Bozdağ’dan parlayan güneş Bilal Yaldızcı
“İnsanların en hayırlısı atının dizginine sıkıca tutunup nerede bir feryad, bir tehlike sesi duysa atını oraya süren kişidir.’’ (Hadis-i Şerif)
Şehadet; ümmetin, tevhid ve özgürlük mücadelesinin en deruni ifadesi... İman, inanç ve ebediyetle ilgili yegâne damarımız… Yok oluşu yok eden kutlu bir nefes… Şehidlik! Şehid olmak, sonu değil sonsuzluğu hatırlatan toplumsal hafızamızdır. Şehidler, yolumuzu aydınlatan meşaleler… Yürekleri kor bir ateşle yanıp tutuşur. Sönmeyen bir aşk ateşidir onların taşıdıkları.
Şehitler kervanı...
Abdulfettah İsmail, Halid El-İslambuli, Abdulaziz Rantisi, Fethi Şikaki, Sedat Yenigün, Fuat Çağlar, Metin Yüksel... Ve Bilal Yaldızcı gözlerinde içindeki yangının izleri olan henüz yirmisinde bir fidan. Şehitlik arzusuyla dolu coşkun bir gönül…
1967’de İzmir’in Ödemiş ilçesinde dünyaya gelen Bilal Yaldızcı ailenin tek erkek çocuğuydu. İki de kız kardeşi vardı. Nihal ve Zuhal. Ailesi tek erkek çocuk olması sebebiyle üzerine çok düşüyordu. Lise yıllarında Afgan cihadıyla yakından ilgilenen her genç gibi Bilal’in de yüreğinde fırtınalar kopuyordu. Ümmetin bağrında yanan ateş kavuruyordu onu. Afganistan’a gidip mücahitlerin yanında Ruslara karşı savaşacaktı. Lise yılları hep mücaele ile geçti. Yaptıklarıyla arkadaş çevresini ve ailesini oldukça şaşırtıyordu. Bu konuda kardeşi Zuhal Yaldızcı’nın söylediklerine kulak verelim:
“Bir gün eve gece yarısı geldi. Hepimiz merak içinde onu bekliyorduk. O ise gayet rahatlıkla içeri girdi. Zaten meraktan iyice yorgun düşen annem ağabeyimi sorularla boğdu. Biz başına bir şey gelmesinden korkuyorduk. Fakat hiç ummadığımız bir cevapla karşılaştık. Diyor ki, ‘Anneciğim şu anda kabristandan geliyorum. Bu yaptığım şeyi altı aydır sürekli yapıyorum. Amacım içimdeki ölüm korkusunu yenebilmekti. Gördüm ki, doktoru, avukatı, zengini, fakiri hepsi orada ses çıkarmadan yatıyor’ Ağabeyimin şehit olduğu haberi geldikten sonra müdürlük yaptığı kuran kursunun masasında küçük bir not bulundu: ‘Allah’a şükür ölüm korkusunu yendim’ diye…”
Ahmet Şah Mesut’un yanında
Bilal arkadaşlarıyla birlikte sürekli Bozdağ’a tırmanır. Bunu yapmasındaki amacı Afganistan’a gittiğinde Hindikuş dağlarında zorluk çekmemek içindi. Liseden sonra Afganistan’a gitmeye karar veren Bilal evden ayrılırken ailesine Pakistan’a okumaya gidiyorum demişti. Afganistan’da mücahitlerle beraber bir yılda kızıl orduya karşı büyük zaferler elde ettiler. Pençşir mücahitlerinin destansı direnişi Türkiyeli Müslümanların da gurur kaynağıydı. Pençşir mücahitlerinin komutanı Ahmet Şah Mesut için Bilal ailesine yazdığı mektupta şunları diyordu: Bunu kelimelerle ifade edemem. Öyle birisi ki, diyorum. İşte öyle birisi. Bir tane daha eşi yok diyor ve çıkıyorum işin içinden. Allah onu Afgan cihadına bağışlasın(Amin). Bir yıldır bulunduğu Afganistan’dan Türkiye’ye geri dönmeye hazırlanıyordu. Öyle bir vedaydı ki bu içini yakıyordu. Ahmet Şah Mesut ona:
- Git!... Gitmelisin. Biz buradayız ve burada varız. Siz de orada olacaksınız. Sizin işiniz bizden kolay değil. Bizi kurbanlık koyunlar gibi görme demişti. Geri dönüş yolculuğunun üçüncü günü mola verdiği yerde bir mücahit birlikten komutan Şah Mesut’un her taraftan mücahit istediğini öğrendi. Aylardır beklenen gecikince bahara kaldığı zannedilen taarruz başlayacaktı. Geri dönemezdi o da katıldı mücahitlerin arasına.
Bilal öldü derler ise sakın inanma!
29 Ekim 1987 sabahı taarruz başlamadan şehadet şerbetini içmeden önce defterine yazdığı son satırlar şunlardı: ‘’Bu savaş bitecek, hem de karanlığa kalmadan, bir iki saat içinde bitecek!’’
Bozdağ’ın parlayan güneşi ailesine yazdığı son mektupta ailesine şu cümleleri kaleme alıyordu:
“Babacığım nasibimde gidip dönmemek gelip de görememek var. Peygamberlikten sonra en büyük mertebe şehitliktir. Sizin yapacağınız Allah’ın takdirine rıza göstermek, boyun eğmek, kesinlikle isyana yönelmemektir. Şimdiye kadar İslam’ın edebiyatını yapan bizler, artık geleceğe yönelmek zorundayız. Gerçek ne kadar acı olsa da.”
Ölüme meydan okumayı, ölümden korkmamayı, ölümü ölümsüzlük bilmeyi yeniden öğretti bize Bozdağ’ın yiğit mücahidi.
Kalıp hedefine bir kuş olup uçtu. Bu onun en büyük arzusuydu. Bilal dimdik durdu, dağ gibi durdu. Bozdağ’ın görkemli duruşu gibiydi.
Ali Yaşkın
Rabbim şehidliği istemeye bile yüreği olmayan bizlere,
kanlarıyla namuslarımızı kurtaran şehitlerin şefaatini nasip etsin. AMİN