Göğün sonsuzluğuna savurdu türkülerini Zaralı Halil

İnce Halil, Anadolu bilgeliğinin yücelerinden seslenir. Modern felsefenin, filozofların çözemediği derin sırlar dökülüverir yüreği kavi ümmilerin dudaklarından. Muaz Ergü yazdı.

Göğün sonsuzluğuna savurdu türkülerini Zaralı Halil

Garlı dağlar garanlığın bastı mı” diye başlayan bir türkü var. Asker Ağam türküsü… Zaralı Halil söyler, İnce Halil… İnsanın yüreğine işleyen incecik sesiyle ötelerden seslenir adeta. Uzak dağların dumanını, sisini, karını, karanlığını getirir koyar önümüze. Derin bir kederi, uçsuz bucaksız bir hüznü… “Gahpe felek ayrılığın vaktı mı?” diye devam eder İnce Halil. Gökyüzünde dönüp duran, sonsuzluğa akan yıldızlar gibi yalan dünyanın gurbetinde dönüp duran, vakti geldiğinde sonsuzluğa kayıp giden insanın en derin yarasına dokunur. Ayrılık yarasına… Hepimiz gerçek yurdundan ayrılmış, kopup gelmiş yolcular değil miyiz?

Halil Söyler, 1906’da Sivas/Zara’da doğmuş. Zayıf, narin, hassas bir çocuk… Annesi “İnşallah bu incik ölmez!” diyerek dua edermiş. Bu zayıflık, narinlik yakasını bırakmadığından İnce Halil demişler. Sesi de bedeni gibi ince… İnce bir kader çizgisinde yürümüş ömür yolculuğunu. Çocukken önce annesini kaybediyor, sonra da babasını… On dört yaşında Sivas’ta yetiştirme yurdunda… Garip, kimsesiz yani. Sesi belki de bu yüzden içini dağlıyor insanın. Sesi tuz basıyor yaralarımıza. Sesinde hile yok, hilaf yok… Sözünde yalan yok, riya yok… Yetiştirme yurdu onun için tam bir mektep olur. Bağlama çalmayı burada öğrenir. Paylaşmayı, dostluğu, sırdaşlığı, dertlere ortak olmayı…

Ölüm kuşu dönüyor her dem, hepimizin başında

Yetiştirme yurdundan sonra memleketi Zara’ya döner İnce Halil. Zara’nın tarihi çok eskilere kadar uzanır. Taa neolitik çağlara… Selçuklular için önemli bir belde. Türkler Anadolu’ya ilk geldiklerinden bu tarafa Zara’da bulunmuşlardır. Selçukluların Moğollara yenildiği Kösedağ Savaşı burada yapılmış. Bu savaşla birlikte huzur ve refah diyarları; yıkımın, acının, yağmanın, katliamın yurdu haline gelmiş. Evet, bu önemli bir ayrıntı. Coğrafya aynı zamanda insanoğlunun şahsiyetinin oluşumuna etki eder. Acıyı, kederi, hüznü böylesine coşkun söyleyişte büyük yıkımların etkisi yadsınamaz.

Bir bozkırdır Zara. Upuzun bozkır gecelerinde ay damlar türkülere… Göğün sonsuz karanlığına bir dua gibi ağar türküler. Bir sonsuz semaha başlar yıldızlar göğün boşluğunda…

İtikadın tam tut yolunu tanı/ Fanidir şu dünya gelenler hanı/ Kara toprak yedi bu gadar canı/ Bir gün olur sıra gelir bizlere” diyerek seslenir İnce Halil, Anadolu bilgeliğinin yücelerinden. Modern felsefenin, filozofların çözemediği derin sırlar dökülüverir yüreği kavi ümmilerin dudaklarından. “İnsan dediğin bir tek yapraktır/ Evveli ahırı kara topraktır/ Bu dünyada benlik satan ahmaktır/ Daim ölüm kuşu döner başımda” diyerek, yalan dünyanın oyununa, eğlencesine dalan; kendini faniliğin karanlığında yitiren insanı uyarır ölümle. Ölüm kuşu dönüyor her dem, hepimizin başında…

Varoluş kendini bize sadelikte, samimiyette daha kolay ve dolaysız açar

Geleneğimizde sanatların çoğu okullarda, akademilerde öğrenilmezdi. Ustaların dizinin dibine çökülür; önce edep, erkân öğrenilirdi. Sonra da ne öğrenilecekse… Zaralı Halil de dönemdeki Hafız Halit Efendi, Feryadi, Hafız Hakkı Bey, Divrikli Nuri Üstünses gibi musiki üstatlarından ders alma şerefine nail olmuştu. Musikiyi bu değerlerden öğrenen Zaralı Halil, o zamanlar Malatyalı Fahri Kayahan, Erzincanlı Hafız Şerif, Diyarbakırlı Celal Güzelses, Nurettin Dadaloğlu, Muzaffer Akgün gibi büyük ses sanatkârlarıyla da musiki meşk etmiş. Hatta plağa ilk okuduğu eser Celal Güzelses’in “Kara Gözler” hoyratıymış: “Kara gözler/ Hunidir anam kara gözler/ Felek yıkmayan yeri/ Yıkıyor kara gözler/ Havar yârim zalim yârim bedbaht yârim.

Çok yoğun, çok derin, çok içli bir duygu dünyası vardı Zaralı Halil’in. Çok yoğun yaşanmış bir dünyanın içinden sesleniyordu, dünyevilikle kirlenmemiş bir dünyanın içinden… Söyledikleri, sesi, samimiyeti şimdikilere çok şey söylemez. Belki de onunla aynı kültür kodlarından gelen kuşaklar onu anlamaz. Bu bizim şimdiki zamanlarda içine düşmüş olduğumuz yaşamsal yozluğu, sığlığı gösterir. Şimdi müziğimiz bir gürültüye dönüştüyse, tekno seslerin hâkimiyeti varsa müzikte, bu bizim ilerlediğimizi ya da geliştiğimizi göstermez. Aksine geçmişin gerisine düştüğümüz anlamına gelir. Doğal sesle, hiçbir teknik aletin yardımı olmadan varlığa daha çok dokunuruz, varlığı daha dolaysız dile getiririz. Varoluş kendini bize sadelikte, samimiyette daha kolay ve dolaysız açar. İşte bundandır Zaralı Halil’in bizim için değeri.

“Söyle kara bağrım, delindi turnam”

“Göç göç oldu göçler yola dizildi”, “Yola gel sevdiğim yola”, “Çaya indim taşı yok”, “Ezim ezim eziliyor yüreğim”, “Bahçalarda badem var”, “Kan ağlıyor Erzincan’ın dağları”, “Tevekte üzüm kara”, “Ana benim geleceğim kalmadı”, “Gördüm ki gülşende”, “Karadır kaşları eğmeli değil”, “Akşam olur gölge düşer kayıya”, “Yandım Allah yandım”, “Narman’dan gelirken”, “Kiremit bacaları”, “Kaleden iniş m’olur”, “Baba bugün tersine mi”, “Bugün günlerden Cumadır Cuma” gibi türküleri savurdu göğün sonsuzluğuna. Yüreğimizin en sızılı yerine…

Yedi yıl memleketinden uzakta yaşayan Zaralı Halil, bu uzun ayrılığın sonunda memleketine döner. Hastalığı ilerlemiştir. 1964’de memleketinde vefat eder. Can kuşu özgürdür artık. “Garlı dağlar garanlığın bastı mı” türküsünde “Bir bulut kaynıyor Sivas elinden/ Ucu telli mektup geldi yârimden/ Garlı dağlar ne olur ne olur/ Asker ağam gelse yarelerim ey olur ey olur” diye feryat ederken “Eridi kalmadı dağların karı” adlı uzun havada “Eridi kalmadı dağların karı/ Çok zaman dolaştım sahrayı bağı/ Gönül ey yavrum ey aman ey/ Derunu gönülden severdim yâri/ Bilmem o yar da beni sever mi/ Seni beni yaradanın aşkına ben gurban/ Söyle kara bağrım delindi turnam/ Her nere gidersen çağır Allah’ı/ Hiç darda kalmazsın vallah billâh/ Gönül ey yavrum ey aman ey” diyerek dağlar yârelerimizi…

Muaz Ergü

YORUM EKLE
YORUMLAR
Nurhan genç
Nurhan genç - 3 yıl Önce

Zaralıyım torunlarıyla okudum. Çok güzel anlatmışsınız. Aynen onun türküleri candır. Teşekkürler