Gabriel José de la Conciliación García Márquez, 1927’de Kolombiya’nın kuzeyindeki yoksul Aracataca kentinde doğar. İlk olarak Montessori eğitim modelini benimsemiş bir anaokulunda eğitim gördü. Ardından resmi eğitimine başlamasına karar verildi ve Río Magdalena’nın ağzındaki bir liman kenti olan Barranquilla’da bir staja gönderildi. Orada, mizahi şiirler yazan ve mizahi çizgi romanlar çeken ürkek bir çocuk olma konusunda üne kavuştu. Atletik faaliyetlere ilgi duymadığı için sınıf arkadaşları tarafından “Yaşlı Adam” anlamına gelen “El Viejo” olarak anılmıştır.
1940 yılında Colegio jesuita San José’de lise yıllarını tamamlayan yazar, ilk şiirlerini Juventud’daki okul dergisinde yayımladı. Daha sonra, hükümet tarafından verilen bir burs sayesinde Liceo Nacional de Zipaquirá’ya taşınarak, orta öğrenimini burada tamamladı. Ardından Cizvit okulunda hukuk öğrenimi görmeye başlayan Gabriel García Márquez, gazetecilik yapmak için okulu bıraktı. 1954’te çalıştığı gazete tarafından Roma’ya gönderildi. O zamandan sonra ömrünün büyük bölümünü Paris, Venezuela ve Mexico City’de geçirdi. Romanlarıyla ünlenmesine rağmen gazeteciliğe hep devam etti.
Halk hikâyeleri içinde büyüdü
Büyükannesi ve büyükbabasının yanında büyüyen Márquez, çocukluk yıllarını tüm eserlerinin kaynağı olarak niteliyor. İki iç savaşa katılan büyük babasının siyasi çizgisinden etkilenen yazar, büyük annesinin anlattığı hurafeler ve halk hikâyeleriyle büyüdü. Yazarlık sürecinde birçok kitaptan etkilense de kendisi için en önemli eşiğin 19 yaşında hukuk öğrencisiyken okuduğu Kafka’nın “Dönüşüm” eseri olduğunu, bu şekilde alışılmışın dışında, gerçeküstü de yazılabileceğini bu kitapla gördüğünü, kendisiyle yapılan her söyleşide anlatır.
Öykü ve senaryo yazılarının yanında bu yıllarda ülkesinin içinde bulunduğu durumdan çok etkilenerek, ülkesinin Peru ve Venezuela ile olan savaşlarını, yüzlerce insanın öldüğü katliamları, ülkedeki grupların çatışmalarını, fakirlik, ölüm ve kargaşa dolu günleri de yazdı. Edebiyat dünyasında özellikle Faulkner, Virginia Woolf, James Joyce, Hemingway, Márquez’in elinden düşürmediği yazarlardı. 20. yüzyılın en önemli yazarlarından birisi olarak nitelendirilen yazar, 1972’de Neustadt Uluslararası Edebiyat Ödülü’nü ve 1982’de Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanmıştır.
Gabriel José de la Conciliación García Márquez, 17 Nisan 2014 tarihinde Meksika’daki evinde 87 yaşında hayatını kaybetti. Ölümünden sonra, Kolombiya Cumhurbaşkanı Juan Manuel Santos, onu “Bugüne kadar yaşamış en büyük Kolombiyalı” olarak lanse etmiştir. Yazarın kişisel arşivi ölümünün ardından ailesi tarafından Amerika’nın Austin kentinde bulunan Teksas Üniversitesi’ne satıldı. Arşivde, Márquez’in kitaplarından onun el yazısı ile orijinal kopyaları ve Graham Greene, Gunter Grass ve Carlos Fuentes gibi yazarlarla yaptığı yazışmalara ait mektuplar da bulunmaktadır.
Yüzyıllık Yalnızlık
1967 yılında “Yüzyıllık Yalnızlık” yayınlandı. Márquez’in büyük annesinin anlattığı masallardan, toprak yiyen kız kardeşine, büyükbabasının kasvetli ve kalabalık evinden, renkli akrabalarına kadar çocukluğunun tüm gerçek kişilerini gerçeküstü, masalsı bir anlatımla yazdığı eser büyülü gerçekçiliğin en önemli yapıtı olarak kabul edilir.
Kitap, fantastik öğeler içermekle birlikte sıradan insanların hayatlarını anlatmakta. Sıradanlığın ve fantastiğin iç içe geçtiği roman, bir yerleşim yeri olan Macondo’nun kuruluşunu, gelişimini, yok oluşunu ve bu yerleşim yerinin en önemli ailelerinden Buendia’ların tarihini anlatıyor. Bunu destansı bir anlatımla gerçekleştiriyor yazar. Büyücüler, uçan halılar, sihir yapan çingeneler, ölüler diyarından çıkıp gelen ruhlar, birkaç kere öldükten sonra çıkıp gelen Melquiades, büyük kırmızı karıncalar… Öte yandan gerçek yaşamın sıradanlığı. Yazar epik bir roman ortaya koymaktadır. Ve her epik romanda olduğu gibi bu romanında belli bir toplumun tarihsel gerçekliğiyle bağlantıları vardır.
“Yüzyıllık Yalnızlık’ı yazmaya başladığımda, çocukluğumda beni etkilemiş olan her şeyi edebiyat aracılığıyla aktarabileceğim bir yol bulmak istiyordum. Çok kasvetli kocaman bir evde, toprak yiyen bir kız kardeş, geleceği sezen bir büyükanne ve mutlulukla çılgınlık arasında ayrım gözetmeyen, adları birörnek bir yığın hısım akraba arasında geçen çocukluk günlerimi sanatsal bir dille ardımda bırakmaktı amacım. Yüzyıllık Yalnızlık’ı iki yıldan daha kısa bir sürede yazdım. Ama yazı makinemin başına oturmadan önce bu kitap hakkında düşünmek on beş, on altı yılımı aldı.
Büyükannem, en acımasız şeyleri, kılını bile kıpırdatmadan, sanki yalnızca gördüğü şeylermiş gibi anlatırdı bana. Anlattığı öyküleri bu kadar değerli kılan şeyin, onun duygusuz tavrı ve imgelerindeki zenginlik olduğunu kavradım. Yüzyıllık Yalnızlık’ı büyükannemin işte bu yöntemini kullanarak yazdım. Bu romanı büyük bir dikkat ve keyifle okuyan, hiç şaşırmayan sıradan insanlar tanıdım. Şaşırmadılar, çünkü ben onlara hayatlarında yeni olan bir şey anlatmamıştım. Kitaplarımda gerçekliğe dayanmayan tek cümle bulamazsınız.”
Mavi Köpeğin Gözleri
Gabriel García Márquez bu eserinde yatalak bir genç adamı, kedisinin bedenine girmek isteyen bir kadını, evladının ölümünün yaraladığı bir anneyi, ikizi ölen bir kardeşi, gözleri çulluklar tarafından oyulan üç adamı anlatıyor. Bununla birlikte birbirinden çok farklı kurgusal ve mitolojik kahramanlara gönderme yapan kişiliklerin, bedensel ve düşünsel hassasiyet anlarına yer veriyor.
“Görünmez bir güneş omuzlarımızı ısıtmaya başladı. Ama güneşin varlığı bile ilgimizi çekmiyordu. Mesafe, zaman ve yön kavramımızı kaybetmiş halde orada, nerede olduğunu bilmediğimiz bir yerde oturduk. Yanımızdan birçok ses geçti. ‘Çulluklar gözlerimizi oydu,’ dedik. Seslerden biriyse şöyle dedi: ‘Bunlar gazeteleri fazla ciddiye almışlar.’ Sesler ortadan kayboldu. Bizse öylece, omuz omuza oturmaya devam ettik.”
Yazarın 1947-1955 yılları arasında yazdığı on iki bölümden oluşan “Mavi Köpeğin Gözleri” zaman kavramı olmayan hikâyeleri büyülü gerçekçilikle birleştiriyor. Ölümün ve acının tatlı bir gerçeklikle anlatıldığı eser doğaüstü olayları insan yaşamıyla harmanlıyor. Márquez bu kitap ile okuyucusuna büyülü düşlerini görme fırsatı sunuyor. Eserde düşsel anlatım ve sürrealizmin zirvelerinde dolaşan yazarın nasıl bir gelişim geçirdiğini gözlemleyebiliyorsunuz.
“Doğan günün ışıkları, ötmeye devam eden cırcırböceği, iyi düzenlenmemiş bir klavye gibi aksayan kalbi ve ciğeriyle baş başa oluşu, adeta ayrı bir evren olan bahçeden yükselen taze esinti… Gerçek dünyaya dönmesinde bütün bunların etkisi vardı; ama bu sefer sıçrayışının sebebini kavrayabiliyordu.”
Doğu Avrupa’da Yolculuk
“Doğu Avrupa’da Yolculuk” Márquez’in gazetecilik kimliğini ön plana çıkardığı ve Doğu Avrupa’daki ülkelere yaptığı seyahatin bir güncesi. Márquez, Doğu Almanya’dan başlayarak Çekoslovakya, Polonya, Macaristan ve Sovyetler Birliği’ne uzanan gazetecilik serüveninde kendi gözlemlerini aktarmıştır.
“Hiçbir şeyin belirgin olmadığı, hiç kimsenin neye güveneceğini pek bilmediği ve gündelik hayatın en basit eylemlerinin bir tür el çabukluğu olduğu bu şehirde şifreleri bilmeyenler sürekli bir kaygı içinde yaşıyorlar. Kendilerini bir barut fıçısının üstünde oturur gibi hissediyorlar. Görünüşe göre hiç kimsenin vicdanı rahat değil.”
Okurken Márquez’in hem yol arkadaşlarına, hem yolda tanıştığı kişilerin hikâyelerine hem de dönemin toplumsal ve siyasi gelişmelerine şahitlik edeceğimiz eser dönemin olaylarına ve insanlarına ışık tutar nitelikte. Soğuk savaş dönemi doğu Avrupası hakkında okura çarpıcı bilgiler vermektedir.
“Sınıfların ortadan kalkması hayret verici bir şey. Herkes eşit, herkes aynı düzeyde, herkes kötü dikilmiş eski püskü giysiler içinde, ayaklarında kalitesiz ayakkabılar var. Hiç acele etmiyorlar, telaş yok, sanki yaşamak için her şeyi ağırdan alıp tüm vakitlerini kullanıyorlar. Burada da köylerdeki aynı saf, iyi kalpli ve sağlıklı kalabalık kitleler var ama devasa boyutlarda.”
Deniz Demirdağ, “Büyülü gerçekçiliğin temsilcisi Gabriel García Márquez”, Kitabın Ortası dergisi, Ocak 2019, sayı 22.