Fahreddin Efendi, tek başına bir direnişin kalesi idi

İbrahim Fahreddin Şevki Efendi, onca tekke kapatılıp yıkılırken, Cerrahî Âsitanesi’nin kapısına kilit vurdurmamıştı. Çerağını söndürtmemiştir Nureddîn Cerrahî Âsitanesi’nin. Gönlündeki aşkı, âsitanenin çerağı gibi yanmıştır yıllarca. Metin Erol yazdı.

Fahreddin Efendi, tek başına bir direnişin kalesi idi

Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç Hoca, Yenişafak gazetesinde 13 Kasım 2016 tarihinde “Mağrip Krallığı’ndan” başlıklı Fas’ı anlatan bir köşe yazısı kaleme aldı. Yazıda, Fas’taki siyasi geleneğin dünden günümüze nasıl geldiği ve günümüzden geleceğe ne şekilde uzanmakta olduğu üzerinde durmuş ve Fas’ta yaşadığı bir tecrübesini şöyle aktarmıştı:

“Din, burada siyasi bir ideolojiden çok bireyin kişiliğini ve toplumun faziletini yükseltmede bir terbiye aracı. Bunu yaygın ve serbest din eğitimi ile sağlıyorlar. Camiler, medreseler, tekkeler, zaviyeler bu işin görüldüğü yerler. Camilerde dahi ‘Cüneyd Kürsüsü’ var. Yani ârifler taifesinin seyyidi Cüneyd-i Bağdadî kürsüsü. Dergâhlar açık, tarikatlar serbest ama tasavvufî İslam'ı camilerde dahi koklamanız mümkün. İmamların çoğu ehl-i tarik kimseler. Son zamanlara kadar maaş dahi almıyorlardı. Cüneyd Kürsüsü'nden insanlara va'z ve nasihatte bulunuyorlar. Yakın zamanda devlet cüzî bir maaş bağladı onlara. Hakeza dergâhlar açık ve üzerlerinde bir denetim yok. Şeyhler maaş almayı reddettikleri için onlara verilmiyor. Peki, bu denetimsizlik aynı zamanda bir tehlike değil mi diye sorduğum bir yetkili bana, ‘Sahasının dışına çıkan yok ki. Gelenekte nasılsalar bugün da öyleler. Toplu siyaset ve ticaret ile ilgilenmiyorlar. Sadece insanların manevi soruları ile ilgileniyorlar. Biz bile onları ziyaret ettiğimizde huzur buluyoruz. Hep hayır duada bulunuyorlar.’ dedi.”

Mahmud Hoca’nın sorusuna yetkilinin verdiği cevap, ülke olarak kaybettiğimiz bir değere işaret ediyor: “Sahasının dışına çıkan yok ki. Gelenekte nasılsalar bugün de öyleler. Toplu siyaset ve ticaret ile ilgilenmiyorlar. Sadece insanların manevi soruları ile ilgileniyorlar.”

Geleneğini yitirmiş bir ülkeyiz. Gelenekten koptuğumuzdan beri, kişilerin ferdi olarak, toplumun da kitleler olarak hâl-i pür melâli ortada. İnsanların manevi sorunlarıyla ilgilenecek müesseslerin yokluğu, “Delilik Ülkesi”ne dönmüş bir dünyada yaşamayı gerekli kılıyor.

Tekkeler manevi hastalıkların tedavi merkezi idi

Gelenekte tekkeler, manevi hastalıkların tedavi edildiği mekânlar olarak karşılığını buluyor. Bakmayın siz son dönem nev-zuhurlarının her önüne gelene bidat dediklerine… Onlar piyasaya çıkmadan önceki toplumun hâliyle, onlar piyasaya çıktıktan sonraki toplumun hâline bir bakın. Onların derdi piyasa. Ârifler taifesinin derdi ise ‘insan’. Bu sebeple, müesseselerinin kapılarında hep insana dair öğütler yer alıyor. “Ya Hazret-i İnsan” yazıyor kimisinde, kimisinde “Aşk ile geldinse gir içeri / Aşkın yoksa bakıp kapıdan dön geri”, kimisinde “Edeble gelen, lütufla gider”, kimisinde ise başkaca sözler… Ancak her söz insana dair ve insana dokunuyor. Mesele ‘insan’.

Ancak malum yıllarda Batılılaşma rüzgârının tarumar ettiği onca değerden sadece biri tekkeler; manevi hastalıkların şifahanesi, ilim ve irfan yuvaları… Birçoğu kapatılmış ve müesseselerinde görevli olan gönül doktorlarına türlü eziyetler edilmiş.

Hani şu Osmanlı tokadıyla meşhur Fahreddin Efendi

Değişim ve dönüşümün çok sancılı yaşandığı yılların Türkiye’sinde, meydan-ı şerif’inde Zikrullahın hiç kesilmediği, tekke ve zaviyelerin kapatıldığı yıllarda dahi devam ettiği bir tekke Karagümrük Nureddîn Cerrahî Âsitanesi. Tekkelerin harem kısımlarının şeyh efendilere lojman adı altında verildiği, tevhidhâneleriyle selamlık kısımlarının ya mühürlendiği ya da kiraya verildiği yıllarda, Nureddîn Cerrahî postunda İbrahim Fahreddin Şevki Efendi Hazretleri vardır. Hani şu Osmanlı tokadıyla meşhur Fahreddin Efendi. Dersaadet’in işgal edilmesinden sonra yerli Rumların, Ermenilerin, işgalci İngilizler ve Fransız askerlerinin Dersaadet halkına zulüm ve işkenceler ettiği günlerde, Haydarpaşa Garı’nda işgalci Fransız subayının Osmanlı erini çağırarak, kendisine neden selam vermediğinin hesabını sorup tokat atmasının ardından, evliya celâli ve kibriya sıfatıyla Fransız askerine nazar ederek yanına çağıran ve kuzu gibi yanına gelen Fransız askerine bir Osmanlı tokadı nakşeden Fahreddin Efendi Hazretleri…

Seni gönderene söyle…

Bir gün tekkelerin seddi emrini yerine getirmekle mükellef bir memur gelir, kapısını çalar Nureddîn Cerrahî Âsitanesi’nin. Fahreddin Efendi açar. Memur, elindeki kiralık tabelayı âsitaneye asmaya memurdur o gün. Fahreddin Efendi, emir altındaki memura ne desin. Güzelce anlatır, kalbini kırmak istemez, mutedil davranır. Ama görür ki memur kararlı. İlle asacak tabelayı. Fahreddin Efendi o an celallenir, kibriya sıfatı tecelli ediverir. Tuttuğu gibi memuru yaka paça atar dışarı. Ardından da ünler: “O levhayı ben sağken buraya asamazsınız. Seni gönderene söyle, o levhayı avradının alnına assın!”

Fahreddin Efendi, tek başına bir direnişin kalesidir. Onca tekke kapatılıp yıkılırken, Cerrahî Âsitanesi’nin kapısına kilit vurdurmamıştır. Zor şartlar altında, ‘tek başına’ meydan açmış, müridandan gelmek isteyenlere de başlarına bir hâl gelmesin diye izin vermezmiştir. ‘Tek başına’ bütün ritüelleri yapmıştır. Çerağını söndürtmemiştir Nureddîn Cerrahî Âsitanesi’nin. Gönlündeki aşkı, âsitanenin çerağı gibi yanmıştır yıllarca. Bu öyle bir aşktır ki; Fahreddin Efendi Hazretleri gaslinde dahi;

Yanmaktan usanmazam Mevlâm, pervânemiyem bilmem

Hiç sonunu saymazam Mevlâm, dîvânemiyem bilmem

*

Dilhâne harâb oldu Mevlâm, yıkıldı türâb oldu

Her cânibi bâb oldu Mevlâm, vîrânemiyem bilmem

*

Kalbimde ocağın var Mevlâm, ateşte durağın var Mevlâm

Sînemde dağın var Mevlâm, hep yânemiyem bilmem

*

Nuri dem-i dehşette Mevlâm, bahr-ı gam-ı firkatte

Kâr-ı yem-i hayrette Mevlâm, dürdânemiyem bilmem” ilahisinin okunmasını vasiyet etmiştir.

Ancak Fahreddin Efendi en çok neye yanmıştır dersiniz? Kendisi söylüyor: “Yanarım yanarım, şu tekkenin kapısı önünde asılmak nasip olmadı ya bana, ona yanarım.”

Metin Erol

YORUM EKLE