Geçtiğimiz günlerde Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi tarafından şair Bahaettin Karakoç’a fahri doktora verildiğini okuduğumda ilk düşündüğüm şey, bunun ne kadar geç bir nezaket girişimi olduğu idi. Üniversiteler adeta kendi gettolarında hayatın gerçekliği ile sorunlu bir irtibat yaşıyorlar. Hele günümüz edebiyatı açısından bakılırsa durum daha da vahim...
Edebiyat fakültelerinin binlerce öğrencisine ve belki yüzlerce öğretim görevlisine rağmen, günümüz şiirini, öyküsünü temsil eden ana arter dergilerin satış adetleri ortada. Bu dergilerden habersiz sayısız akademisyen, Türkiye’nin edebiyatı üzerine çalıştıklarını düşünüyorlar!
Dolayısıyla üniversitenin, kuruluşundan yıllar sonra ve üstad ömrünün son demlerindeyken aynı şehrin havasını soluduğu Bahaettin Karakoç'u hatırlaması başlı başına bir sorun... Çok geç kalmış bir girişim her şeyden evvel.
Ben Bahaettin Karakoç ismini 1980’lerin başından itibaren bilirim. Her zaman bahsettiğim “babamın kütüphanesi”ndeki birçok dergi sayfasında şiirine rastlayarak, ismine aşina olarak büyüdüm. Şiirine, evvel giremediğimi, müziğinin kapısını aralayamadığımı söylemeliyim. Ama zamanla o kapı da aralandı. Hatta son yıllarda birçok meseleyi bir arada düşündüğümde üstadın şiirinin daha da anlamlı durduğunu söylemeliyim.
Bu meselelere şöyle kısaca değinmek mümkün. Birincisi, şair bir ocaktan geliyor. Babalarından itibaren şiirin kucağında büyümüş ve hemen hepsinin şiir yazdığı kardeşlerden birisi Bahaettin Karakoç. Bu kardeşlerden Ertuğrul Karakoç, Nafiz Karakoç ve tabiki rahmetli Abdurrahim Karakoç en bilinen isimler. Baba Ümmet Karakoç’tan devralınan gelenek farklı farklı söyleyişler ile bütün kardeşlere sirayet etmiş. Adeta bayrak hiç yere düşmeden devam ediyor. Öğrendiğim kadarıyla baba Ümmet Karakoç’un vakti ile Osmanlıca kaleme aldığı şiirler de, en küçük evlat Nafiz Karakoç tarafından kitaplaştırılmış. Açıkçası çok görmek isterim o kitabı. Evlatlarına bu kadar güçlü şiir duyarlılığı veren babanın, daha doğrusu suyun kaynağının tadını merak ederim.
Coşkun bir ırmak gibi sarıp sarmalar onun şiiri
Bahaettin Karakoç ile benim tanışmam ilk önce Türk Edebiyatı dergilerinin 80’li yıllardaki sayıları vasıtası ile oldu. Sonra derginin 70’lerde çıkan eski sayılarını da okudum. Oralarda da üstadın şiirleri vardı. Karakoç’un, ürünlerini yayınladığı ilk dönem dergiler daha çok milliyetçi-ülkücü dergilerdir. Yani başta Nurettin Topçu’nun Hareket dergisi, ardından Emine Işınsu’nun Töre dergisi gibi ya da Mehmet Çınarlı’nın Hisar dergisi... Bunlar 1970’lerin Türkiye’sinin dergileridir. Ve 70’lerin başında ana gövdeyi sosyalist gerçekçi şiir oluşturur. İslamcı şiirin ilk kümelenmeleri ise Diriliş ve ardından gelen Edebiyat dergisidir. Sonrasında tabiî ki Mavera...
Bu iki damar arasında “milliyetçi-ülkücü şiir” diyebileceğimiz bir başka eksenin en önemli isimlerinden ve belki bugüne kalabilen nadir birkaç şairinden birisidir Bahattin Karakoç. Bunu önemsemek gerekli. Çünkü bu, sönümlenmiş bir şiir damarıdır. Ve üstad bu damarı hamasetin sığ sularına sokmadan, modern şiirin estetik formu ve duyarlılıkları ile besleyerek özgün bir söyleyişe taşımıştır.
Ben, poetikaya ilişkin bilincim geliştikçe, O’nun şiirlerinin, yayınlandığı bu milliyetçi-ülkücü dergilerin estetik ve kültürel birikiminin çok üzerinde olduğunu daha iyi anlıyordum. Bunu test etmek çok kolay. Alın elinize mesela Töre’nin eski sayılarını. Bir üstadın şiirlerini bakın, bir de Töre’nin yayınlamayı tercih ettiği şiirlerin çoğuna. Aradaki fark hemen kendisini belli edecektir.
1973’te ikinci kitabı olan Seyran’ın Hareket Dergisi Yayınları arasında basılmasını da bu açıdan önemsiyorum. Hareket’ten geriye kaç şair kalmıştır, kuşkusuz bu konu tartışılabilir ama Bahaettin Karakoç özgün şiirleri ile bence Haraket’in teorisine paralel ürünler ortaya koymuş, hem de derginin şiir seviyesini belli düzeyde tutan isimlerin başında gelmiştir.
Netice itibariyle Hareket de milliyetçi bir dergidir. Anadolu’ya ait, yerli bir milliyetçiliğin... Bu açıdan Karakoç’un şiirinde -sadece “hissettiğiniz”- milliyetçilik sizi ırkçılığın, kaba ötekileştirmenin zihinsel fakirliğine bırakmaz. Tam tersi, ana merkezi Anadolu olan, duyarlılığı ile bütün mazlum coğrafyalara akan coşkun bir ırmak gibi sarıp sarmalar sizi.
Sonraları bu şiirin çok derin bir metafiziğe ve hatta bizatihi tasavvufa yöneldiği açık... Oradan da bir başka Bahaettin Karakoç şiiri çıktı bana göre. Yazdığı müddetçe şiirini yeniledi, koşusunu duraksatmadı, duyarlılıklarını kapatmadı, heyecanını kaybetmedi. Onca yaşına rağmen birkaç dize şiir okumak için yüzlerce, binlerce kilometre yol tüketip şiir etkinliklerine katılma enerjisine her zaman hayran olduğumu ifade etmeliyim.
Dergi çıkartan şairler her zaman ayrı bir öneme sahip
Değişik zamanlarda böylesi etkinlikler düzenlendiği vakit karşılaştığımız çok anlar oldu. Aslında o karşılaşmalarda üstada karşı içimde beklettiğim çoğu şeyi bir türlü söyleyememişimdir. Son yıllarda böylesi, bende izi kalan kim var ise artık ilk karşılaşmamızda bu biriktirmeleri paylaşıyorum. Şiirimizin Dede Korkut’u Bahaettin Karakoç’a da kendisinin bendeki izlerini, bundan birkaç yıl evvel Maraş’ta düzenlenen şiir etkinliğine katılmak için gittiğimde söyledim. Sağolsun, bir başka güzel şairim, Yasin Mortaş eşliğinde evinde yaptığımız bu ziyaret sırasında üstada dedim ki: “Sizin bende çok manevi emeğiniz var. Küçüklükten beri ta 70’lerdeki dergilerde yayınladığınız şiirlerini okuyarak büyüdüm. İçinden çıkıp geldiğim hareketin şiirsel yüz akı olarak sizi hep ayrı bir yerde tuttum. Ve öneminizi giderek daha çok anladım.” Böyle söyledim.
Üstadın kendi kütüphaneme giren ilk şiir kitabı 1991 yılında Kültür Bakanlığı tarafından basılan Uzaklara Türkü’ydü. Ankara’da öğrencilik yıllarımda almıştım. Hemen ardından 1993’te Ecdad Yayınları’nca basılan Güneşe Uçmak İstiyorum kitabı...
Ben, dergi çıkartan şairlerin her zaman ayrı bir öneme sahip olduklarını düşünmüşümdür. O mesele bambaşka bir cesaret göstergesi, organizasyon mantığı... Üstadın 1986-87 yılları arasında Maraş’ta yayınlamış olduğu Dolunay dergisi, 80’lerin ruhunu anlamak açısından üzerinde konuşulmaya değer bir yayın bence. Ayrıca Hareket’ten Töre’ye, oradan Doğuş Edebiyat’a devreden çizginin önemli bir yerinde durur Dolunay... Evindeki ziyaretimiz sırasında Değirmen dergisinin Yüz Yılın Dergileri özel sayısına ilişkin haklı kızgınlığını dile getiriyordu. Onca dergi üzerine yazı varken kimse Dolunay’ı yazmamıştı çünkü. İşte üniversitelerin gettosu dediğim mesele tam da böyle bir şey... Maraş’ta üniversitede kimse Değirmen dergisi için Dolunay’ı alıp incelemeyi ve önemini tarihe not düşmeyi gündemine alamıyor.
Üstadımız şimdi edebiyatın fahri doktorasına sahip... Kuşkusuz önemli bir paye ama O zaten sivillerin ve gönüllerin Dede Korkut’u idi. Ömrün uzun olsun üstad. Ellerinden öpüyorum.
Not: Bahaettin Karakoç’un şiirlerine en çok beste yapan isim sevgili Hasan Sağındık... Üstadın "Ihlamurlar Çiçek Açtığı Zaman" şiirine yaptığı beste şöyle:
Selçuk Küpçük yazdı