Kahramanmaraş denildiğinde şairler kenti dememek elde değil. Yedi güzel adamdan tutun Abdurrahim Karakoç, Mahsuni Şerif, Necip Fazıl ve sözün edebine riayet eden daha nice üstad yetişmiştir bağrında. Kimileri sarı saçlı Mihriban'a vurgun, kimileri Mona Roza'ya tutkun. Kimileri buzlara yazmayı yeğlerken kimileri dünya düzenine söyler sözünü.
Maraş'ın bağrında Anadolu insanının çilekeş türküleriyle yoğrulmuş bir usta Abdurrahim Karakoç. Ne hikayeler gelmiştir kulağına, ne acılar dokunmuştur yüreğine, ne sevinçler kotarmıştır el birliğiyle, ne ırgatlıklar geçmiştir hayatından imece usulüyle...
Lise yıllarına geldiğimde kitapçıya gidip elime aldığım ilk şiir kitabı üstadın Beşinci Mevsim'i idi. Gazete kupürlerinden okuduğum onca şiirinden sonra cila çekmek gibiydi kitapla buluşmam. Eve gelinceye kadar zihnimde belirdi birçok eseri. Bir tarafta bestelenmiş eserleri Mihriban, Unutulmaz Mihribanım, Ben Hep Seni Düşünürüm, Aynaların Ötesi, Sevgi Yetmiyor, İncinmesin ve daha niceleri...
Üstadın şiirlerinde iki dünyası varmış gibi geliyor bana. Biri; dış dünyası biri de gönül dünyası. Dış dünyada da iç aleminde de en temel prensibinin adalet olduğunu düşünüyorum. Ne gönül terazisi şaşıyor ne de anlam terazisi. Ne ideoloji, ne ırk, ne din, ne parti gözetliyor haksızlık var ise haykırıyor var gücüylle:
"Beni dinle ey kadı,
Bozuldu işin tadı
Zulümse eğer adı,
İmam yapsa da aynı
Kanan yapsa da aynı"
Nerede bir haksızlık zulüm gördüyse hemen eline kalemi alır nesilden nesle aktarırdı zulmü:
"Azerbaycan mahkum, Bakü kan gölü
Yatar sokaklarda binlerce ölü
Zulüm icrasında gavurun dölü
Washington virüstür, Moskova illet
Duymayanlar duysun küfür tek millet"
Adalet terazisi elbette bir dengenin unsurudur. Üstadın önemli özelliklerinden birisi de denge insanı olmasıydı. Gerçekleri acı da olsa hatırlayan hatırlatan realiteyi kabulleniş biçimi takdire şayandı:
"Boş yere yorulma gönül
Sevgi yetmiyor yetmiyor
Bülbül sevse de kurur gül
Sevgi yetmiyor yetmiyor
Maddeleşir mana bile
Unutulur ana bile
Can dediğin cana bile
Sevgi yetmiyor yetmiyor"
"Gün geçer, azalır sevgi
Değişir her şeyin rengi.
Bugün değil, yarın belki
Unutursun Mihriban’ım.
Düzen böyle bu gemide
Eskiler yiter yenide.
Beni değil, sen seni de
Unutursun Mihriban’ım."
"Kaş yaparken, göz çıkarır elleri
Çok silâhtan tesirlidir dilleri
Hayret ettim, bir tuhaf ki hâlleri,
Poyraz eser yüzlerinde savcı bey!"
"Güzel açar güzelliğin sergisin
Gün ağartır kara saçın örgüsün
Muhabbet faslında ölüm türküsün
Kim söyler, kim çalar elâ gözlü yâr."
Yaşadığı döneme ayna tutuyor eserlerinde. Çağının sosyo-kültürel, ekonomik ve ahlâki yaşantısına şiirlerinde rastlamak mümkün:
"Doğarsan üç günlük iş bulamazsın
Acıkırsın, ekmek, aş bulamazsın
Ucuz toprak, beleş taş bulamazsın
Yaşamak rezillik, rüsvaylık demek
Beş sene dolmadan doğma ha bebek.
Arı peteğinde ağulu bal var
Kaçıp kurtulmaya ne yön ne yol var
Sıkıver dişini, annene yalvar
Buradan rahattır orda beklemek
Beş sene dolmadan doğma ha bebek."
" Kimisi su katar içtiğin süte
Kimisi at sokar yediğin ete
Günahtan, hileden, haramdan öte
Zulmet kuyusuna düşersin bebek.
Yukarıya gitsen'köle'sayarlar
Aşağıya insen tefe koyarlar
Her saat bir başka renge boyarlar
Baktıkça sen sana şaşarsın bebek."
Kelimelerle raks ederek, kinayelerle mecazlarla istiarelerle aktarırdı yaşamı.
" Düştü can evime dördüncü cemre
Dünyayı üçüncü gözümle gördüm.
Dörtyüz seksenbeş gün çekti bir sene
Onaltıncı aya takvimsiz girdim."
Terazisi şaşmayan adam elli yılın muhasebesini yaparken aynayı kendisine tutup içini dökmüştü adeta:
"Bağladım nefsimi zincir yulara
Dünyayı duvara astım gel de gör
Rahatı huzuru attım kenara
Çileyi bağrıma bastım gel de gör
Yürüdüm sel oldum, durdum göl oldum
Mazluma, mağdura kıvrak dil oldum
Zulüm sıcağında serin yel oldum
Yürekten yürege estim gel de gör.
Sonu hatırladım, ilki duyunca,
Kula kul olmadım ömür boyunca!
Hakkın zehirini içtim doyunca
Batılın balına küstüm gel de gör."
Abdurrahim Karakoç mütevazi bir Anadolu şiiridir. Aşkını da, acısını da, sevincini de, tepkisini de açıkça yaşıyor. Okuru en çok etkileyen yanı lafı eğip bükmeden doğruluk, dürüstlük ve adaletten şaşmadan acı da olsa gerçekleri haykırmasıdır. Bunu yaparken aynayı kimi zaman okura, kimi zaman kendisine, kimi zaman yanlış giden düzene veya o düzeni savunanlara tutar. Bu toprakların gerçekleriyle ışık tutar gündeme. Sonunda şunu dedirtir okura: "Helal olsun, kimsenin konuşmadığı dönemde hakikati haykırmaktan vazgeçmemiş!"
"Haktan söz edersen eğer
Atılan taş sana değer
Doğruluk suç imiş meğer
Suçluğunu geç anladım."
Sümeyye ŞAHİN