Batı Trakya meselesi ve İskeçe Müftüsü Ahmed Mete

"4 milyon km2’lik vatan toprağı 780 bin km2’ye inmiş, koca Devlet-i Aliyye tarumar olmuş, tespihin tanelerinin her biri bir yana savrulmuş, bu herc ü merc içerisinde Batı Trakya’nın da sözü mü olur? İskeçe Müftüsünün vefatı sebebiyle Batı Trakya’daki soydaşlara nazarlarınızı çevirmek istiyoruz."

Batı Trakya meselesi ve İskeçe Müftüsü Ahmed Mete

Bölgenin tamamı Müslüman ve İstanbul lehçesiyle Türkçe konuşuyor. Ancak, bu yemyeşil coğrafya ciddi bir anlaşma yapılmadan Yunanistan’a terkedilmiş. Meriç Nehri sınır kabul edilmesine rağmen Venizelos’un talebi üzerine ülkemize yakın köyler (20 km) Türklerden arındırılmış. Bugünkü azınlık eskilerin aldığı yanlış kararların sıkıntısını yaşıyor. İstanbul Rumlarına muadil olarak bırakılan Batı Trakya Müslüman azınlığı bin bir sıkıntı ile yüz yüze bırakılmış. Bugün din hizmetleri ve eğitim hususunda, yapılan antlaşmaya Yunanistan tarafından uyulmuyor. Bir Müslüman vefat etmeden önce benim cenaze namazımı filan kıldırsın diye vasiyet etse Yunan Hükümeti buna da müdahale ediyor ve izin vermiyor. Vefat eden İskeçe Müftüsü Ahmet Mete’yi 4 ay mahkum ettiren “Gökçepınar Olayı” böyle bir cenaze namazı hadisesinin neticesinde vuku bulmuştu.

Azınlığın eğitim meselesi 100 senedir çözülmedi, devam ediyor. Keza Müftülük sorunu devam ediyor. 1913 Atina Antlaşmasında “Müslümanların din hizmetleri “Baş Müftülük” tarafından yürütülür” denmesine rağmen müftülerin bağlı olduğu üst makam bugün hala tesis edilmiş değil. Yunan Hükümetleri müftülük kurumunu atama yoluyla dolduruyor fakat Baş müftüyü atamıyorlar. Durum böyle olunca ilmi ehliyeti olan hocalar yerine kim Yunan Hükümetine yakınlık gösteriyorsa o müftü olarak atanıyor. Son senelerde evlere şenlik bir “240 İmam Yasası” çıkardılar. Kasaplar, berberler, tamirciler, garsonlar Yunan hükümeti tarafından imam olarak atanıyor. Neden müftüleri azınlığa seçtirmiyorsunuz dendiğinde biz laik Türkiye’yi örnek alıyoruz diyorlar.

Batı Trakya’daki köylerde, kendi arazisini korumak isteyen azınlık tek başına görevli tacizcilere karşı mücadele veriyor ve karakollarda sürünüyor. Adamlar resmen o toprakların 800 yıllık sahiplerine buraları terk edin diyor. 1967’de idareyi zorla ele geçiren askeri cunta subayları hapse atıldı, ancak onların gasp ettiği araziler eski sahiplerine iade edilmedi. Demek oluyor ki bugüne kadar gelen hükümetler Türk Azınlığı konusunda cuntacılardan farklı düşünmemiş. Kimse de burada neler olup bittiğini sorgulamıyor. Sorunu uluslararası mahfillere taşımıyor. Ne İslam İşbirliği Teşkilatı ne BM İnsan Hakları Örgütü tarafından hazırlanan raporlarda Batı Trakya yer almıyor. Keza her yıl yayınlanan ABD İnsan Haklarını İnceleme Raporunda da Batı Trakya tabiri geçmiyor. Bölgede yaşayan Müslümanların karşılaştığı sorunlar hakkında uluslararası mahfillerde veya medyada ses getirici girişimler yapılmıyor, makaleler yayınlanmıyor.

***

Batı Trakya’da, Kuşçubaşı Eşref, Cihangirzade İbrahim ve Selim Sami Bey gibi gönüllülerin gösterdikleri kahramanlıklar, çocuklarımıza tarih şuuru kazandırılması için okutulması gereken, bölgeye ait birer kahramanlık destanıdır. Bu destanlardan bir tanesini anlatacağız:

Rusya’dan Bulgar Ordusuna gönüllü olarak katılmış olan Dimitriyef, Rus Grandüklerinin emrinde Gümülcine’yi müdafaa ediyordu (Gümülcine o zamanlar Bulgarların elinde idi) Bu zalim adamın Müslüman Türklere yapmadığı alçaklık ve işkence kalmamıştı. İsmini duyanlar nefret ediyor ve korkudan tir tir titriyorlardı. Zira Dimitriyef kana susamış bir canavar idi. Selim Sami Bey bu zalimin yaptıklarını duyunca, vakit geçirmeden gereken planlamaları yaptı ve şehrin varoşlarında Dimitriyef’le savaşa tutuştu ve unutulmaz bir ders verdi. Evvela onunla asli kuvvetlerini ayırmaya muvaffak oldu, sonra da meşhur gerilla savaş tabyasını kullanarak fedailerini doludizgin içlerine saldı, arkasında da seçme askerlerini süngü hücumuna kaldırdı. Dimitriyef’e karşı nefret ve kinle dolu olan Türk gönüllüsü hükmünü verdi ve Rus-Bulgar Birliği Gümülcine’de perişan oldu. İçlerinden hemen hemen kurtulan olmadı. (Özetini anlattığımız bu kahramanlık destanının devamını Merhum Mehmet Niyazi’nin “Yazılmamış Destanlar” isimli kitabından okuyabilirsiniz).

Tarihin sayfalarını karıştırdığımız zaman, meğer “Batı Trakya” diye bir tabir hiç yokmuş. Cafer Tayyar Paşa hatıratında, “Bizim Misak-ı Millimizde sadece Trakya tabiri var. Şarki Trakya, Garbi Trakya diye bir coğrafya taksiminin vatan bütünlüğünü en aşağı Edirne kadar Türk olan bu mıntıkaları elden çıkarma manasına almak, Lozan’da düşmanlarımızın bize maharetle kabul ettirdikleri bir oyundan ibarettir. Biz istiklal mücadelelerini yaparken Trakya’nın şarkını garbını düşünmemiştik. Zira bölge bir bütün olarak anılmakta idi” diyor.

Bu ifadelerden anlaşıldığı üzere, İngilizler “Batı Trakya” tabirini Lozan Antlaşmasında tedavüle sürmüşler ve bizim murahhaslarımıza da kabul ettirmişler. İsmet Paşa’nın böylesi ciddi bir meselede müzakere yürütecek kadar yabancı dil ve diplomatik tecrübeye sahip olmadığı, buna rağmen müzakereleri diğer üyelerle istişare etmeden Ankara ile haberleşerek yürütmesi dikkatinin dağılmış olmasına sebep olabilir. Batı Trakya Meselesinin Lozan’da hiç gündeme gelmemesi, Gümülcine’den giden heyetin orada kimse ile görüşememesi, bölgenin daha önce Paris Londra ve Ankara arasında gazeteci rolünde mekik diplomasisi yürüten Fransız diplomatı Berthe Georges Gaulis’in girişimleri neticesinde mi bu karara varıldığını akla getirmiyor değil. Atatürk’ün 16-17 Ocak’ta Ahmet Emin Yalman’a verdiği mülakatta da Batı Trakya’nın Misakı Milli hudutları içinde olmadığı, bu konunun sonradan ihdas edildiği açıklanıyor.

Yunanlılar buralara hakim olunca azınlığı yıldırma ve asimilasyona başladı. Baskılar neticesinde 600.000 kişilik Müslüman nüfusu 100.000’e indi. Soydaşlar kurtuluşu Türkiye’ye göç etmekte buldular ve Doğu Trakya, Bursa, Küçükçekmece gibi yerleri vatan edindiler. Göç neticesinde azınlık nüfusunun artması lazım gelirken azalmaya başladı. Kıbrıs Barış Harekatı sırasında arazi sahipleri korkutularak yurtlarını terk ettirdiler. Bugün soydaşlarımızın Batı Trakya’dan Türkiye’ye göç etmeleri yöntem değiştirmiş ve ülkemizde soydaşlara sağlanan iş imkanları ve uzun süreli oturum izinleri ile devam ediyor. Batı Trakya Türklerden bu şekilde arındırılıyor.

***

“Tarihi olayları bulundukları siyasi ve sosyal atmosfer içinde değerlendirmek lazım” sözü doğrudur. Ancak, Batı Trakya denilince sanki tarihin çarkları tersine dönüyormuş gibi saç baş yolduran bir tezat söz konusu. Heyetimiz Lozan’a muzaffer olarak gitti, maalesef masada ciddi bir mücadele veremeden döndü. Oysa Misak-ı Millî’de: “nerede Türkler çoğunlukta ise orası Türk yurdudur” denmişti, Vilson Prensplerinde de benzer bir madde vardı. Ancak bu kural Batı Trakya için işletilemedi. Halifelik gibi bir kurumdan vazgeçiyorsunuz ve halkının yüzde 85’i Türk ve Müslüman olan Batı Trakya’nın o günkü fiili durumunu tartışmaya açamıyorsunuz. Bugünkü mantıkla bunu anlamak zor.

Batı Trakya daha önceki anlaşmalarla Bulgarlara bırakıldı bahanesine sığınmasın. Bölgenin Bulgarların elinden alınıp o zamanki konjonktür gereği Yunanistan’a verilmesi yerine orada yaşayan Müslüman halka terk edilmesi gerekirdi. Zira iki kere Yunanistan’ın da Bulgarlara karşı destekledikleri yerel bir Garbi Trakya Cumhuriyeti kurulmuştu. Garbi Trakya Cumhuriyeti Lozan’da tanınsaydı Lüxemburg’un 4 katı bir ülke olacaktı. Tabiatıyla Türkiye’nin Kıbrıs’ta olduğu gibi garantör ülke olması gerekirdi. O zaman Yunanistan dahi bölge Bulgarlara terkedilmediği için bu devleti ilk tanıyanlardan olacaktı.

***

Türkiye hudutları dışında onlarca akraba toplulukları var. Her bir topluluğun hikayesi ayrı ayrıdır. Ancak misak-ı milli hudutları dışında kalmış olan Türk’ün acı kaderinin en feci örnekleri Batı Trakya’da yaşanmıştır. Cephede canları pahasına kazanılan topraklar bir oldu bitti ile Yunanlılara teslim edilmiş. Hele 8 kişi arasında yapılmış bir plebisit olayı var ki dönemin entrikalarını açıkça gösteriyor.

İmparatorluğun yıkılış alametlerini gösterdiği sırada, Batı Trakya’da büyük mücadeleler verip Müslüman nüfusun çokluğundan yararlanan Cihangiroğlu İbrahim Bey, tıpkı Kars havalisinde kurduğu Güney Batı Kafkas Cumhuriyeti gibi burada da Garbi Trakya Cumhuriyetini kurmuş idi. Ancak doğuda kurduğu ve bilahare Türkiye’ye ilhak ettiği Cumhuriyeti ilhak mantığı Batı Trakya’da işlemedi. Anlaşma masasında çeşitli blöfler yapılarak Batı Trakya üzerinde çoğunluğun hak iddia etmesi engellendi ve neticede Selim Sami’nin cephede kazandığı Gümülcine masada kaybedildi.

Malumunuz İngilizler bir yeri terk ederken muhakkak tartışmalı bir problem çıkardıktan sonra oradan ayrılırlar. Kıbrıs’tan ayrılırken Vilson Prensipleri dediler ve bizimle Yunanistan’ı karşı karşıya getirdiler. Ancak Batı Trakya’da nüfusun yüzde 85’i Müslüman ve Türk olmasına rağmen orada nüfus faktörünü hiç hesaba katmadılar. Bazı Avrupa ülkeleri büyüklüğündeki bu bölgenin halkı ve coğrafyası Doğu Trakya’ya bağlı olmasına rağmen Yunanistan’a verdiler. Yunanlılar da 19 sayılı bir kanun maddesiyle Türkleri bölgeden uzaklaştırdı. Bu madde bugün yürürlükten kaldırıldı, ancak Yunan vatandaşlığından çıkarılan binlerce soydaşlarımız hala vatandaşlık alamadılar.

Peki Batı Trakya şimdi ne durumda? Bölgeyi gezdiğiniz zaman Müslüman Türk Toplumuna uygulanan ayırımcılığı ayan beyan görebilirsiniz. Gümülcine ve İskeçe şehirlerinde imar ve onarım izni verilmemiş nerede köhne ve eski bir ev varsa Türklere ait olduğunu anlarsınız. AB’ye girmiş ve evrensel insan haklarını uyguladığını iddia eden Yunanistan hükümetleri kendi insaflarına terkedilmiş olan bu Batı Trakya Türk Azınlığını azaltmayı ve onlara eşit davranmamayı bir devlet politikası haline getirmiş. Yunanistan’da hükümetler değişiyor ancak Türklere bakış açısı değişmiyor. Mesela, İskeçe Müslümanlarının başlarına seçtikleri müftülerinin cenaze törenine bizim TBMM Başkanımız katılmasına rağmen hiçbir resmi ve gayrı resmi Yunanlının katılmaması Yunanlıların azınlığa bakışını gösteriyor. Bu nefret dahi Yunanistan’ın Batı Trakya’da kendi vatandaşı olan azınlığa karşı adil ve samimi olmadığını gösteriyor.

Yazımızı 15 Temmuz 2022 tarihinde vefat eden ve cenaze törenindeki kalabalıkla Yunanlıların kimyasını bozan İskeçe Türk Toplumunun Seçilmiş Müftüsü Ahmet Mete’ye rahmet ve mağfiret temennileriyle bitirelim. Ruhu şad, mekanı cennet olsun.

YORUM EKLE
YORUMLAR
Evladı Fatihan
Evladı Fatihan - 1 yıl Önce

İnterneti taradım İskeçe Müftüsü Ahmet Mete Bey tek başına bir kahraman gibi Yunanlıların karşısında durmuş. Yaptığı bütün konuşmları Türklerin haklarının savunulmasıyla ilgili. Allah gani gani rahmet eylesin. Genç yaşta ve sağlam bir bünyeye sahip olan bu zatın ani ölümü gerçekten bizleri üzmüştür.

Hüseyin
Hüseyin - 1 yıl Önce

Faziletli Müftü Ahmet Mete sürekli tehditler alıyordu. Müftülüğün duvarlarına Yunanca "en iyi Türk ölmüş olan Türktür" gibi tehdit yazıları yazılıyordu. Allah rahmet eylesin.