Ebu Gudde vefat etmeseydi Türkiye'ye gelecekti

Artık sadece bir tanesinde uzmanlaşmanın makbul sayıldığı birçok ilim dalında takdir gören bir maharet sahibiymiş Abdülfettah Ebu Gudde. Sadullah Yıldız yazdı.

Ebu Gudde vefat etmeseydi Türkiye'ye gelecekti

Asrımızda İslamî ilimler sahasında ter döken herkesin zahiren yahut gıyaben rahle-i tedrisine bir şekilde uğradığı büyük âlim Abdülfettah Ebu Gudde, bir pazartesi günü (16 Şubat 1997) Mescid-i Nebevî’den yatsı namazını müteakıp, görgü şahitlerinin aktardığına göre mahşerî kalabalığın şahadetiyle gözyaşları içinde rahmet-i Rahman’a uğurladığımız ve on binden fazla sahabinin medfun olduğu Baki kabristanına defnedilen yıldız isimlerdendi. İlmi kadar ameliyle de talebeleri ve ahbabı tarafından methedilen bu hadis ve muhaddis sevdalısı, Peygamber muhibbi insanın vefatı ardından kim, ne söylemişti? Zamanın genelde Arapça neşriyatı arasından bir derleme yaptık.

Hoca efendinin en yakınından gelen yazı, oğul Ebu Gudde’ye aitti. Tercümesine buradan ulaşabilirsiniz.

Meyveli bir ağaçmışçasına mütevazı”

Ebu Gudde’nin vefatının ardından hayat hikâyesine odaklanan yazılar olduğu gibi mersiyeler de neşredilmiş. Abdurrahman Ali es-Sufî, Selim Abdülkadir gibi isimlerin hüzünlü mersiyelerinin yanı sıra Muhammed Zıyaeddin Sâbûnî dahi uzun bir tane mersiye kaleme almış. Sâbûnî şairliğiyle tanınan bir isim zaten ve o tarihte de Dünya İslamî Edebiyatçılar Birliği’nin bir üyesi.

Aralık 2015 başında sessiz sedasız vefat eden (çünkü böyle isimleri gündeme getirip birkaç kişinin daha kütüphanesini onların eserleriyle zenginleştirmeyi fırsat bilmekten daha mühim işleri oluyor medyamızın) büyük âlim ve mütefekkir Muhammed Ali Haşimî, Ömer b. Hâmid el-Ceylanî gibi isimlerden başka Mustafa Ahmed ez-Zerka da Ebu Gudde hakkında metin kaleme alanlar arasındadır. Dönemin İhvan-ı Müslimin mürşidi Mustafa Meşhur bir taziyeyle, Yusuf el-Kardâvî de onun vasıflarını uzun uzun sıraladığı bir ilanla duyurur hoca efendinin vefatını. Lübnan “Dâru’l-Fetvâ”sı taziye yayınlar. Lübnan Cemaat-i İslamî Genel Sekreteri Faysal el-Mevlevî, merhum hakkında kaleme aldığı yazıda onun Hanefî mezhebinde mutaassıp olduğuna dair yaygın kanının yanlışlığını vurgular ve İslam âleminin yitip giden bu yıldızı sebebiyle ümmetin işinin daha da zorlaştığını belirtir.

Fethi Yeken, “meyveli bir ağaçmışçasına mütevazı” olduğunu söylediği Ebu Gudde için enteresan bir anekdot da aktarıyor yazısının sonunda, bugün için de güncel olduğu söylenebilecek: Bir gün buluştuklarında Ebu Gudde, “memleketimde (Suriye) cemaatim (İhvan) ile devlet arasında bir sulh ortamı gerçekleştirebilsek…” diye temennisini dile getirmiş ve bunun olması için dua etmiş. Sonrasında temenniden eyleme de geçilmiş bu hususta ve Hafız Esed’le dahi görüşmelere başlamışlar konuyla ilgili. İşi sonuna kadar götürmek ve bu müzakere ortamını hayırla neticelendirmek için pek hevesli olan hoca efendinin vefatı üzerine iş akim kalmış.

Fethi Yeken, “son görüşmemizde, gözlerinde Suriye’si için güzellikler dileyen o bakışları unutamıyorum” diye yazmış. Vefat haberi üzerine Hafız Esed, özel bir uçakla hoca efendinin naaşını Halep’e nakletmek istemişse de Ebu Gudde’nin vasiyeti üzere Baki mezarlığına defnedilmiş.

Câsim Mühelhel el-Yâsin, el-Müctema dergisinin Mart 1997 sayısında, İhvan’ın bir üyesi olan hoca efendinin, 1940’larda buluşup görüştüğü Hasan el-Benna’dan, onun övgüyle bahsedilegelmiş karakteristik dava heyecanından bir parça kıvılcım aldığını ve memleketi Suriye’ye dönerken yanında götürdüğünü söylüyor. Suriye’de (daha çok) baskı altına alındığı ve ülkesini terk etmeye mecbur olduğu zamana kadar İhvan-ı Müslimin’in çalışmalarını el-Benna’dan aldığı heyecan ve hızla yürüten Ebu Gudde’nin, “yanı başında olmaktan ve onun fazilet denizine komşuluktan hepsinin övünç duyduğu üç nesil geldi geçti dizi dibinden” diye yazmış el-Yâsin.

İlim ve irfan tahsil ettiği hocalarının sayısı yüzden fazla idi

Bizde birkaç gazete köşesine ve bir iki de köşe yazısına konu olur vefat haberi. Mehmet Şevket Eygi, “icazetli gerçek din âlimi”nin nasıl olacağı etrafında bir yazısına iliştirir konuyu ve Mustafa Özcan da Yeni Şafak’ta hoca efendinin İslam âleminde yek başına nasıl bir boşluğu doldurduğu ve neyi yitirdiğimizi anlatan iki yazı kaleme alır. Yörünge dergisinin mart ayındaki ilk sayısında, hoca efendi İstanbul’a geldiğinde de yanından ayrılmayan isimlerden Hamdi Arslan, Abdülkadir Özkan’la müşterek imzasını taşıyan birkaç sayfalık metinle Ebu Gudde’yi anlatır.

İlim ve ameli cemederek cihatla dopdolu bir hayat geçirdiği belirtilen Ebu Gudde’nin sürdürdüğü tahsil hayatı boyunca dolaştığı coğrafya, kadim zaman ulemasının deve sırtında inanılmaz uzaklıktaki adresler arasında iki ilçe sınırıymış gibi dolaşmalarını andırır: “Halep, Hama, Humus, Şam, Deyru’z-Zor şehirleri ile Mısır, Irak, Fas, Hindistan, Pakistan, Yemen, Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere’den icazet aldığı, ilim ve irfan tahsil ettiği hocalarının sayısı yüzden fazladır.” Bu isimler arasında Muhammed Hıdır Hüseyin, Mahmud Şeltut, Mustafa Zerka, Ahmed Fehmi Ebussünne, Abdülvehhâb Buhayrî, Ahmed Muhammed Şâkir ve Hasan el-Benna gibilerin yanında, en çok istifade ettiklerinin başında gelen, Osmanlı devri ulemasından Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi de vardır.

Ebu Gudde ya kütüphanede olurdu ya Kevserî’nin yanında

İcazet aldığı hocalarının içinde, kendisinin üzerinde kalıcı etkileri olan ve en çok muhabbet duyduğu hocası olarak gösterilen Zahid el-Kevserî’yi ise öyle severmiş ki, ilk erkek çocuğu doğunca hocasının adını vermiş. Hatta defaaten vakiymiş ki, sohbetlerinde geçmiş ulema hakkında tabakat (özgeçmiş) kitaplarında okuduğu bazı övgü ifadelerini mübalağalı bulduğunu, ancak Zahid Efendi’yi görüp tanıdıktan sonra hakiki âlimlerin o nevi sıfatları hakkıyla taşıdıkları kanaatine vardığını belirtirmiş. Hocasının yalnızca Fatih Camii’nin yetiştirdiği parlak bir allame değil, bütün İslam âleminin medar-ı iftiharı bir imam olduğunu ifade eder, onu yâd ettikçe gözleri yaşarırmış.

Muhammed Fevzi Feyzullah’ın Ebu Gudde ve Kevserî muhabbetine düştüğü, Ezher yıllarındaki bir not şu kadar net: “Ebu Gudde ya kütüphanede olurdu ya Kevserî’nin yanında.” Hatta bu, hoca tarafından da karşılığı öylesi bol verilen bir muhabbetmiş ki onu görmeyi geciktirdiği zamanlarda Kevserî, bu genç ve zeki talebesini çekiştirirmiş.

Ebu Gudde’nin, tahkikini yaptığı birçok ilmî eserin başına “muhakkik âlimlerin üstadı, hüccet, muhaddis, fakih, usulcü, mütekellim, ilmî tartışma uzmanı, tarihçi, münekkit, imam Zahid el-Kevserî’nin ruhuna hediye” ibaresini eklemesi de bu muhabbetin bir başka nişanesi.

Muhammed Avvame’nin kaleme aldığı geniş bir metin, Ebu Gudde’nin hem hayatı hem de hakkındaki hadiseler üzerine toparlayıcı vazife görüyor. Sözgelimi, Ebu Gudde hoca efendinin, çok sevdiği el-Kevserî hakkında serd ettiği bir sözün de kaynağı Avvame’ye istinat etmiş oluyor böylece. Ebu Gudde, tanıştığı ve ilim tahsil ettiği her hocası için “ben bunun gibi olabilirim” dermiş, ta ki Zahid el-Kevserî’yi görene kadar. Onunla tanışıp ilim tahsili için dizi dibine oturduğunda “hayır” demiş şaşkınlık ve tazimle, “hayır, bunun gibi olamam.”

Artık sadece bir tanesinde uzmanlaşmanın makbul sayıldığı birçok ilim dalında takdir gören bir maharet sahibiymiş Ebu Gudde. Yine Avvame hoca efendinin Eminullah Irvaz’dan naklettiğine göre genç Ebu Gudde, ders esnasında hocalarının “yürüyen sözlük” vazifesini görürmüş. Arap edebiyatının ünlü sözlüklerinden “Kâmûsu’l-Muhît” için kitap kapağı aramakla uğraşmaz, direkt ona sorarmış hocaları.

Vefatından önceki sene Konya’da yapılan iki uluslararası toplantıya iştirak etmiş Ebu Gudde. Fırsat bu ya, Yusuf Ağa Kütüphanesi’ndeki yüzlerce yazma eserle de vakit geçirmiş. Allah izin verirse gelecek yaz mevsimini Konya’da geçirmeye niyet ettim, demiş o gelişinde. Fakat meşiet-i ilahî başka türlü tecelli etmiş.

Sadullah Yıldız, rahmet dileyerek yazdı

YORUM EKLE
YORUMLAR
Halil Şengün
Halil Şengün - 8 yıl Önce

Gündemin peşinden giderken unuttuklarımız oluyor büyük bir vefasızlığın içine düşüyoruz.Kıymetli Sadullah Yıldız Bey,Ebu Gudde yi yazarak vefa göstermiş bizim üzerimizdeki yükü de bir nebze olsun hafifletmiştir.Kendisine teşekkür ederken hatırlatıcı ve uyarıcı yazılarının geniş kitlelere ulaşmasını dilerim.