“Bu milletin bütün kütüphanelerini yaktılar!” diyordu Cemil Meriç. Yanan sadece kütüphaneler değildi şüphesiz. Öz bir Türkçe meydana getirmek pahasına fukaralaştırılan dilin yanında, o dil üzerine inşa edilmiş tarihte yakıldı bir nevi. Geriye dönüp bakma cesaretini gösterebilen kimse olmadığı gibi; felaketin boyutunu atalarının birikimiyle kendi birikimlerini karşılaştırınca idrak edecek gelecek nesiller de, artık anlayamayacakları bir maziye bakmaktan beri durdular. Tarih, artık yalnızca kurulmuş zihinlerin yaptıkları ekle-sil yazıcılığı ile gelecek nesillere aktarılmış, Allah’ın koruduğu kadarıyla saklanabilen nice değerli eserler içinde tozlanmıştı. Böylesi bir dönemin ardından artık yaşadığı, öğrendiği ve hakikatini idrak ettiği tüm tarihi değerleri not etmiş, sadece bununla kalmayıp ayrıca çizim olarak da arşivlemiş Süheyl Ünver Hoca’nın bu alandaki çalışmaları, Cemil Meriç’in yakınması düşünüldüğü vakit daha bir ehemmiyet kazanıyor. Süheyl Ünver gerek tıp alanında yaptığı çalışmalarla “ordinaryüs” ünvanını almış, gerekse de başta kendi olmak üzere, bu topraklar üzerinde yaşayan herkese emanet edilmiş olan tarih ve kültür eserlerimizi tek tek kayıt altına almıştır. Ünver niçin buna gerek duymuştu peki?
Süheyl Hoca, yaşadığı zaman dilimi içerisinde tarihimize ve kültürümüze karşı vaki olan mezalimce işleri bedihen kavramış ve sarahaten ifa olan bu dejenerasyonun idame edilmesine karşı kendince fevkalâde bir mücadele olarak gittiği şehirlerdeki mümtaz tarihi yapılarımızı kayıt altına almıştır. Süheyl Ünver’i buna sevk eden bir diğer etken de, “Çocukluğumdan bu yana babamın not defterlerini görürdüm. Hatta bir gün bunlardan birini yanına almıştı, bir Cuma idi. Fatih’ten ileride Çarşamba’da, sevdiği, devrin yüksek âlimlerinden yaşlıca bir zâtı ziyaretten dönüyorduk. Bayezid Camii içinden girilen Şeyhülislam Veliyüddin Efendi Kütaphanesi’ne girdik. Sene 1906. Babam defterine, bir el yazması kitaptan, yanında taşıdığı hokka ve kalemi ile notlar aldı. Eser herhalde Arapça idi. Bunları ben anlamayarak görüyordum, ama bunun mânâsını bana seneler anlattı. İşte hayatımın programı böyle başladı. Artık ben de bu usûlü severek benimsedim. Peki, ne yaptım? Okuduklarımı, gördüklerimi her zaman yazmayı esas tuttum. Sene 1911-1912’de Mercan Lisesi’nde edebiyat hocamız Süleyman Şevket Tanlı’nın rehberliği bana yol gösterdi. Yazdıklarımı tasnif etmem tavsiyesinde bulundu. 1898 doğumluyum. Şimdi 1984’deyiz. Bütün bu yaptıklarım bir gün gelir lâzım olur.” diyerek ifade buyurduğu baba faktörüdür.
Hem hezârfen hem şabani halifesi hem ordinaryüs
Türk toplumunun gerek sanatına, gerekse de düşünce hayatına yön vermiş olan Süheyl Ünver Hoca’nın, Türk kültüründe bilhassa ince sanatlara yaptığı katkı mühimdir çünkü Türk kültürünün temel taşları olan ince sanatlar; ebrusu da, tesbihi de, devletin, tabiri caiz ise, hep köstek olması sebebiyle halk nezdinde tefrit olmuş, velev ki Avrupa-i sanatlar ifrat ede durmuştur. Süheyl Hoca, Türk ince sanatlarına mühim katkı sağlamıştır. Denilebilir ki Süheyl Hoca’nın katkıları olmasa idi, Türk sanatları yok olma derecesine gelecekti çünkü Süheyl Hoca, bu mücadeleyi legal olarak verebilen ender kişilerdendi. Binaenaleyh Süheyl Ünver, Türk ince sanatlarının legal yoldan savunusunu yapmış ancak bunu, hem değer bilen bir kültür aşığı olarak, hem de bu sanatlarla hemhal olmuş bir sanatçı olarak ifa etmiştir. Bu yüzden birçok sanatta behre sahibi olan kişiler için kullanılan, “bin sanat” manasına gelen hezârfen tabirini, Türk kültür hayatına katkı sağlayan nice değerli kişiler için kullanıldığı gibi Süheyl Hoca için de kullanmak gerekir. Kendisinin ömrü boyunca dile getirmediği ancak ehlinin bildiği bir diğer mühim konu ise, Süheyl Ünver Hoca’nın ordinaryüs ve hezârfen olmasının yanında, “Şabani Şeyhi Ahmet Tahir Efendi Hazretleri”nin halifesi olmasıdır. Süheyl Ünver, Şabani dervişidir.
Tıp kimliğinin yanı sıra “hezârfen” tabirini taşıması dolayısıyla, bir sanatçı olarak, resim sanatı üzerinde ciddi mesailer harcamış ancak sanatçılığı sadece resimle de sınırlı kalmamıştır. “Ben ressam değilim. Sanat için resim yapmıyorum.” diyen Süheyl Hoca, yaptığı çalışmaların bir gün “belge” olarak kullanılacağını söylemiştir. Resimde Hoca Ali Rıza tavrının takipçisidir Süheyl Hoca, geleceğe belge olarak kalacak çalışmaların menşei Ali Rıza Hoca’dan neşet eder. Tezhip eğitimini ise Nuri Bey’den alır. Yaptıkları geleceğe başta öğrencileri üzerinden olmak üzeri tesir eder. Süheyl Hoca’nın değerli talebesi olan Ahmet Güner Sayar’ın, “Talebelerinin her birisinde bir Süheyl Ünver tarafı vardır.” deyişi bunun en güzel örneğidir. Bu tespit, ciddi bir tespittir çünkü sanat ile iştiyakı olan Müslüman’a düşen en güzide vazifelerden biri; kendinden sonra geleceklerin kendisinden bir ders almasıdır. Bu, hem Müslüman olarak yaşayışı ile hayattaki temayülleri bakımından, hem de iştiyakı bulunduğu sanat alanı bakımından olmalıdır. Ahmet Sayar’ın ifadelerine baktığımızda, Süheyl Hoca’nın bu mirası bırakmış olduğu açıktır.
Sanat eseri ahlâk tezahürüdür
Müslüman olarak kişinin sanatla olan bağı düşünüldüğünde, Allah’ın kendi ruhundan üflediği ruh ile sanatçının kuracağı bağ, sanatını ifa etmede ona yakîn refakatçı olacaktır. Süheyl Ünver’in, “Bursa Defteri” ve “Edirne Defteri” incelendiğinde bu sarahaten ortadadır. Süheyl Ünver sanatla olan intisabını, irsîlik üzerinden açıklar. “San’ata olan merakım dolayısıyla, çok zamanlar muahezeler işittim. Fakat bu benim elimde değildi. Ben irsî olarak san’ata bağlılık duyuyordum.” Çünkü neredeyse tüm ehli beyti, Türk–İslam sanatlarıyla hemhaldir. Sanat ile olan intisabının kendine sağladığı pek çok ehemmiyetli faydanın olduğunu da vurgular Süheyl Hoca: “İnsanlığa karşı şefkat ve bağlılık hislerim arttı; san’at beni mütevazı, sessiz, mücâdelesiz, bambaşka bir adam yaptı. Yani ahlâkımı düzeltmekte amil oldu. En büyük sanatkâr ahlâklı insandan olur. Bir sanat eseri ahlâk tezahürüdür.”
Bursa Defteri
Süheyl Hoca’nın nice değerli çalışması içinden “Bursa Defteri” ve “Edirne Defteri” ayrı bir ehemmiyete sahiptir. “Bursa Defteri”, arşivleri içindeki en değerli çalışmalarından biridir Süheyl Hoca’nın. Bursa’nın karış karış her bir taşını adeta işlemiştir Süheyl Hoca. “Edirne Defteri”nden farklı olarak “Bursa Defteri”, adeta bir şehrin bütüncül olarak hangi imkânları barındırdığını bizlere gösterir. Bunun yanı sıra Bursa’da kaleme aldığı mekânlar için Süheyl Hoca çok ciddi eleştiriler de geliştirir. “Bursa Defteri” üzerine yapılacak olan okumada, bu eleştiriler bilhassa önemlidir. Bilakis siyasiler için. Süheyl Hoca’nın belge niteliğinde, ileride lazım olur deyişi boşuna değildir. Bir şehri güzel kılmak için o şehre hiçbir çıkar gözetmeden, yalnızca etik ve estetik açıdan değer kazandıracak gözlerin yaptığı değerlendirmeler üzerinden bir takım çalışmalar yapmak elzemdir. Hele ki Müslümanlar için… Çünkü Hadis-i Şerif ile sabit olmak üzere, bir şehrin yapısı Müslümanlar için bilhassa önemlidir. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) buyurduğu, “Şehir ve kasabalarınızı muhteşem yapınız.” hadisi söz konusudur.
Süheyl Ünver’in ise Bursa aşkı bir başkadır: “İdealist bir meclûbu olduğum Bursa’mıza her gidişimde kaybolur ve kendimi oralarda ararım.” der Bursa için. “Bursa Defteri” birleştirilmiş üç arşivdir: “Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki Defter”, “Gülbün Mesara Arşivindeki Defter” ve “Suluboya Bursa Resimleri” (Türk Tarih Kurumu ile Gülbün Mesara Arşivi’nden)’dir. Bursa’da bulunan tarihi yapılardan, camilerden, hamamlardan, mezar taşlarından, müzelerdeki değerli kültürel eserlerden, camii içlerinde işlenmiş vaziyette bulunan nakışlardan, mermer lahitlerden, asırlık çınar ağacına kadar pek çok kayıt bulunur. Ulu Cami, Emir Sultan, Yeşil Türbe, Molla Fenari aklımıza gelecek daha niceleri... Her biri kayıtlıdır Bursa Defteri’nde.
Bizim için bilhassa önemli olan ise, tutulan kayıtlardan bazılarının yanına düşülen hususi notlardır. 1955 yılında Birinci Murad Türbesi’ni aktardığı kayıtın yanına şu güzel notu düşer Süheyl Hoca: “Birinci Murad’ın türbesi önünde hürmetle durdum. ‘Sen en büyük velîsin; bizi, Allah’ın lütfuyla senin himmet ve gayretin hâlâ yaşatıyor. Sana sonsuz rahmet ve şükran,’ dedim.” Aynı yıla ait bir değer kayıtta ise Süheyl Hoca, yukarıda değindiğimiz eleştiriyi yapar. “Bursa, tasavvur olunamayacak kadar kalabalık. Fakat şehrin idarecileri misafirlerle hiç meşgul değiller. Hem bayram, düşünün Bursa’yı turistik şehir diye ilan etmişler... Bursa’nın valisine ve belediye reisine düşecek vazife: Artık Bursa’ya gelmeyin, memnu! Biz misafirlerin kâhyası değiliz! Burası turistik şehir değil, anladınız mı?” Bir şehrin yalnızca yapılaşma olarak eksiklerine değil aynı zamanda şehrin yöneticilerinin de eksiklerine ne güzel değinmiştir Süheyl Hoca: “Bursa’yı daha hazırlamadan turistik şehir diye ilan edivermişler, olup bitmiş.” 1956 yılına ait bir notunda Hafsa Hatun veya Bedreddin Camii’nden 15. asırdan kalma bir nakışı resmetmiş Süheyl Hoca; ancak buradan hareketle yapmış olduğu teşhis, resmettiği bu nakşı gölgede bırakıyor. Kızıyor Süheyl Hoca haklı olarak çünkü hem bir tarih yok oluyor, hem de “İşi ehline yaptırınız,” düsturü çiğneniyor. “Şu muhakkak ki, Bursa’da 15. asırdan kalma binalarda böyle nakışlardan mutlaka var. Fakat şu Ahmed Vefik Paşa, valiliği esnasında camileri cahil kalfa ve boyacılara bırakmış, kendi kültürü başka sahalarda. Tezyinatımızın asaletinin farkında değil. Bu noktadan herkes gibi biçare. Hele nakışları berbat ettirmiş. Kala kala sıva altında bunlardan nadir bir-iki parça. Onu da şimdi halefleri cahil sıvacılar yoketmiş.”
Edirne Defteri
“Edirne Defteri”nde ise Süheyl Hoca, bir başka mirası aktarıyor bizlere; Bursa Defteri’nden farklı olarak mezar taşları, camiiler ve camii çini desenleri üzerinde yoğunlaşılmış. “Bursa Defteri”’nde yer alan mekânsal açıklamalar çokça değil “Edirne Defteri”nde. Ancak Edirne de bir başka Süheyl Hoca için. “Edirne Defteri”nin vuku bulmasında büyük pay sahibi olan ve Süheyl Hoca’mızın Edirne kadar can bellediği Dr. Rifat Osman Bey müstesnadır. Süheyl Hoca, Dr. Rifat Osman Bey’i, “Edirne için yaşamıştır,” diyerek anar. Edirne’ye verdiği ehemmiyeti buradan neşet eder Süheyl Hoca’nın ve bu sebeple der: “Her Türk’ün, nerede olursa olsun, bunu misal alarak, Edirne’de yaşamasa bile, burası için yaşaması lazım. Artık ben de burası için yaşıyorum.”
Edirne deyince Selimiye dememek edebsizlik olur hiç şüphesiz. Süheyl Hoca da “Edirne Defteri”nde Selimiye’ye hakkıyla yer vermiştir. Selimiye hakkında Süheyl Hoca’dan öğrendiğimiz bir hadise var ki, bizlere tat veriyor. Bir Fransız seyyahı Necmi Bey (Edirne Müzesi kurucu müdürlerinden Ressam ve Doktor Rifat Osman Bey’in talebesi) şöyle der: “Bu, Sinan eseri değil. Bu, gökyüzünde yapılmış ve Sinan tarafından yeryüzüne getirtilmiş.”
Süheyl Hoca, “Bursa Defteri”nde yaptığı eleştirilerin benzerlerini Edirne Defteri’nde de yapar. 1963 yılına ait bir notta Muradiye Mevlevihanesi’ni ziyaret etmiş olacak. Mevlevihane’de yapılan inşaat çalışmaları gene estetik dışıdır. “Muradiye, duvarı yükseltilerek yeniden yapılıyor. Akıl işi değil! Çirkin ve manzarayı kapatacak kadar yüksek!” Süheyl Ünver, şehircilik için ışık tutmanın yanında, bilhassa da mekânsal restorasyonlar için de ışık tutar.
“Edirne Defteri”nde Süheyl Ünver, Türk kadının zarifliğine de yer verir. “Bir İstanbul medeniyeti yaşatmışız. Bir Edirne medeniyeti vücuda getirmişiz. Buna Türk kadınları kendi güzelliklerinden katmış ve o nadide varlığını ona aksettirmiştir. Dünyanın her tarafında yetişen çiçekleri mahallerinde koklayın... İşte, dünyanın en güzel ve açık bir köşesi için Türk hareminin yazlık ve kışlık bahçesini çiçeklerle süslemek vazifesi, Edirne’de kadına Allah tarafından nasip olmuştur.” Edirneli kadınlar tarafından yetiştirilen sümbül çiçekleri, dünyanın nâdir büyük camilerine gönderilirmiş. Camilerde, gerek saflar arasında olsun, gerekse de camilerin bahçelerini bu sümbüller süslermiş. Mis gibi sümbül kokuları içinde namazlar eda edilirmiş. Süheyl Hoca, bu inceliği aktarıyor bizlere ve ne güzel değerlendiriyor bunu: “Kendimizden yaptığımız Muhammed’imizin ümmeti de, bunların kokuları arasında namazlarını toplu veya tek tek kılsınlar... Sorarım İslam dünyasında bunun bir emsâli var mı?”
Daha nice anlatılacak, aktarılacak hatıra dolu Süheyl Hoca’nın defterlerinde... Hangi birine değinelim, hangi birini atlamaya kıyalım ki? Yapıp ettikleri nasıl bir hayat yaşadığının göstergesi zaten. Bunca güzel eserinin yanında şahsiyet olarak da edebiyle, irfanıyla, ilmiyle, zarafetiyle nice gönüllerde unutulmamış Süheyl Hoca’yı vefatının 28. yılında hürmetle anıyoruz... Anmaktan gayrısı elimizden gelmiyor. Bunca anlam darlığımız içinde hocayı anlatmaya çalışmak zaten onun zatına edebsizlik olur.
Metin Erol