Kaç gündür, bilmem neden, elimde evirip çevirerek muhakemeler kurup yargılarda bulunduğum bir Erdem Bayazıt fotoğrafı, beni safran sarısı, güneş lekeleriyle tutuklanmış, ayva kurusu zamanlara çağırıyor. Hayal meyal duygular içinde, sarsak ve fakat umutlu zamanların ahengiyle çitilenmiş, çifte kavrulmuş sevinçli zamanlar…
Nezaket abidesi bir portre duruyor karşımda
Meraklı ve fakat kalender bir bakışın parlayıp durduğu fotoğraftaki o bir çift göz, mutmain bir kalbin çehreye yansıyan tarafında eğleşirken, anlıyorum ki seramik bir tabak, vazoda çiçekler ve fotoğrafa usulca ucundan sokuluvermiş bir çerçeve kadar anlaşılmayı bekleyen nezaket abidesi bir portre duruyor karşımda. Seramik bir tabakta, çiçeklerin bulunduğu kesme vazoda ve fotoğrafa ucundan usulca sokuluvermiş bulanık bir çerçevede anlaşılması gereken tek şey, eşyanın önünde duran bir şairin sade, gürültüsüz ve lirik burkuntularla örülü, anılası günler içinde yaşlanan onurlu bir yaşamı olmalı diye geçiyor içimden. Bu yaşanmışlıkta sahici kılınan taraf ise, mutmain bir mümin çehresi ile Bayazıt’taki hayretin, mukavemetin, asaletin ve direnmenin soylu tarafını seçen asil bir doymuşluk tadı bırakmasıdır izleyende.
Erdem Bayazıt ki, gürbüz bir çağ karşısında vakarlı, sözcüğün yalınlığıyla serazat, imanın soluğunu ölüm karşısında hep yanı başında hisseden ve güzel adamlığın MüslümancAsını gösteren, Mekke bakışlı özge bir sultan mahçupluğudur şiirimizde. Çünkü ‘ölüm bir melek elinde gelir / ve öper usulca yüzleri.’ Mahçupluğu bundandır şairin. Bir tek kare fotoğraf, bilirim ki İpek Yolundan Afganistan’a yüreğini, bilincini, umudunu taşıyan bir şairi anlatmaz. Kandehar’da, Hindikuş’ta, Kâbil’de sessizliği büyüten bir mücahidin kutlu sabrını örmektedir zaman. Kendi içinde yalın, cesaretiyle vakur, Müslüman kardeşler arasında o, yaklaşan dağları mutantan bir sabır heykeli gibi beklemektedir. Yani ki o dağlarda kardeşler vardır sancısı sancısına, sancımıza ortak kılınmış. O dağlarda bekleşen şehadete arzulu kardeşler ki umudunu umuduna, umudumuza rapteylemiş.
Ama biz Müslümanız!
Hatırlayanınız mutlaka vardır, altmışların sonlarına doğru, birkaç güzel adam bir araya toplanarak ‘yedi güzel adam’ oldukları vakit, gereğinin bellenmesi gerektiğine inandıkları bir tavrın peşi sıra yaralı bir ceylan ürkekliğiyle koşar adım ilerlediler. Zira o vakit, Türkiye sahnesinde işgâl edilen sanat ve edebiyat sıraları sonradan birer birer dolmaya başlamış idi. Edebiyatın ve şiirin o bitimsiz sıcaklığında buluşan sıcak çehreler içinde Erdem Bayazıt, “barbar güçlerin, teknolojinin yıktığı, Tanrı’dan kopardığı insanın manevî kurtuluşunu arayan Sebeb Ey…” bir orijinallik hâlinde duru bir beklenti ve billûrdan süzülen şiiriyle Müslümanın varlığını ve estetiğini dokuduğu mısralar çıkarmıştı ortaya. Bundan sonrası için halk, inancını dile getirebilen asil bir duygunun sahibi ve bir gerçeklik unsuru olarak paradigmanın sözde sahiplerine, düzene eklemlenmeyeceğini fısıldamıştı artık. Toplumsal olanı kurcalayan dönemin edebiyat mantığı için Müslümanların yaptığı sadece bir fantezi idi. Fantezi idi ve toplumcu düşünmek ancak seküler bakış ve laik bir model sunduğu vakit makbul sayılmakta idi. Altmışlar ve yetmişler boyunca ayağı yere basan bir edebiyat hamlesi olarak üstad Necip Fazıl’ın Büyük Doğu hamurunda şekil alan Diriliş ve Mavera, ete kemiğe bürünmeden önce, dergi çıkarma düşüncesi aşamasında Sezai Karakoç’un bir tek cümlesiyle ‘vira bismillah’ demişti; ‘Ama biz Müslümanız!’
Müslümanız ve unutulmuşlukları bir bir çağıran o gür sesinde, yalın ve fakat dobra bir tavrı bütün ‘inanmışlar çağından’ alkışlarla karşılayan ve çehresine sinen ince maestro tebessümüyle bilmelisiniz ki oldukça rahattır Erdem Bayazıt. O rahatlıkla mündemiç vicdan aynası ve işini eksiksiz yerine getirmiş bir gizli öğreti sahibi gibi yalın kılıç bakabilmektedir objektife. Çünkü yazıverdiği burçlar; gürültülü + yanık + donmuş tek karede, biteviye çığlıktır. Yani, düşünceler bir terkip hâlinde, nüvesi insan olan ve insan elinde şekillenen seramik bir tabakta, bir kesme vazoda ve objektife usulca ucundan sokuluvermiş bulanık bir çerçevede bekleyenden başka bir şey değildir. Fakat kanaatim odur ki, -bunu mutlaka arz etmeliyim- uçarı bir telaş sonrası, üzerinde kalın hırkası, yüzünde her daim düzenli kesilmiş bıyığı ile masasında düşüncelere kulaç atmakta olan bir şairin içinden geçenler, en az ateşi karıştırarak düşünen bir eşkıyanın düşünceleri kadar tehlikeli olabilir. Tehlikesi şu, paradigmanın hilafına söz söyleme kabiliyetini elinde tutan bir şair, bir milleti Mevlânâ’nın, Yûnus’un, İkbal’ın, Akif’in dergâhına davet edebilir bizleri. Biz ki kudreti elinde tutanın ve O’nun sevgilisine sevgili olan şairleri bilir ve severiz. Zira fikir, bir mücerred olarak ölümü henüz yenebilmiş değil. Rahmet henüz kesilmiş değil. Kalbimiz, evet o bile hâlâ çarpabiliyor.
İman ederiz ki Erdem Bayazıt sevgilisine kavuştu; sararan bir fotoğrafta bekleyen vuslat, bilmem ki bizleri ne zaman, nerede bulur?
Reşit Güngör Kalkan yazdı