Osmanlı medreselerinde okutulan Hafız ve Sa’di Şirazi’nin eserleri, o dönem eğitim sisteminde Farsça’nın ne denli önemli bir yeri haiz olduğunun en önemli göstergesi. Günümüzde maalesef hak ettiği yerde olmayan Fars Dili ve Edebiyatı alanında yaptığı değerli çalışmaları ve katkıları ile tanıdığımız İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fars Dili ve Edebiyatı hocalarından Prof. Dr. Mehmet Atalay Hocamız Tahiru’l Mevlevi’yi anlattı:
Henüz 17 yaşında intisabını gerçekleştirdi
Tâhirü’l-Mevlevî, Osmanlı ile Cumhuriyet nesli arasında köprü görevi yapmış önemli bir şahsiyettir. Hayatını iki şeye adamıştır. Bunlardan biri Mevlânâ ve Mevlevîliğe hizmet etmek, diğeri de eski edebî zevki ve eski kültürümüze ait bilgi ve birikimini kendinden sonraki kuşaklara aktarmak.
Tâhirü’l-Mevlevî 1877 yılında İstanbul’da doğmuştur. Hekimbaşı Ömer Efendi Mekteb-i İbtidâî’sinde, Gülhane Askerî Rüşdiyesi’nde ve Menşe-i Küttâb-ı Askeriye’de okumuş, bir taraftan da Fatih Câmii’nde derse devam ederek Mesnevî’den icâzetnâme almıştır. Filibeli Mehmed Rasim Efendi, Galata Mevlevihanesi şeyhi Es‘ad Dede Efendi, Şeyh Mustafa Tunusî ve Mehmed Âkif Ersoy gibi devrin ilim adamı ve mutasavvıflarından özel dersler almıştır. Bu öğrenimi sonunda Arapça, Farsça gibi dilleri tercüme yapabilecek derecede ilerletmiştir. Ayrıca Mesnevî, Fütûhât-ı Mekkiyye ve Muallaka-i Seb‘a Şerhi gibi önemli eserleri bu özel derslerde okumuştur.
Önce Harbiye Nezareti ile Ticaret ve Ziraat Nezareti’nde kâtip, daha sonra Maden Kalemi’nde mümeyyiz olarak görev yapmıştır. Dârüşşafaka’da ve askerî liselerde de uzun yıllar boyunca öğretmenlik yapmıştır. Öğretmenliğin yanı sıra basın hayatı ile de ilgilenmiştir.
Bir Mesnevî şârihi olan yazarın tasavvufla alâkası küçük yaşta başlamıştır. Mesnevî dersleri aldığı Es‘ad Dede Efendi’nin teşviki sonucu 17 yaşında Yenikapı Mevlevihanesi şeyhi Mehmed Celâleddin Efendi’ye intisap ederek Mevlevî tarikatına girmiştir. Bundan bir yıl sonra çilesini tamamlayarak Dede unvanını almış; 1923 yılından, vefat tarihi olan 1951’e kadar Fatih, Süleymaniye ve Lâleli camilerinde Mesnevî dersleri takrir etmiştir. Yazarın en önemli eseri sayılan Şerh-i Mesnevî bu camilerde verilen dersler sonucunda meydana gelmiştir.
Şiirlerinde Mevlânâ sevgisi büyük bir yer tutar
Tahirü’l-Mevlevi’nin şiirleri üzerinde de durmak gerekir. 18 yaşından hayatının sonuna kadar 50-55 yıl şiirle uğraşan şairin ilk şiirleri, divan edebiyatı geleneğine uygun olarak söylediği şiirlerdir. Bu şiirler, Dîvânçe-i Tâhir adıyla basılmıştır. Bundan sonraki şiirleri de Dîvân-ı Tâhirü’l-Mevlevî ve Tâhir Olgun’un İkinci Divanı adlarını taşımaktadır. Farsça şiirleri Dîvânçe-i Fârsî adıyla bir araya toplanmış ve şairin kendisi tarafından Türkçeye de çevrilmiştir. Şiirleri Mahfil, Sebîlürreşâd, Sırâtımüstakîm, Beyânülhak ve İslâm Yolu gibi dergilerde yayınlanmıştır. Onun Türkçe ve Farsça şiirleri yaklaşık olarak 10500 beyittir. Bunların 445 beyti Farsçadır.
Arapça ve Farsçayı çok iyi bilen şair, Fransızcayı da kendi gayretiyle öğrenmiş, başarılı tercümeler yapmıştır. Yaptığı tercümeler çok güzeldir.
Tâhirü’l-Mevlevî, şiirlerinde birçok konuya yer vermiştir: Başta gazel, naat, münacat, tarih olmak üzere, tevhid, Mevlânâ medhiyesi, şarkı, latife, fıkra, manzum mektup, marş, hiciv-hezel, mersiye ve tercüme gibi. Nazım şekillerinden en çok kıt’a ve gazel olmak üzere mesnevi, kaside, rubai ve musammat gibi nazım şekillerini kullanmıştır. Hece ile yazdığı şiirlerde de özellikle halk edebiyat nazım şekillerinden koşmaya yer vermiştir.
Önceleri zor ve ağdalı bir dille yazmış, fakat sonraları herkesin anlayabilmesi için çok sade yazmaya başlamıştır. 1932 yılından itibaren hece vezni ile de şiirler söylemiştir.
İlk dönem şiirlerinden oluşan Dîvânçe-i Tâhir’in mukaddimesinde, Fuzûlî (ö. 1556), Nef‘î (ö. 1635), Nedîm (ö. 1730), Sezâyî (ö. 1738) ve Muallim Nâcî (ö. 1893) gibi edebiyat üstadlarını taklide çalıştığını, bu hareketiyle millî zevkten nasiplendiğini belirtir. Onun sevdiği ve etkilendiği şairler elbette ki bunlarla sınırlı değildir. Ahmed Paşa (ö. 1497), Zâtî (ö. 1546), Nâilî (ö. 1660), Yenişehirli Avnî Bey (ö. 1883), Namık Kemal (ö. 1888), Mehmed Âkif (ö. 1936), Ahmed Remzi Dede (ö. 1944), Muhyî (ö. 1955) gibi eski ve yeni birçok şairin etkisinde kalmış, onların şiirlerine nazireler yazmıştır.
Tâhirü’l-Mevlevî’nin şiirlerinde Mevlânâ sevgisi büyük bir yer tutar. Özellikle Farsça Divanı onun tasavvufi yönünü ve Mevlana’ya olan sevgi ve bağlılığını gösterir. Bu divanda yer alan kasidelerin 4 tanesi Mevlana’nın övgüsü hakkındadır.
Tahirü'l Mevlevi, divan edebiyatının son temsilcilerinden biridir. Bu alanda geniş bilgisinin neticesini Edebiyat Lugati adlı kıymetli eserinde toplamıştır.
En olgun eseri, Mesnevi Dersleri adı altında yazdığı Mesnevi şerhidir
Değişik konularda birçok eser yazmış olan Tahirü'l Mevlevi’nin bugüne kadar basılan eserleri 50 civarındadır. Edebiyat Lugati, Türkçe ve Farsça divanları, Mesnevi Şerhi, birkaç metin şerhi, tarih ve edebiyatımıza dair değişik eserleri ile Mahfil, Beyanülhak, Sıratımüstakim, Sebilürreşad ve İslam Yolu gibi dergilerde yayınlanan birçok makalesi bunlar arasındadır. Yine onun 30 civarında henüz basılmamış veya bugünkü harflerle neşredilmemiş eseri bulunmaktadır. Eserleri arasında 2 tanesinin ayrı bir önemi vardır. Bunlardan biri, Kütüphaneler Müdürlüğü’nde Tasnif-i Kütüb Komisyonu’nda çalışırken hazırladığı İstanbul kütüphanelerinde bulunan Türkçe yazma divanların kataloğudur. 1947 yılında neşredilen bu kataloğun edebiyat alanında araştırma yapanlar için büyük bir önemi vardır. İkincisi ve en olgun eseri, Mesnevi Dersleri adı altında yazdığı Mesnevi şerhidir. Tefsir, hadis, İslam tarihi ve tasavvuf alanlarındaki bilgisinin özeti mahiyetinde olan bu şerh, Mesnevi’yi bugünkü nesle açıklayacak bir bilgi hazinesidir.
Tahirü'l Mevlevi, 75 yıllık hayatının 50 yılını araştırma ve incelemeler yaparak, bildiklerini hiçbir maddi menfaat gözetmeden öğreterek geçirmek suretiyle ilim ve irfan hayatımıza önemli hizmetlerde bulunmuştur.
Zeynep Özel sordu
tâhirül mevlevî hazretlerinin divançesinin ve diğer divanlarının inşallah neşredildiği günleri görürüz. ilim adamlarına malum olsun. eğer malum olmuyorsa, görevlerini layıkıyla yerine getirmiyor ve ilme ihanet edip neşretmiyorlarsa, bize söyleyin, nerede bulabiliriz o divanları, biz neşredelim!