Celal Bayar camide çocuk görünce ne yapmış?

Mahir İz’in ayağını nasıl kaydırdılar? Kimler Kur’an’ı Türkçe okutmak istedi? Mahmut Bayram Hoca neden gözlüğünü fırlattı? Okuyun isterseniz…

Celal Bayar camide çocuk görünce ne yapmış?

Sabahın yedisinde yollara düşen, gecenin bir vaktine kadar koşturan bir adam düşünün. İmamlık yapıyor, öğretmenlik yapıyor, ayrıca çeşitli semtlerde medrese usulü dersler okutuyor… Bir bakıyorsunuz Üsküdar’da, bir bakıyorsunuz Beykoz’da, bir bakıyorsunuz Beşiktaş’ta…

Öğrencilerine karşı babacan bir tavrı var. Onların harçlıklarını, elbiselerini bir şekilde temin etmek için canhıraş bir şekilde koşuşturuyor. Kıt imkânlara sahip olmasına rağmen gerektiği zaman onlar için evindeki ekmeğinden kesiyor. Herkese yetişmek istiyor, belki bin parçaya bölünüyor. Ama duyarsız kalmıyor.

Derslerine zamanında giriyor ve derslerin bir dakikasını bile boş geçirmemek için aceleci davranıyor. Öyle ki birçok öğrencisinin naklettiğine göre silgiyi bulmak için bile vakit kaybetmeyip kara tahtayı boydan boya ceketinin kolluğuyla siliyor. Derse gelmediği hiç görülmüyor. Öğrencilerine; “Derse gelmediysem cenazeme gelin” diyor.Mahmut Bayram

O, imam hatiplerin ilk hocalarından Mahmut Bayram Hoca… Eğitim anlayışından, terbiye anlayışından, iyiliğinden, faziletinden ne kadar bahsetsek az olan bir zat… O bir Allah adamı, o bir gönül insanı, o bir yufka yürek… Öğrencilerine “abi” diye hitap eden bir gönül insanı…

Âlimlerin gölgesinde muallimliğe adanan bir ömür

Bu zatı tanımam İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Müdürlüğü’nün düzenlediği, Prof. Dr. İsmail Kara Bey’in sunumunu yaptığı anma toplantısı vesilesiyle oldu. Program Ali Emiri Efendi Kültür Merkezi’nde yapılmıştı. Salonun girişinde de katılımcılara Prof. Dr. İsmail Kara Bey’in hazırladığı, Kültür Müdürlüğü’nün bastırdığı altmış iki sayfalık bir kitapçık dağıttılar. İstanbul Büyükşehir Kültür Müdürlüğü’nün basımını yaptığı diğer kitapçıkları da gören birisi olarak şunu söylemeden geçemeyeceğiz ki: Muallimliğe Adanan Bir Ömür Mahmud Bayram Hoca adlı kitapçık diğerlerine göre daha zengin bir içerikle hazırlanmış. Bir kitapçık olmanın ötesine geçerek, derleme bir kaynak eser hüviyeti kazanmış. Öyle ki Mahmut Bayram Hoca ile ilgili ne yazılmışsa bu kitaba alınmış.

Kitap kısa bir sunuş yazısının ardından Prof. Dr. İsmail Kara Bey’in yazdığı, “Muallimliğe adanmış bir ömrün kısa hikâyesi” başlıklı yazı ile başlıyor. Bu yazıda 1914 yılında Balıkesir/Gönen’in Bayramiç köyünde dünyaya gelen, 16 Ocak 1997 tarihinde bir ramazan günü vefat eden Mahmut Bayram Hocanın kısa hayat hikâyesi anlatılıyor. Ayrıca Gönenli Mehmet Efendi’nin yanında hafız olduğu, Hasan Basri Çantay ve Ömer Nasuhi Bilmen’e de talebe olduğu, 1951 yılında imam hatip liselerinin kurucu müdürü olan Celalettin Ökten tarafından bu okula öğretmen olarak alındığı anlatılıyor.

İmam Hatipleri doğmadan boğmak istediler

Bu yazının ardından merhum Mahmut Bayram Hoca ile 1987 yılında yapılan, Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan bir mülakata yer veriliyor. Bu mülakatta Mahmut Bayram Hoca birkaç tane hatırasını anlatıyor. Bunlardan birisi şöyle: İmam Hatip Liselerinin yeni kurulduğu dönemde çok sıkıntılı hadiseler yaşanıyor. Bu okulları bir damla suda boğmak isteyenler oluyor. Hocaların hepsi diken üstünde ve tedirginler...

Mahmut BayramMahmut Bayram Hocanın da hocası ve aynı zamanda İmam Hatip Lisesinde meslektaşı olan Hüsrev Hocaya imam hatip liselerinin daha çok İslamî bir hale getirilmesini talep eden bir mektup geliyor. Hüsrev Hoca bu mektubu İmam Hatip Lisesinin kurucu müdürü olan Celalettin Ökten Bey’e vermeye cesaret edemiyor. Oradan birisine; “Ben müdür odasındayken bu mektubu bana getirin verin” diyor. Hüsrev Hoca içerdeyken mektup kendisine veriliyor. Hüsrev Hoca; “Benim gözlerim iyi görmüyor, siz okuyun Celalettin Bey” diyor müdürüne… Celalettin Bey mektubu okuyunca küplere biniyor, Hüsrev Hocaya da bağırıyor çağırıyor.

Hüsrev Hoca çıkışta Mahmut Bayram Hoca’ya diyor ki: “Oğlum ben mahkemelerin içinden gelen bir adamım. Ama bu okul rayına oturana, çocuklar kendine gelene kadar, eğil de başına küçük abdestimizi yapalım deseler eğilirim.”

Bu sözler İmam Hatip Liselerinin ne fedakârlıklarla kurulduğunu ve ne sıkıntılardan geçtiğini gözler önüne seriyor. Zira Hüsrev Hoca gibi döneminin en önemli âlimlerinden olan bir zatı bile böyle düşündürtüyor. Hüsrev Hocanın bu sözünü iyi anlamak gerekir. Çünkü Hüsrev Hoca Kur’an öğretiminin yasak olduğu dönemde, camide içerden kapıyı kilitleyip, kapıya da bir nöbetçi dikerek Kur’an öğreten ve bu yüzden de başına türlü türlü işler gelen bir zattır. Yani bu zatın Allah’tan başka kimseden korkusu yoktur, fakat gel gör ki bu okulların selametini düşünmektedir.

Kur’an’ı Türkçe harflerle öğrettiler

Altınoluk Dergisi’ndeki bir mülakatta Mahmut Bayram Hoca imam hatiplerin açılmasında en çok katkısı olan isimlerden birinin Celalettin Ökten olduğunu, diğerinin de dönemin efsane Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri olduğunu söylüyor. Bu mülakatta imam hatip liselerinin açılma sürecindeki şöyle bir olaya da yer veriliyor. Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri dindar ve iyi bir insan olarak bu okulların açılmasına yürekten destek veriyor ancak dönemin Cumhurbaşkanı bu okulların açılması için Kur’an derslerinin Türkçe harflerle verilmesini şart koşuyor. Talim Terbiye Kurulu’ndan okulların açılması ve Kur’an derslerinin Türkçe olması geçiyor. Ancak kurucu müdür Celalettin Ökten tarafından bu hiçbir zaman uygulanmıyor.Mahmut Bayram

Ne zaman ki Celalettin Bey müdürlüğü bir başkasına devrediyor, o zaman Türkçe Kur’an eğitimi yeniden gündeme geliyor. Yeni müdür bu isteğini Kur’an hocası Mahmut Bayram Hocaya iletiyor. Mahmut Bayram Hoca: “Ben okuduğum Kur’an’a inanmış bir insanım, bir değil bin tane karar olsa da ben Kur’an’ı yeni harflerle okutmam” diyerek net bir tavır takınıyor. Ali Rıza Sağman ve Hüseyin Karagöz isimli adamlar ise bir süre Kur’an’ı yeni harflerle okutuyorlar.

Altınoluk Dergisi’nde yapılan bu mülakatta son olarak Mahmut Bayram Hocanın şu sözlerine yer veriliyor: “Bu millete hukuk şuuru vermek lazım. Kimin hukukunu yaşadığını anlatmak lazım. Namazla oruçla beraber kimin hukukunu yaşadığını anlatmamız lazım.”

Mahir İz’in ayağını nasıl kaydırdılar?

Kitapta üçüncü olarak 1995 Ensar Vakfı Bülteninde yayınlanan Abdullah Emin Çimen Bey’in Mahmut Bayram Hoca ile yaptığı mülakata yer verilmiş… Bu mülakatta Mahmut Bayram Hoca meslektaşı Mahir İz Bey hakkında şu önemli bilgileri veriyor: “Çok samimi bir Müslümandı, Allah rahmet eylesin. Talebe yetiştirmek için çok uğraşırdı. Her vakit talebelerle otururdu. Talebeler evinde toplanırlardı. Talebe okuturdu. Talebeler de onu çok severdi. Hoca samimi bir insandı. Çok dürüst, çok iyiydi. Onun döneminde mektep huzur içindeydi. Fakat bazı kişiler onu okulda rahatsız ettiler, onu çekemediler. Telefonla onu görevden aldılar. Gündüz (Şevket) diye biri vardı. Daha sonra orada müdür oldu. Mahir İz Bey’in ayrılmasında büyük menfi tesiri oldu. Mahir Bey bu sebeple okuldan ayrılırken ‘Allaha ısmarladık’ bile demedi.”

Celal Bayar camide çocuk görünce ne yapmış?

Bu mülakatta bir önemli bölüm daha var ki o da dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar ile ilgili... Bakın Mahmut Bayram Hoca ne anlatıyor: “İmam Hatip Okulunda iken İzhar, Kafiye ve Katru’n-neda gibi klasik Arapça kitapları okutuyordum. O zamanın Cumhurbaşkanı Celal Bayar Edirnekapı’da elli altmış çocuk görmüş. Bağırmış çağırmış ve çocukları da dağıtmış. Hemen bana haber geldi; hocam işler kötü, Arapça okutmayın, tedbir alın. Ben de buna karşı çıktım Celal Bayar bile gelse bu Arapça kitaplarını okutmaya devam edeceğim. Beni korkutmayın, ben hırsızlık yapmıyorum dedim.”

Mahmut Bayram

Ahmet Davutoğlu da talebesiydi

Mahmut Bayram Hoca için hazırlanan kitapçık, vefatından sonra hakkında yazılan yazılarla devam ediyor. İlk makale bir dönem talebesi olan Ahmet Davutoğlu'na ait. Ahmet Davutoğlu 19 Ocak 1997’de Yeni Şafak gazetesindeki köşesinde şöyle anlatıyor: “Mahmut Bayram Hocamızı ilk olarak lise çağlarında klasik usulle İslamî ilimler eğitimi yapmak üzere harekete geçtiğimiz bir grup arkadaşla birlikte tanımıştık. Arapça ve İslamî ilimler okuma talebimizi hemen kabul etmiş ve bizi mütevazı ama mana ve ihlas yüklü Kızılminare Camii’nin üst katında kara tahta ile sınıf haline getirilmiş dar odasına almıştı. Her derse büyük bir aşk ve aceleci tavırla gelir, tahtayı dirseğini bükerek bir silgi haline getirdiği ceketinin kolu ile siler ve güzel bir hat ile besmele yazardı. Bazen dersten sonra kendisinin devlethane olarak adlandırdığı evine geçer, sohbet ederdik.”

Ahmet Taşgetiren vefatına not düştü

Ahmet Taşgetiren Bey 17 Ocak 1997 tarihinde Yeni Şafak gazetesindeki köşesinde Mahmut Bayram Hocayı şöyle anlatıyor: “Mahmut Bayram Hoca ile Altınoluk Dergisi için 1987’de bir sohbet yapmıştık. O bize öğrencilerinin dersini aksatmamak için kızının cenazesini bekleten Hüsrev Hocayı anlatmıştı. Kendisi de silgi olmazsa ceketinin kolunu tutup tahtayı silen, evinin ekmeğinden kesip öğrenciye burs bulan, seher vaktinden gecelere kadar şu ülkede bir genç yürekte daha ışık yakmaya çalışan bir insandı.”

Kış ağır geçti, öldürücü fırtınaların ortasında kaldı

19 Ocak 1997 tarihli Türkiye Gazetesinde Ayhan Songar Bey, Mahmut Bayram Hocayı şöyle anlatıyor: “Cenab-ı Allah bana Kur’an-ı Kerim’ini insanlara okutmayı meslek olarak nasip etti’ derdi rahmetli Mahmut Bayram Hocaefendi. Allah’ın Kitab’ını öğretmeyi mesleklerin en büyüğü, en ulvisi bellemiş; ömrü boyunca bu hizmetten bir an bile ayrılmadan Allah huzuruna çıkmış bir mübarek insandı.”Mahmut Bayram

Hiç boş durmazdı

Sadık Kemal 27 Ocak 1997 tarihli Yeni Şafak Gazetesindeki köşesinde Mahmut Bayram Hocayı şöyle anlatıyor: “Onun hiç boş vakti yoktu. Ne okulda, ne imamlık yaptığı camide, ne de evinde boş kalmazdı. Mutlaka her yerde öğrencilerle meşgul olurdu. Aynı konuyu aynı heyecanla defalarca anlatmaktan usanmazdı. Bazen kızınca gözlüğünü burnunun ucuna kadar indirir, kaşlarını kaldırır ve gözlüğünün üstünden babacan bir şefkatle bakardı. Biraz daha kızacak olsa gözlüğünü fırlatıp atardı.”

Çarşafa karşıydı bu adamlar

Kitapta ayrıca Prof. Dr. Salih Tuğ’un anlattığı şu anı dikkatimizi çekiyor: 1960 ihtilalinden sonra İstanbul’a Refik Tulga adlı bir general vali olarak atanmış idi. İstanbul’daki bütün müftüleri ve imamları vilayet binasında topladı. Kararları şu idi. İstanbul’daki bütün çarşaflı kadınların çarşaflarını çıkartmak ve yerine kendi tespit ettikleri pardesüleri ve başörtülerini giydirmek. Mahmut Hoca da bu toplantıya çağırılan imamlardan biriydi. Askerî görevli her davetliye birer pardesü ve başörtüsü takdim etti ve çarşaflarının bir şekilde çıkarılacağını, yerine pardesü giyileceğini, bunun için de ilk önce imam ve müftülerin eşlerinden başlanacağını anlattı. Sıra Mahmut Hocaya gelince ona da bir pardesü uzatıldı ve teklif tekrarlandı. Fakat Mahmut Hoca onların bu talebini reddetti.”

Not: Hocanın fotoğrafları bu kitapçıktan alınmıştır. Bazıları Tayyar Altıkulaç arşivine aittir.

 

Aydın Başar haber verdi

YORUM EKLE

banner36