Abdülkadir Geylani Hazretleri hakkında ilk bilgileri, merhum Şemseddin Yeşil Efendi’nin 1958 senesinin Ramazan’ında, hediye dağıtmak amaçlı bastırdığı incecik bir kitaptan okumuştum. Orada yazılanlara göre “Gavsı Azam” uzun ömürlü evliyadanmış; sûreta doksan bir sene kalmış dünyada. Soyu baba tarafından Hazreti Hasan, anne tarafından Hazreti Hüseyin Efendilerimize dayanıyor. Doğumundan ölümüne yaşadığı her hadise adeta bir kerametler zincirinin halkası niteliği taşıyor. Hayatı ve menkıbeleri hemen herkesin malumu…
Şemseddin Yeşil Efendi kitabında, Abdülkadir Geylani Hazretleri’ni “mezheb-i aşkın imamı” olarak tanımladıktan sonra, O’nun bakışlarıyla insanları nasıl halden hale geçirdiğini anlatır ve hemen oracığa bizler için çok önemli şu notu düşer: “Sakın taaccübde kalma! Şerre taallûk eden nazara iman edersin de, kişiyi insan yapan nazara niye iman etmezsin?”
Nazarı bu kadar tesirli olan bir velînin, kelâmı ve kalemi nasıl olur düşünmek lazım!
Gavsı Azam Abdülkadiri Geylani Hazretleri, vaaza başlayacağı zaman insanların arasında yavaş yavaş ilerler ve maneviyatının doğal gereği bir vakarla otururmuş yerine. Söze, üç defa Allah’a hamd ederek başlar; yaptığı mutat duayı tamamladıktan sonra nasihatlerle dolu sohbetine geçermiş. Hazretin vaaz öncesinde yaptığı bu uzun duayı okuduğumda, şu kısacık bölüm aklımda hemen yer etti:
“… İmamı, ümmeti, çobanı ve sürüyü koru. Hayırlı işlerde kalplerini birleştir. Birinin şerrinin diğerine geçmesini önle…”
Bu konuda yazılanların bütününe bakınca anlaşılıyor ki, Gavsı Azam Abdülkadiri Geylani, gerek sözlü gerek yazılı hitaplarınd belli bazı kalıpları çokça kullanıyor… Mesela muhabbet “Cemal” üzere gidiyorsa, “Ey Hakikat arayan!”, “Ey Talip!”, “Ey Cemaat!”, “Ey Kalpler!” ve en çok da “Ey Evlat!” diye sesleniyor. Yok, sohbet “Celal” üzereyse genellikle “Yalancı!” ya da “Ey Hasta!” diyerek hitap ediyor cemaate… Hitabında müthiş bir kavrayış var, bir yörüngeye alış… Bununla birlikte sohbetlerinde çok fazla hadis okumazmış. Yeri geldiğinde ayet hatırlatmaları ve açıklamaları, sahabe hayatlarından örnekler bolca yer alsa da, az evvel belirttiğimiz gibi hadisler konusunda biraz daha ince eleyip, sık dokuma, mümkün olduğunca az başvurma gibi bir tavrı varmış.
Abdülkadir Geylani Hazretleri, vaazlarında konuları birbirinden kesin çizgilerle ayırmamakla birlikte, -sanırım- tesirini arttırmak için olsa gerek, zaman zaman o gün hangi mesele üzerinde duracağını önceden duyururmuş. Elbette günümüzden yaklaşık sekiz yüz, dokuz yüz sene evvelinde durum şimdiden çok farklı. Malum, hayatın değişen bileşenleri saymakla bitmez. Bir kere sosyal yaşam her ölçeğinden her boyutuna değişti. Teknoloji -ki bu çok etkili bir faktör- değişmedi, oluştu. Ve iletişim… İşte bu faktörlerin bir kısmının hiç olmadığı, bir kısmının çok ama çok farklı olduğu, o vakitlerde insanlara hitap etme şekli de bugünden farklı olacaktır.
Daha ne zamana kadar, 'Ben benim, sen kimsin?' diyeceksin?
Tarihe göz atınca anlıyoruz ki, Gavsı Azam Abdülkadiri Geylani Hazretleri’nin vaazlarında üzerinde durduğu konular, o günün ihtiyaçların getirisi olarak ortaya çıkmış. Farklı farklı kaynaklarda Hazret’in hitap ettiği toplulukların sayıları hakkında da bilgiler var; ama inanıyorum ki bizim için önemli olan, o gün kaç kişiye hitap ettiği değil, bugün bize hitap edip etmediğidir. Bugün biz o hitabı işitebiliyor muyuz? Ne anlattığını, tavsiyelerini hayatımıza alabiliyor muyuz? İlgilenmemiz gereken mesele bu.
O cemaatin bir mensubu olduğunuzu düşünsenize… Huzurdasınız. Canlı canlı. Etiyle kemiğiyle karşınızda duran Gavsı Azam Abdülkadir Geylani Hazretleri. O topluluktaki hûşû ve heyecan elbette farklı olmalı diye düşünüyor insan. Elbette değişmeyen bileşenimizi unutmamak lazım: nefs! O gün, o topluluklarda da herkes sâfiyâne bir duruş sergilemiyordu elbette... İşte böylesine karmaşık bir kalabalığa hitap etmekten bahsediyoruz.
Hatta zaman zaman sohbetlerde “edebe aykırı” diye tanımlayabileceğimiz tavırlar sergileyen, maksatlı sorular soran, hatta kendi aklınca Hazret’i “imtihan” etmeye kalkanlar çıkıyormuş. Lakin kayda geçmiş pek çok hadiseden anlaşılıyor ki, Gavsı Azam Abdülkadir Geylani Hazretleri bu gibi durumlarda dahi kontrolün tek sahibi. O, böyle durumlarda dahi hem samimi cemaatin dikkatini dağıtmadan, hem de o kişiye “merhamet” olacak bir üslupla sohbetine devam ediyor ve bizlerce olumsuz bir hadise olarak tanımlanabilecek bir hadiseyi, sohbetinin pekişmesinde malzeme olarak kullanıyor.
Resmin bütünü bize şunu anlatıyor: Gavsı Azam Abdülkadir Geylani’nin, hayat pratiğindeki duruşu, sohbetlerindeki üslup ile paralel ilerlemiş; her ikisi de gayet net, anlaşılır ve son derece çarpıcı. O, bazı sözleri, sanki sizi iki eliyle omuzlarınızdan silkeleyerek söylüyor…
“Ey Evlat! Afiyet, afiyeti aramamaktır!”
“İslam dini sende sıhhat bulmalı!”
“Daha ne zamana kadar, ‘Ben benim, sen kimsin?’ diyeceksin?”
“Hakk’ın emri dışında yeni icatlar çıkartmayın!”
“Sebepler üzerinde konuşup onları Hakk’a ortak etmeyiniz!”
“Bana dost ve düşman aynı görünür!”
Bunlar kolay yenilip yutulacak ifadeler değil. Tabi ki Hazret bu sözleri söyledikten sonra, cemaate gerekli izahatı yapıyor ama o ilk an çok önemli. Hani tabiri caizse silkelenme anı.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Gavsı Azam Abdülkadir Geylani Hazretleri verdiği vaazlarda ve kitaplarında, isminin önündeki “yardımcı” sıfatının gerektirdiği bir üslubu kullanmış. Gerektiğinde sert, gerektiğinde yumuşak… Ama hep açık, hep anlaşılır. Hitaplarının bir diğer özelliği ise zaman kaydının dışında olması… Ki bu da bizim şükür sebebimizdir.
Zeynep İnan yazdı