Büyük Üstad Kurrâ, Hasan Akkuş Mektebi’nin son temsilcilerinden biri olan Mustafa Yılmaz Hocaefendi de Hakk’a yürüdü. Sümbül Efendi Erkek Kur’an Kursu’nu dişiyle tırnağıyla bir mezbelelik ve sarhoş yatağından Kur’an Kursu’na çevirmekle kalmamış, tüm ömrünü de oranın ihyasına adamış bir Kur’an âşığı. Metruk bir medreseyi, binlerce hafızın ve hocanın yetiştiği bir Kur’an ve ilim merkezine dönüştürerek, Allah’ın nurunun yeryüzünde tamamlanmasına katkı sağlayacak binlerce güzel insanın yetişmesine vesile olmuştu. Ruhun şâd olsun, adını aldığın elçi gibi ömrünü davasına, Kur’an hizmetine adamış olan güzel insan, Mustafa Hocam. Belki son asırda Sümbül Efendi Haziresi’ne defnedilme şerefine ilk defa nâil olan Hocam, bunu fazlasıyla hak etmişti.
Gurbetin en acı tarafı belki de sevdiklerinize son vazifenizi yapamamış olmaktır. Onların defnine iştirak edememenin acısıyla kıvranırken Sümbül Efendi’ye komşu olduğunu öğrenmek, yüreklerimize su serpti. Vesile olanlardan Mevla’m razı olsun. Hocamın yıllardır yanı başında tüm yükünü taşıyan oğlu, hafız Sait kardeşim bu zorun nasıl kolay olduğunu bugün telefonda tüm detaylarıyla anlatıverdi. Payı olan herkese zor günü, mahşeri Mevla’m kolay eylesin.
İki yıllık kurs hayatımın bana ne kattığı sorulacak olsa kestirmeden, “bize sevmemiz gerekenleri sevmeyi, korunmamız gerekenlerden de korunmayı” diye özetleyebilirim. Anadan ayrı, gözü yaşlı geceleri biz orada öğrendik. Sabah namazıyla başlayan düzenli bir hayata adımımızı ilk orada attık. Bir ömür boyu sürecek güzel dostluklar orada başladı. İlk takım elbisemi ve daha önce almakta zorlandığımız birçok nimeti orada tattık. Kendi ayakları üzerinde durup yatağımızı, elbisemizi, eşyamızı ve çevremizi düzenli ve temiz tutmayı orada öğrendik. Bazı, yaşın ve ortamın getirdiği haylazlıklar da yapmadık değil, ama bunlar nerede olsak olabilecek türdendi. Bir kurbanı kesip parçalamayı orada talim ettik. Kısaca hayatı, gurbeti başkalarıyla paylaşmayı ilk orada öğrendik diyebilirim. En önemlisi de iniş çıkışlarımız olsa da orada aldığımız dini hassasiyet ve Kur’an terbiyesi, bugüne kadar Mevla’ya hamdettiğimiz en büyük nimet oldu. Bunda da en büyük pay, elbette bu ruhu bize gerek nasihatlarıyla gerek bize sağladığı imkânlarla Mustafa Hocam’a aittir.
Aslında ailemin ve benim gündemimde kursa gitmek veya hafızlık yapmak gibi bir niyet yoktu. Ama Mevla’m bir şeyi nasip edecekse esbabını da yaratıyor. O sene gidilebilecek İmam Hatip yurtlarında yer olmadığı için bize Kur’an okumayı öğreten Feyzullah Hocam’ın da delâletiyle Sümbül Efendi serüveni başlamış oldu.
Müracaatlar çok olduğu için kursa imtihanla alıyorlardı. Yazılıda ilk elemeler yapıldıktan sonra sözlü kısmında Kur’an ve tecvidimizin nasıl olduğunu imtihan ettiler. Tam benim imtihan olduğum esnada jüride olmayan Mustafa Hoca içeri girerek bana iyi not verdiklerini gördüğünde, imtihan jürisine, “ben bu notu kendi talebelerime vermiyorum” diye çıkıştığını, bugün bile tatlı bir hatıra olarak hatırlarım. Mevla’nın inayeti ve Feyzullah Hocamız’ın bizim üzerimizdeki emekleri neticesinde bu fakir listenin en başında olarak kursa yazılma hakkını kazandı. Böylece bu güzel tarihi mekândaki hayatımın en güzel iki yıllık tecrübesi başlamış oldu.
Okmeydanı’ndan Koca Mustafa Paşa’ya gelmek, en az iki otobüs demekti. Bazen İmam Hatip’te okuyan Osman abimin gelip hafta sonu aldığı olurdu. Onun beni aldığı veya kursa bıraktığı zamanlar ayrı bir güzeldi.
Derken yıllar geçti ve bizler üç arkadaş (Ayhan ve Murat), bizden önceki hafızlara tabiri caizse yetişerek hafızlık imtihanına girdik ve elhamdülillah kazandık. Hafızlık cemiyetimize rahmetli Reisü’l-Kurrâ Gönenli Mehmet Efendi teşrif ettiler. Ben boyca da en küçük olduğum için arkadaşları en sondan takip ediyordum. Herkesin merasimde giyeceği sarık ve cübbesini kendi ayarlaması gerekiyordu. Ben küçük olduğum için kafama uygun bir sarık bulamamış, bulduğumuz sarık da neredeyse kafamın yarısına kadar inmişti. Hafızlık yaptığımda 28 kiloluk küçücük bir çocuktum. Sık sık hastalandığım için Hocam bana özel bal aldırmış, sabahları aç karnına içmemi söylemişti. Şifa niyetine bu işkence bir müddet devam etti.
Bunlar, hayatıma yön veren bir kesitin unutulmaz hatıraları olarak hem hocama olan muhabbetimi hem de Rabbim’e olan hamd ve şükrümü ifade sadedinde dile getirebildiklerim. İslâmi ilimler okumamda, evlatlarımın hafız olmasında, hatta erken yaşta İngilizce’ye merak sarıp özel kursa gitmemde hep Sümbül Efendi Kursu’nun ve dolayısıyla da bu imkânları canı pahasına bize sağlayan Mustafa Hocam’ın payı vardır. Kurs hayatı olan her talebenin buna benzer nice acı ve tatlı hatıraları olduğu ve bunların hayat boyu bizi ayakta tutan dinamiklere dönüştüğü malûmdur.
Hepsini anladık da İngilizceyle Kur’an Kursu’nun ne alakası var, denilebilir. Kendisine rahmet olsun diye burada çok kısa zikredelim. Bazıları kursu bitirince bir daha oraya ayak basmazlar. Bizim dönem hafızları ise kimi benim gibi Zeytinburnu’nda kimisi de Fatih İstanbul İmam Hatip’te okuyorlardı ve hafta sonları kursta buluşuyorduk. Hocam da bundan mutlu oluyor, bizim orada olmamıza ve gece de kursta kalmamıza imkân sağlıyordu. Bir gün rahmetli hafız Arif kardeşim hafta sonu yabancı turistlerle buluşacağını (veya buluştuğunu) bize anlatınca meraklandık. Meğerse İstanbul Lisan Merkezi denilen özel bir kursa İngilizcesini geliştirmek için gidiyormuş. Kurstan çıkınca da kursun da bulunduğu Lâleli ve çevresinde turistlerle konuşuyormuş. Bendeki yabancı dil merakını ilk ateşleyen bu hafız Arif kardeşim olmuştur. Arif, aynı zamanda hafızlık yaparken hıfzımızı birbirimize dinlettiğimiz hafızlık arkadaşımdı. İmam Hatipli arkadaşlarla Adalar’a yaptıkları bir gezi esnasında boğularak genç yaşta şehit düştü. Ama ben onu hep rahmetle yâd ettim. Ruhu şâd olsun.
Son yılları dizlerinde başlayan hastalıkları nedeniyle genellikle evde geçirmek zorunda kalan Hocamız, Kur’an hizmetine hiç ara vermeden evinde de devam etmiştir. Torununun mahdumuna her sabah namazıyla başlayan hafızlık maratonu gün boyu neredeyse hiç aksatılmamıştır. Her Türkiye ziyaretinde mutlaka kapısını aşındırdığımız Hocaefendi’nin tek derdi, tüm sıkıntılarına ve hastalıklarına rağmen Kur’an Kursu ve talebeleriydi. Mutlulukları ve hüzünleri de tamamen bu hizmete bağlı olarak gerçekleşmekteydi. Kur’an hizmetinin aksadığı ya da kursla ilgili ister maddi ister başka türlü bir sıkıntı olduğunda sözleri ve gözleri, sadece bu derdin habercisi olmaktaydı. Kursun ayakta durması ve Kur’an hizmetinin devam etmesi için ilerleyen yaşına ve hastalıklarına rağmen Sait Hoca’dan bu anlamda bir ima veya işaret aldığında saatlerce telefonun başına geçer ve problemi çözmek için çalabileceği tüm kapıları çalardı. Bazı talebelerinin telefonlarına çıkmayışına da gerçekten üzülür ve bana dertlenirdi. Bazen insanlar kendilerine böyle bir kötülüğü neden yaparlar diye şaşırmamak mümkün değil. Dualarını alabilecekleri bir Hocaları varken yok gibi davranmak, daha da kötüsü onu kıracak kadar işi ileriye götürmek. Gerçekten bazıları çok cesur oluyor. Oysaki Kur’an zerre miskal hayrın da şerrin de yarın hesaba dâhil olduğunu haber vermiyor mu?
Öğrencilerinin bulundukları yerlerdeki hizmetleri, Hocamızın en önemli mutluluk kaynağıydı. Yanına her gittiğimde bu anlamda Kur’an’a hizmet edenleri büyük bir mutluluk içinde tek tek hatırlar, onların bu hizmetleriyle mutlu olurdu. Hatta kendisini aramayan ama buna rağmen İslam’a ve Kur’an’a hizmet ettiğini duyduğu talebelerine de bu hizmetlerinden dolayı gıyaben dua ederdi. Bir ziyaretimde hemen telefona sarılıp kıymetli dostum Samsun İlahiyat hocalarımızdan Sümbül Efendi hafızlarından Burhan Tatar’ı arayarak tekrar hasret gidermemize vesile olmuştu. Öğrencilerinin kendisiyle hukukunun devam etmesini arzuladığı gibi birbirleriyle irtibatlı olmalarına da çok ihtimam gösterirdi. Her ziyaretimde bana mutlaka Almanya’da olan diğer öğrencilerinden bahsederek onlarla irtibata geçmemi söylerdi.
Hocamızın diğer bir hassasiyeti de Kur’an’a bir hayat düsturu olarak bakmasıydı. Yani hayata renk vermeyen, davranışlarımızda ahlâk-ı Muhammediye olarak ete kemiğe büründürülmeyen bir Kur’an, Kur’an ahlâkıyla ahlâklanmayan bir hafız onun için yok hükmündeydi. Zira Kur’an bizi ve tüm insanlığı cehalet ve küfür karanlığından kurtarıp yeniden diriltmek için gönderilmişti. Hidayet rehberi olan Kur’an ancak kendisini rehber edinen kişiye fayda verirdi. Her bir araya geldiğimizde mutlaka neler yaptığımı sorar ve üzerinde çalıştığım konular hakkında Kur’an ayetlerinden örnekler vererek ufkumu Kur’an ışığıyla yeniden aydınlatırdı.
Yine kendisini ziyaret ettiğim bir demde Hristiyanlarla ilgili ortak bir programdan bahsedince konuyla alakalı tüm ayetleri gözden geçirerek bana bildirmişti. İslam ve müslümanları ilgilendiren her konuya karşı çok duyarlıydı. İslamabad şehrinde Uluslararası İslâm Üniversitesi’nde şeria ve hukuk tahsili yaptığım yıllarda bana “Kadıyyu’l-Kudât” diye iltifat ederdi. Kesinlikle tahsil noktasında yükselebileceğimiz en zirveye işaret eder ve bu anlamda başarılı olan talebelerini hayırla yâd ederek onlara dua ederdi.
Bu fakirin de karınca kararınca yurt dışında yaptığı işleri duydukça çok sevinir ve sanki de tüm Avrupa hidayete ermişçesine heyecanlanırdı. Hayatı davası olan, sevdası Kur’an ve Allah rızası olan bir gönül sultanıydı Mustafa Hocam. İstanbul’un manevi mimarlarından diğer bir gönül sultanının, Sümbül Efendi’nin yanında yaptığı hizmetler ölümünden sonra da onun yanına defnedilerek Rabbim tarafından taçlandırılmış oldu. Mevla’m rahmetiyle onları ve bizleri kuşatsın. Onları da bizleri de sevgililer sevgilisi Habibine komşu eylesin.
Hocamın sağlığı yerinde olduğu yıllarda ziyaretlerimiz Sümbül Efendi Kursu’nda gerçekleşirdi. Hem eski günleri hatırlar hem de değişikliklere şahit olurduk. Hocam gür sesiyle “evladım oğlum Merdan” diye karşılar ve mutlaka bir şeyler ikram ederdi. Bazen direnebilsek de çoğunlukla bize tercih hakkı bırakmazdı. Daha biz yerimizden kalkmadan ikramlar ve peşinden çaylar gelirdi. Kendisini ziyaret ettiğimiz bir gün, artık Hocanın ve kursun değiştiğine bizzat şahitlik ettim. Kurstaki talebeler, Hocam odasında bizimle otururken rahatlıkla yan tarafta koşup oynayabiliyor ve Hocam da buna hiç aldırmıyordu.
Ah nerede o eski günler! Hocanın kapı zilini çalmasıyla birlikte herkes çil yavrusu gibi bir tarafa dağılır, ortada kapı nöbetçisinden başka kimse kalmazdı. Ola ki Hocanın hışmına uğramak korkusu her öğrencinin gönlünde kutsal emanet gibi taşıdığı bir hakikatti. Belki de bize öyle gelirdi. Bu da daha kendisi yokken kursun rapt u zapt altında olmasını kolaylaştırırdı. Devran dönüyor ve insan da şartlar ve tecrübeler neticesinde değişiyordu. Bu değişikliğe hem çok şaşırmış hem de çok sevinmiştim. Hatta kursun arkasına havuz yapıldığı ve çok sıcak günlerde çocukların burada yüzebildiklerini duymak, gerçekten çok güzeldi. Teneffüste ve belli zamanlarda bahçede top oynayabilmek, bizim dönemimizde değil yapmak, aklımızdan bile geçiremeyeceğimiz bir şeydi.
Gerçi biz topumuzu hafta sonu Aydın Hoca’nın başkanlığında Silivri Kapı top sahasında her şeye rağmen oynardık. Diğer güzel bir hatıra da Sümbül Efendi Camii’nde çoraplardan yaptığımız topla kilimlerin tozunu attırdığımız günlerdi. Bizim dönem hafızları bu yönüyle şanslı sayılırlar. Biz hafızlığımızı kursta yeterli yer olmadığı ve okurken sesli okumamız tavsiye edildiği için -birbirimizi rahatsız etmeyelim diye olsa gerek- camide yapardık. Caminin her penceresinde bir hafız rahlesiyle kendine bir yer seçer ve burada dersini yani ezberini yapardı. Malum selâtin camilerinin pencere boşlukları küçük bir oda kadardır. Sümbül Efendi Camii de tarihî bir yapı olarak böyle büyük pencerelere sahipti. Rahatlıkla rahlenizle birlikte dışardan gelen güneş ışığının da huzur veren şuasıyla, zevkle dersinizi yapardınız. Bugün bile fırsatım olduğunda böyle bir cami penceresinde oturup Kur’an okumak bana ayrı bir huzur verir. Daha önce tatmamış olanlara tavsiye ederim.
Hocamın yürüme problemleri ve rahatsızlıkları arttıkça artık ziyaretgâhımız, hane-i saadetleri oldu. Hacer ablamın özenle hazırladığı sarmalar ve çeşit çeşit ikramlar bu ziyaretlerin neredeyse olmazsa olmazlarıydı. İkram etmeyi Kur’an’la bütünleşen bir anlayışın gereği olarak hayatının düsturu hâline getirmiş olan hocam, bunların bereket olduğunu söyleyerek ısrarla yememizi isterdi. Bazen eşim ve çocuklarımla, kimi zaman abimle, bazen de yanımda başka bir dostumla Hocaefendi’yi ziyaret ederdim. Babamla birlikte ziyaret ettiğimizde de Hocam ve babam da çok mutlu olmuşlardı. Her zaman sanki öz evladı gelmişçesine sıcak bir coşkuyla beni karşılar ve “Merdanım sen benim öz evladımsın. Onlardan hiçbir farkın yok” diyerek bana iltifat ederdi. Diğer talebelerine olduğu gibi bana da devamlı hayır duada bulunurdu. Hacer ablam ve Hocamın “özel sekreterim” diye iltifat ettiği Hüsniye bacım ve torunları da bu sevgi halesini tasdik ederler ve bu muhabbeti onlarda paylaşırdı. Dolayısıyla Hocamı her ziyaretimiz, adeta bir bayram havasında geçerdi. Hem ev ahalisi hem Hocam, hem gülen yüzleri ve dua eden dilleri hem de lisanı halleri ile bizi hak ettiğimizden öte bir nezaket ve güzellikle ağırlarlardı. Hele torunların çocukları ayrı bir güzellikti. Onlar da sohbetimize katılır ve Hocamın onların varlığıyla ne kadar mutlu olduğu her halinden anlaşılırdı. Dolayısıyla biz sadece Hocamı değil adeta kendi ailemizi ziyaret etmiş olurduk. Bunu da eşim ve çocuklarımla defalarca kendi aramızda konuşurken tespit edip gıyaplarında onlara ve Hocama tekrar tekrar dua etmişizdir.
Kendimce bazı şikâyetlerde bulunduğumda beni teselli eder ve Mevla’ya olan tevekkülümün artmasına vesile olurdu. Herkes gibi çocuklarımızla ilgili endişeleri paylaştığımızda Mevla’ya güvenmemizi ve çocuklarımızın Kur’an terbiyesi aldıktan sonra mutlaka onun bereketiyle güzel bir kıvama kavuşacaklarını müjdelerdi. Bana sert davranmamamı özellikle tavsiye ederek gönlümü ferah tutmamı söylerdi. Bir zamanlar yaramazlıklarıyla bizi yormuş olan çocuklarımızın belki de yarınlarda en ön safta bu davaya hizmet edeceklerini sık sık söyleyerek sabırlı olmak gerektiğini hatırlatırdı. Bu dua makamındaki sözler, her zaman kulağımda küpe olarak bana yol göstermiştir. Kişinin kendine ve çocuklarına dua eden böyle güzel insanlara sahip olması, elbette Mevla’nın şükretmekten acil olduğumuz eşsiz nimetlerinden biridir.
Bize zor gelen bu kutlu ölümün, hele Hocamın kendi ailesi için ne anlama geldiğini kelimelere sığdırmak çok zor. Bizim Hocamız Hakk’a yürüdü. Onların ise her şeyi. Onsuz bir hayata alışmak çok zor olacak. Buna rağmen Peygamber Efendimiz öldüğünde Hz. Ebu Bekir Efendimiz’in Hz. Ömer ve diğer sahabilere hatırlattığı ayetle teselli olmamız gerekiyor. Ayetinde haber verdiği gibi elbette herkes gibi Peygamber de bir beşerdi ve neticede o da ölmüştü. Ölümsüz ve bâki olan ise sadece Allah’tı (c.c.). Bugün Sait kardeşimle konuşurken de aynı duygularla hem gözyaşlarına engel olamadık hem de Hocamızın Sümbül Efendi’ye defninin ne büyük ikram olduğunu hatırlayarak teselli bulmaya çalıştık.
Bu yaz Hocamı iki defa ziyaret edebilme şerefine nâil oldum. Sanki de farkında olmadan onun gidişini sevk-i ilâhî ile biliyor gibiydik, her ne kadar ölümün bu kadar çabuk geleceğini bilemesek de. Son ziyaretimiz 8 Eylül’de gerçekleşti. Daha sonrasında telefonla görüştüysek de bu son görüşmemiz, hala gözümüzün önünde tüm canlılığıyla taptaze durmaktadır. Hocam bizle vedalaşırken ben bunu her zamanki gibi diğer görüşmeye kadar diye anlamıştım. Oysaki artık buluşmamız dâr-ı bekâya kalmış da ben fark edememişim. Bizi yolcu ederken aslında ayakta zor durmasına rağmen her seferinde kapıya kadar gelerek dualarla yolcu eden Hocam, son ziyaretimizde ancak yatağından vedalaşabilmişti. Kur’an’ın bereketiyle olsa gerek Hocam aklî melekesinden son nefesine kadar hiçbir şey kaybetmemişti.
Dilinden düşürmediği dualarla sohbetlerimiz taçlanırdı. Bu da bana en büyük mutluluk kaynağıydı. Anne ve babamın dualarından sonra kimin duası senin için kıymetli deseniz, elbette her dostun ve kardeşimin duası kıymetli olmakla birlikte, Ahmet Akın Çığman gibi üzerimde emeği olan Hocalarımın duaları yanında bir de hafızlık Hocam Mustafa Hocamın dualarının benim gönlümde ayrı bir yeri olduğunu söylerim. Başarılarımın ve tüm ilâhî ikramların altında bu duaların bereketi olduğuna hep inandım. Hocamın ölümüyle birlikte yaşadığım üzüntü ve kederin büyüklüğü de biraz da bundan olsa gerek. Hayatım boyu bereket ve korumasını üzerimde hissettiğim bir dua kapım daha sırlanmıştı. Tesellimiz onun gittiği yer ve Allah dostlarının ölüm sonrasında da sizin üzerinizdeki berekete katkılarının devam ediyor olmasıydı. Hatıraları bile size yeni bir ruh üfleyebilmekte ve üzerinizdeki gaflet uykusunu dağıtabilmekte.
Rabbim Hocam’a rahmet ve mağfiretiyle muamele etsin. Cenazesine şahitlik eden binlerin dua ve şehadetini, yetiştirdiği bini aşkın hafızın Kur’an tilâvet ve hizmetini ona enis ve yoldaş eylesin. Bu ilâhî kelamı bize getiren sevgililer sevgilisinin şefaatine nâil, sofrasına misafir eylesin. Bu yolun yolcusu tüm güzel insanlarla birlikte Rabbim bizleri de Peygamber Efendimiz’e komşu eylesin.
Merdan Güneş
Osnabrück-Almanya
29.10.2022
Allah rahmetetsin