Birkaç yıla kadar Ekrem Demirli’nin ismine rastladığım her kitabı alıyordum, okumaya çalışıyordum. O şekilde kütüphanemde, tasavvuf kitaplarından oluşan bir raf meydana geldi. Sonra Demirli’nin hızına yetişemeyeceğimi anladım. Yani onun yazma ve çevirme hızına, benim okuma hızım yeterli gelmiyordu.
Allah (cc) nazarlardan saklasın, Demirli ilk önce bu üretkenliğiyle dikkat çekiyor. Yazdıklarına odaklanıldığı zaman yazının tuhaf bir etkileyiciliğiyle karşılaşılıyor. Dili sade, üslubu anlaşılır. Fikir yönü ise kuvvetli. Bunu, çevirdiği kitaplardan da anlamak mümkün. Çünkü her kişi, her kitabı çeviremez. Malum, mütercimin önce kitabı iyi bir şekilde anlaması lazım. Sonra da onu Türkçede en iyi şekilde ifade etmesi. Çeviri kitapların en büyük handikabı sanırım bu: Mütercim kitabı anlamadan çeviriyor. Demirli kitabı önce iyice anlıyor, sonra çeviriyor. Dilinin ve üslubunun sadeliği, bu önemli unsura ekleniyor.
Demirli’nin çeviri çalışmaları programlı ve disiplinli ilerler
Sadreddin Konevi ve İbn Arabi denince artık akla Demirli’nin gelmesi normal. Çünkü sürekli bir parçası tercüme edilip yayımlanan Fütuhat-ı Mekkiye’nin, o, tamamını çevirdi. 19 cilt. Bunu tek başına yapması, o kadar sayfayı çevirmeyi göze alması, onun çalışkanlığına ve cesurluğuna yorulabilir. Ayrıca Konevi’nin de tüm eserlerini Türkçeye kazandırdı. Bununla da kalmayıp, Konevi’yle ilgili bir kitap yazdı: Sadreddin Konevi’de Bilgi ve Varlık (İz y.). Şimdi İbn Arabi üzerine yazdığı kitabı da anlamadan geçmek olmaz: İslam Metafiziğinde Tanrı ve İnsan (Kabalcı y.)
Öyle olunca Demirli’yi sadece bir mütercim olarak düşünemiyoruz. O, telif eserler de yazan, bir düşünce adamı kimliğiyle karşımıza çıkıyor. Bunu İbn Arabi’nin Fusûs’ul Hikem’ini (Kabalcı y.) çevirip şerh etmesiyle de anlayabiliriz.
Demirli’nin çeviri çalışmaları programlı ve disiplinli ilerler. Mesela İbn Arabi’nin eselerini çevirmeye başlamadan önce, bu çevirilere hazırlık mahiyetinde olan, başka çeviriler yapar. Ebu’l-Ala Afifi’den Fusûs’ul Hikem Okumaları İçin Anahtar (İz y.), Suad El Hakim’den İbn’ül Arabi Sözlüğü (Kabalcı y.), Abdurrezzak Kaşani’den Tasavvuf Sözlüğü (İz y.), Abdülgani En-Nablusi’den Gerçek Varlık-Vahdet’i Vücud’un Savunması (İz y.) ve Annemarie Schimmel’den Tanrının Yeryüzündeki İşaretleri (Kabalcı y.) bu tür çalışmalardır. O zaman rahatlıkla şunu söyleyebiliriz: Demirli, düşünsel yolculuğunun kendini götürdüğü yere doğru hareket ediyor.
Bir kitabı öyle fütursuzca çevirip yayımlamıyor
Sırf çevirmiş olmak için çevirmiyor. Eserden esere atlıyor. Bir düşünceden başka bir düşünceye doğru ilerliyor. Onun felsefî okumaları da bu yöndedir. Bir “Fusûs Okumaları” programında Dekart’tan söz etmesi, ayrıca Fusûs’ul Hikem’e bir metafizik kitap olarak yaklaşması, ayrıca not alınması gereken hususlar.
Genelde İbn Arabi okumaları yapan kişilerin taşkın yorumlarından rahatsızlık duyulur. Demirli’nin yazıları ve şerhleri okunurken taşkınlıklara, huzursuz edici konulara ve ifadelere rastlanılmaz. Çünkü o, düşünceyle uğraştığını bilir. Düşünceyle uğraşan insanların zaten taşkınlıklara kayması beklenmez. O, söylediği sözlerin, yaptığı tespitlerin, kendine ait olduğunu belirtir. Konuşmalarında ve yazılarında serdettiği fikirlerle ilgili her zaman belli bir hata payı bırakır. Sonra dönüp tekrar bakmak, düşünmek ve araştırmak üzere.
Örneğin Konevi’nin Fatiha Suresi Tefsiri (İz y.). Kitabın yeni baskısı için Demirli’nin yeni bir çalışma yaptığını, kitabı neredeyse baştan sona yeniden ele aldığını biliyorum. Bazı ifadeleri değiştiriyor veya yeni dipnotlar ekliyor. Bir kitabı öyle fütursuzca çevirip yayımlamıyor. Çalışmalarına tekrar dönüp bakmayı kendine vazife addediyor. Aynen bir düşünce adamında olduğu gibi.
Demirli’yle söyleşi yapmayı çok istemiştim. Doğrusu beceremedim. O yüzden ona karşı biraz mahcubum. İnşallah söyleşi yapacak ve bir kişinin, okuyup anlaması bile aylarını alacak olan kitaplarını ileride incelemeye çalışacağım.
Ömer Yalçınova yazdı
Güncelleme Tarihi: 22 Eylül 2012, 11:23
Demirli'nin Fütuhat tercümesi 18 cilttir 19 değil.