “Dost bi-perva felek bi-rahm devran bi-sükûn/ Derd çok hem-derd yok düşmen kavi tali' zebun” der Fuzûli bir beytinde. Derdin çok olması değil de hem-derdin olmaması bizi asıl yaralayan. Şimdi bir hem-dert bir Hilmi Oflaz ağabeyimiz olsa; ağzının ucuyla yani sormuş olmak için değil tam anlamıyla öğrenmek ve yardım gerekiyorsa yardım etmek için “nasılsın” diye sorsa bize; ondan öğrensek vefayı, sadakati, mertliği; yine Fuzûli gibi “aşk zevkin[i] zevk-i aşkı var olandan sor”sak anlayacağınız… Ne iyi olurdu, diyesim geliyor ama derin bir gurbet hissiyatıyla nostalji batağına saplanmış birisi olarak algılanmaktan korkuyorum açıkçası… En iyisi o güzel insanlardan, güzel devirlerden ve cümle güzelliklerden bahseden tüm hatıra kitaplarını yakmak sanırım, sizce? 

Mehmet Emre Ayhan güzel hatırlattı

YORUM EKLE
YORUMLAR
murat saltık
murat saltık - 14 yıl Önce

enfes bir portre yazısı olmuş. elinize sağlık. keyifle okudum...

Eray
Eray - 14 yıl Önce

Gerçekten çok güzel bir yazı hazırlanmış...Hem ağabeyimizi tanımış olduk hem de bunu zevkle okudukç.

gülaçtı
gülaçtı - 14 yıl Önce

Gerçekten harika bir yazı.ama bunları birde mehmed niyazinin ağzından dinleyince gerçekten enfes oluyor. bugün burç fm de vardı. ben ordan da dinledi burdanda okudum. ama doyamadım. inşaallah kitabını alacağım.:D

özlem özdemir
özlem özdemir - 13 yıl Önce

ben hilmi oflazın torunuyum ve bu yazıyı yazan beyefendi ile tanışmak istiyorum kaleminize yüreğinize sağlık...

Necip Fazıl
Necip Fazıl - 14 yıl Önce

Rahmetli Hilmi Ofla sık sık "Safları sıklaştırın, fakir müslümanlar girmesin araya!.." diye zengin müslümanları eleştirirdi... Allah rahmet eylesin...

İmdat DEMİR
İmdat DEMİR - 14 yıl Önce

40 yıllık hayatımda gördüğüm SON İNSAN: HİLMİ OFLAZ....
"rahat uyu hilmi ağabey"

dilek ayyıldız
dilek ayyıldız - 12 yıl Önce

allah nur içinde yatırsın çok güzel bir portre yazısı olmuş Mehmet Emre Ayhana teşekkürler

Bekir PAKSOY
Bekir PAKSOY - 12 yıl Önce

Marifet iltifat sözü çok doğru. Yazara teşekkür ediyoruz, en azından iyilerin unutulmaması için tarihe not düştüğü için.