Hem gazi kızı hem de gazi torunu. Dedesi Ali Efendi 1. Dünya Savaşı'nda Erzincan'da Ruslara karşı, babası Mehmet Sadık, İstanbul'un işgalinde İngilizlere karşı savaşmış. Türkiye sathında gezici Kuvva-i Milliye başmüfettişi ve raportörü…
17 yıldır payitaht Topkapısında görürüm onu. Başörtüsünün üzerinde bir kara kalpak, kalpağın üzerinde ise ay-yıldız, kolunda “görevli” yazılı bir pazıbent, zaman zaman elinde bir Türk bayrağı… Tiz sesiyle dokunur insanların kulaklarına. İlesam, Türk Ocağı, Rumeli Derneği, Birlik Vakfı, Yahya Kemal Beyatlı Enstitüsü, Kocav, Yazarlar Birliği, Türk Edebiyatı… Beyazıt’ta, ne kadar dernek varsa bir dava için kapılarını insanlara açmış, ocaklarında sadece boğazımızı değil, gönlümüzü de ısıtan çayın kaynadığı; işte tam orada bir yerde Fatma Ablamız da vardır. Toplantı, sempozyum, yazar sohbeti, sergi, muhabbet sofrası mı kuruldu; önce o gelir. Mutlaka bilir derneklerde ne yapılmaktadır. Kimler gelmiş, ne konuşulacak, ne sergilenecek…
Yol ve yoldaşlar
Eskiden fotoğraf makinesi yoktu. Şimdi size nasıl ispat edeyim Horasan’dan kalkıp gelen Hoca Ahmed Yesevi dervişleri arasında Fatma Abla’nın da olduğunu! Edirnekapı’dan Sultan Mehmet o bembeyaz atıyla Suriçi’ne girdiğinde Akşemseddin dua ederken tam da yanında Fatma Ablamız da duruyordu! Ressamlar, hain ressamlar! Akşemseddin’i resmederlerken, bir atın sağ ayağını kaldırışını bile görürken, yeniçerinin kılıcındaki kan izini dahi gösterirken, adeta gözümüze gözümüze o kılıcı sokarlarken; Fatma Abla’yı es geçmişlerdir.
O, bin yıldır bu topraklarda yaşıyor. Daha önceleri Asya’nın o soğuk steplerinde at biniyor, koyunlarını otlatıyor, gün oluyor akınlara katılıyordu yüzünü saklayıp onsekizlik bir oğlan görüntüsü veriyordu bedenine. Aslında Namık Kemal de, Ömer Seyfettin de ondan almışlardı ilhamlarını erkek kılığına giren kadın kahramanlarını anlatırlarken.
İnsan fani, hükümet tümden fani; devlet baki…
Hükümetler, sadrazamlar, padişahlar, hakanlar gördü onun gözü. Ama o hükmedenlere değil; hükmetme yetkisini verenlere çevirdi gözünü; dilini ise hükmedenlerin duymayan kulaklarına çevirdi onca yıl. Hükmetme yetkisi önce Allah tarafından millete, daha sonra da millet tarafından seçilenlere veriliyordu. Fatma Abla bu el değişikliği sırasında elini devlet’in üzerine koydu: Evet, payidar olan devletti. On altı kere kurulup yeniden yeniden sürgün veren devletteydi onun eli. Bir nevi, devlet ana denildi mi Fatma Abla gelir akla. O, devletin kanlı canlı halidir. O yürüdükçe, o konuştukça, o birilerini payladıkça devlet yüzünü gösterir bizlere. Ama onu dinleyenler, söylediklerinin doğruluğunu tasdik edenler, her dem yüzündeki bitimsiz bağlılığı görenler; uyarıcıyı her gün görmenin sıradanlığından olsa gerek, şaşırmazlar. “Sözlerini bin kere duyduk, tamam be abla!” derler sanki o sessiz bakışlarıyla. Oysa Fatma Abla “vatan, millet, mukaddesat” derken, nicelerinin iki sayfa okumadığı kitapları ezberlemiş, o da yetmezmiş gibi inandığı o kitapları kelli ferli adamların yüzüne kaç defa söylemiştir. Hakikat, dillendikçe, tekrar ettikçe bu çağda her nedense taraftar bulmaz. Öyle ya, insanları, kavramları, hayatı ne çabuk tüketiyoruz!
Zannediyoruz; oysa vefalı olan kim?
Onu her gördüğümde aklıma şu hadis gelir: “Eğer ahir zamandaki ümmetim sizi görseydi size deli derdi ve siz de onları görseydiniz; bunlar Müslüman değil derdiniz.” Zira yıllardır sağcı ve solcu ve ümmetçi ve dahi envai çeşit politikacı ve doktrinerin dillerinde dolanan sözcüklerin kanlı canlı halidir Fatma Abla. Bu ülkenin ruhu gibidir. Ama yine de onun sözlerini tekrar eden insanlar ne ona oy vermişler, ne de onunla yan yana yürümüşlerdir. Onunla yan yana yürümüş gibi yapmakla geçiştirmişlerdir. Bu yüzden olsa gerek, Fatma Abla, tartışılan, konuşulan, sunulan konu her ne olursa olsun, toplantı salonunda birden boy gösterir, bu ülkede insana değer verilmediğini, ilerleyemeyeceğimizi, tarihine sahip çıkmayanların rezil olacaklarını, Türklerin vazife ve görevlerini hatırlatır ve kelimelerini birbirine yapıştırıp yüzümüze vurur! Bir Hilmi Oflaz cevvalliği, bir Necip Fazıl keskinliği gelir kurulur salona o sözlerini söylerken.
Bir insan neden nefsinden geçer?
O, kültür merkezlerinde, şehit ve gazi aileleriyle ülkemin başka şehirlerinde yürüyüşlerde boy gösterirken aklıma takılmıştır: Bu kadın ne yer, ne içer, nerede uyur, kimi, kimsesi yok mudur?! Kaç yıldır yollardadır? Hakikaten devlet onun teninde mi gizli ki onun insan tarafını görmedim onca zaman?
Zeytinburnu taraflarında oturduğunu, her akşam 21.45’te Yusufpaşa’dan 93 T’ye binip Şabanağa durağında indiğini işitmiştim. Gazi torunu, gazi kızı bir kadın… 2009 yılından sonra adına Loğoğlu soyadını ekliyor. Sebebi bana kapalı. O bir insan. Sadece dili ve görüntüsüyle yok. Her ne kadar kökü mazide olan bir âti denli dimdik dursa da, kendini yollara vurmuş, -millet için; ki o millet ona tuhaf bir gözle baksa da- kendinden geçmiş, dava sahibi bir kadın. Benazir Butto’ya, Tansu Çiller’e, Rahşan Ecevit’e, Margaret Thatcher’a, -Allahtan- Nur Vergin’e, Nur Serter’e hiç benzemiyor. İktidar delisi, muktedir olunca milletin yarısını kesmeye meyilli kadınlara ise hiç mi hiç benzemiyor. İktidar zaten o! Davası olan bir kadın olarak Rabia Kader’le benzeyen yanları var dersem yalan olmaz. Fakat bizim Fatma Ablamız parayı Hacı Bayram-ı Veli dervişleriyle yol alırken silmiştir defterinden.
Siz her ne kadar başbakanlar, cumhurbaşkanları, meclisler ülkeyi yönetiyor zannetseniz de; koltuk sevdasındaki insanlar piyango parası bitmiş insanlar gibi eski hayatlarına döndüklerinde devlet işleri onlara zûl gelir ya; işte bir kişiye o devlet zûl gelmez. Hoca Ahmed Yesevi’den bu yana bu topraklarda kelimelerini, dilini, ruhunu, canını dolaştıran; Sinan’ın yapılarından Laz müteahhitlerin yaptığı binalara varana kadar sesini çınlatan Fatma Ablaya zül gelmez bu vazifeyi taşımak. Belki de bu yüzden dört dönem belediye başkanlığına serbest aday oldu! Onca diplomalı politikacının aklına gelmeyen projeler üretti; ardında ne danışmanlar ordusu ne de akıl hocaları vardı:
Bacıyan-ı Rum Başkan adayı
“Selçuklu, Osmanlı, Türk kızıyım sözümün eriyim, seçilirsem yapacağım acil, hayati işler;
-Cankurtaranlar için: ambulans araçları, itfaiye araçları, polis araçları, jandarma araçları ve tüm resmi araçlar için trafikte ''acil yol şeridi'' yaptıracağım. Akut araçları da bu yola dâhil.
-Felakete uğrayıp, sokakta yatıp kalkan insanlar için insan barınağı yaptıracağım. Mekânsızlar için mekân yaptıracağım. Hiç kimse aç ve çıplak kalmayacak.
-Tinerci, balici çocukları tedavi ettirip, el sanatları öğretip, meslek sahibi yaptıracağım. Özel okul - atölye ve yurt binası yaptıracağım.
-Homoseksüel, travesti, transseksüel erkekleri hormon tedavisi ettirip, el sanatları öğretip, meslek sahibi yaptıracağım.
-Hem bekârları, dulları, sakatları, evlendirmek; hem de zinayı fuhuşu önlemek için ‘İstanbul Büyükşehir Belediyesi Evlendirme Vakfı' nı kuracağım.”
Hem söyledi hem de hayatı eylem oldu; ya o sözlere can verenler?...
Edebiyat Fakültesini bitirmiş birçok genç onun okuduğu kitapların adlarını bile duymamış. Siyasal Bilgilerde akademik kariyer yapan birçok insan onun bildiği kuramları dahi bilmeden paye alıyorlar. O ise, alaylı bir kuramcı gibi dolanıyor şehrin en güzide yerlerinde. Onun olduğu mekâna uğrayan namlı, payeli, unvanlı niceleri yanından geçip gidiyorlar; İbn-i Sina’nın yanından geçip giden uzmanlık alanı sadece iç kulak olan profesörler gibi…
Onun anlattığı sözleri gençliğinde bir bayrak gibi taşıyan gençler ekmek derdinde, evlad-ı ıyal telaşında; milleti Allah korur, deyip köşelerine çekilmiş olsalar da Fatma Abla uçbeyleri gibi devam ediyor yürüyüşüne…
Bir kadın var, İstanbul’un tam da payitaht bölgesinde sesleniyor insanlara yıllardır, belki de yüzyıllardır... Garipseyerek geçiyoruz yanından. Elinde bir çanta, diğer elinde bir ay-yıldız bayrak… Başında ulu ülküler, huzurlu bir vatan, gözlerinde kızıl elma, yüreğinde sımsıcak ama noktasız virgülsüz deli divane sözler… (Birden aklıma geldi: Sahi, Hızır bir kadın cisminde olamaz mı?) Yanımızdan geçiyor. Sanki Anadolu’nun yıpranmış ama asla pes etmemiş ruhu geçiyor. O, bir toplantıdan bir yürüyüşe giderken, ‘ne olacak bu memleketin hali?’ diye sorulan sorular birden yok oluyor; Horosan’dan Drina’ya, Kırım’dan Yemen’e kadar cümle topraklara güneş donanması hareket ediyor… Zira, Fatma Abla var; Fatma Ablalar var; herkes işine baksın kardeşim!
Zeki Bulduk yazdı
başındaki kalpaktan mıdır bilmem bu kadın hiç sevimli görünmüyor gözüme. kalpak ergenekon'la özdeşleşti ya ondan herhalde. bir de kubilay'ın gericiler tarafından (?) öldürülüşünü anan izmirli çağdaş gençler takıyorlar senede bir.