“Ne zaman Mirza Bey aklıma gelse, onu hep gülerken hatırlarım. Onu başka şekilde düşünmem mümkün değil. Ve öyle sanıyorum ki onu hayatta tutan bu gülümsemesidir. Kendine yabancı bir ülkede elli yıl yaşadı. Bu onun için zor olmalıydı ama o, içten gülümsemesiyle sadece kendisi ayakta kalmadı. Aynı zamanda ümitsizlik içinde olan dostlarına da bitmez tükenmez bir destek ve yaşama gücü verdi.” Evet, Baymirza Hayıt’ın en yakın arkadaşlarından birinin eşi olan Koro Von Mende bunları söylemiş.
Normal şartlarda tebessümü, gülümsemeyi gerektirecek bir hayatı yaşamamıştı Hayıt. Türlü zorluklar, zulümler, sürgünler, acıların resmiyle doluydu ömür albümü. Baktıkça, hatırladıkça insanın göğünde hüzün bulutlarını dolaştıran, gözleri nemlendiren bir ömürdü onunki. Kendi öz vatanında gariplik, kendi öz yurdunda sürgünlük… Sovyet Rusya’nın işgali altındaki topraklarda Türk olarak doğmuş olmak yetiyordu zorlu şartlar altında yaşamaya, işkenceye, horlanmaya… Başka şeye gerek yoktu zaten. Türklük ve Müslümanlık yetiyordu…
Sovyetler Almanlarla savaşırken Türkleri öne sürerler
Baymirza Hayıt, Özbek Türklerinden… Önce Rus Çarlığı, sonra Sovyet Rusya Bolşevikleri tarafından baskı altına alınan coğrafyanın çocuklarından. Baştan sona hüzün ve acı coğrafyası… Üzerlerine boca edilen özgürlük, bağımsızlık yalanları gölgesinde prangalar vuruluyordu bir millete. Koskoca bir yalan olan bağımsızlık söylemi gölgesinde esir edilen Türklük. Bolşevik Rus orduları kanlı eylemlerle gösteriyordu kendini. Kızıl kan içindeydi her yer. Böyle bir dünyaya doğuyordu Baymirza. Ruslar bayram hediyesi olarak abisinin kafasını gönderiyordu evlerine. Bayram hediyesi kesik bir baş… Baymirza Hayıt’ın ağabeyleri Sovyet işgaline karşı direniyorlardı. “Türkistan Milli Mücadele Hareketi”nin içinde yer almışlardı.
Hayıt, bir yandan bu zulümleri bizatihi yaşar, bir yandan ağır aksak eğitim hayatına devam eder, bir yandan da gayriresmi eğitime... Gayriresmi eğitim, dönemin ileri gelen milli mücadele adamları tarafından gizli, kuytu köşelerde gerçekleştiriliyordi. Sohbet meclislerinde, camilerde… Burada hem edep erkan, milli kültür, hem de vatan sevgisi aşılanıyordu. Kültüre, okumaya, araştırmaya yatkın olan Baymirza, buraların demirbaşı olur adeta. Üniversite eğitiminin ardından öğretmenliğe başlar. Tam da bu yıllarda İkinci Dünya Savaşı başlar. Sovyet ordusuna katılmak zorunda kalır. Tank subayıdır burada. Sovyetler Almanlarla savaşırken Türkleri öne sürerler. Almanlara esir düşer Baymirza Hayıt. Daha sonra Almanlar tarafından oluşturulan Türkistan Lejyonu’nda Ruslara karşı savaşır. Savaş bittiğinde Almanya’ya yerleşir.
Eyleminin merkezine ilmî çalışmaları koydu
Baymirza Hayıt, aynı Cahar Dudayev gibi bir dönem Rus ordusunda görev alır. Aslında emperyalist Rusya’nın düşmanıdır ikisi de. Zaten bu zorunlu askerlik görevinden kurtuldukları an gerçek mücadeleleri başlar. Dudayev savaşı seçmişti Ruslara karşı. Hayıt eyleminin merkezine ilmî çalışmaları koyar. Almanya’da tarih eğitimine devam eder. Akademik basamakları burada tamamlar. Hem tarih hem de felsefe alanında doktorası var Hayıt’ın. Ömrü nihayete ereceği ana kadar Sovyetlerin egemenliği altında yaşamak zorunda bırakılan Türklerin siyasi, içtimai, tarihi, dini meseleleri üzerine kafa yorar. Çok önemli kitaplar, makaleler, konferanslar… Almanca birçok eser kalem alır, bunların bir kısmı Türkçe'ye de çevrilir, Sovyetler Birliğinde Türklüğün ve İslâm'ın Bazı Meseleleri, Rus yönetimi Altındaki Türkistan ve İslam gibi... Türk tarih ve medeniyeti üzerine yetkin bir kişilik… Türkistan davasının aydın, berrak, entelektüel bayrağı…
Baymirza Hayıt, Türkistan ellerinde yetişmiş bir ilim ve fikir adamı. Yalnızca fikir adamlığı değil ondaki; aynı zamanda bir mücadele ve inanç adamıdır da. Yazımızın başındaki anekdotta da anlatıldığı gibi güçlü kişiliği ve inancı sayesinde bütün acılara gülümseyebilmiş. Bu kadar acıya, sürgüne yalnızca inancı kavi adamlar dayanabilir. Hayıt da bu güzel adamlardan… Yaptığı çalışmalarla Türkistan mücadelesinin unutulmasını, yok sayılmasını önleyenlerin en başında geliyor. “Ruslara Karşı Basmacılar Hareketi” adını verdiği kitabı Türkistan Türklüğünün milli mücadele tarihini bizlere anlatır. Trajik bir tarihi…
Uğruna sürüldüğü, atasını dedesini, daha onaltı günlük karısını bıraktığı memleketine yıllar sonra döner. Özbekistan’a… Ülkesine döner ama yalnızca bir hafta sürer bu. Ülkeyi yönetenlerce hoş karşılanmaz dönüşü. Kendi yurdunda, bağımsızlığına kavuştuğu iddia edilen memleketinde rahat bırakılmaz. Yine bir yolculuk başlar gurbete, Almanya’ya… 31 Ekim 2006’da Köln’deki bir hastanede tedavi görürken vefat eder. Geride Türkistan davasının şahidi binlerce satır kalır. Okunup, anlaşılmayı bekleyen binlerce satır…
Selam olsun Türkistan’ın yiğit beyine!...
Muaz Ergü yazdı