Arınsak hamlıktan, pişsek hikmet ocağında

Şimdi kelâmın yittiği bir çağdayız Ya Hâtem-ül Enbiya. Muhtacız senin muhabbetine..

Arınsak hamlıktan, pişsek hikmet ocağında

 

“Sultân-ı rüsûl, şâh-ı mümeccedsin Efendim!../ Bîçârelere devlet-i sermedsin Efendim!../ Dîvân-ı İlâhîde ser-âmedsin Efendim!../ Menşûr-ı le’amrüke mü’eyyedsin Efendim!..”

Şeyh Galip Dede böyle başlamıştı söze o meşhur naatında. Seni söylemişti, sana söylemişti. Seni çağırmıştı kelâma Ya Resulullah. Sana çağırmıştı kelâmı. Yüreğinde kor bir ateş… Yüreğinde aşkınla harlanan kor… Sana çağlamıştı gönül çağlayanı. Sana… Özlemle…

Sen söze geldiğinde Ya Muhammed-ül Emin, on sekiz bin âlem sonsuz bir iklim-i hüsn. Yüreğimize değen ipekten yumuşak bir rüzgâr. Zaman ve mekân avuçlarından akan iksir. Sözler sana kanat çırpan pervaneler. Sözler aşkının ateşinde yanıp kavrulmuş pervaneler.SİYER

Mahcubiyetinden ağlamaklı olur seni anan bütün sözler. Seni methetmek cüreti ne büyük bir cüret. Seni ta ezelden övmüş Yüce Yaratan. Ervah-ı ezelde levh-i kalemde adın yazılıdır en önde. Ruz-ı mahşerde yanı başımızdasın. Seçilmişlerin en güzeli. Mazlumların gönül dergâhısın. Bîçârelerin yegâne dayanağı, yoksulların dostu.

Yaşamak susuzluğuyla yanmış yüreklerimize…

Sen söze başlayınca Ya Nebiyyü'l-Ümmî, cümle varlık sekerat-ül mevtle dinlerdi seni. Çöl namütenahi bir zikre dururdu eteklerinde. Bütün semavat sana dönerdi, seninle dönerdi. Sen söze başlayınca dizinin dibinde yoksullar, garipler, yolcular, yola gelenler… Diz kırıp otururlardı. Dizinin dibinde sonsuz saadet…

Konuşunca usul usul konuşurdun. Derde derman gibi. Merhem sürülür gibi gönül yaralarımıza… Sağaltırdın cümle yaralarımızı. İyi olurduk, iyilerden. Yaşamak susuzluğuyla yanmış yüreklerimize ab-ı hayat sunulurdu dilinden. Yetim bırakılmış kelimeler söyleşirdi senin yetim dudaklarında. Sen sonsuz bir huzurla konuşurdun. Sonsuzca dinlerdik seni huzurda.

“Ben bu dünyada, bir ağacın altında gölgelenen, sonra da onu terk edip giden bir yolcu gibiyim.” demiştin. Bir yolcu… Üstüne uzandığın hasır iz yapmıştı mübarek bedeninde. Seni gören Hattab’ın Oğlu Ömer üzülmüştü ve ağlamıştı. Senin o şifa makamındaki dilinden, “İstemez misin Ya Ömer, dünya onların olsun, ahiret bizim…” diye derdimize derman sözler dökülmüştü. Sızlayan bilincimiz seninle ermişti sükunete. Senin mübarek sözlerinle…

Varaka Bin Nevfel yeniden yorsa senin en güzel düşünü

siyerDünya bir ömürlük misafirlikmiş Ya Fahri Kainat. Bir ömürlük… Misafirlik… Bir düşten düşeyazmakmış dünya. Bir düşten… Sen bütün düşleri hayra yazardın. Yorardın hayra, yora yora yorgun düştüğümüz düşleri.

Yorgun gibiyiz. Yorulmuş… Kısacık bir misafirlik, upuzun bir yorgunluk… Kelâmın yokluğu… Sözün yoksunluğu, sözden yoksunluk… Bir muhabbete otursak Ya Habibullah bir ömürlük misafirliğimizde. Varaka Bin Nevfel yeniden yorsa senin en güzel düşünü. Annemiz Haticet’ül Kübra tasdik etse senin düşünü, en gerçek. Bir sohbet başlasa sonra hane-i saadette. Arınsak hamlıktan, pişsek hikmet ocağında. Sen anlatsan, yeniden anlatsan, yeniden…

Şimdi kelâmın yittiği bir çağdayız Ya Hâtem-ül Enbiya. Muhtacız senin muhabbetine. Ne kadar az konuşuyoruz sahi senden. Ne kadar da uzağız... Kelâm yok. Kesif bir sessizlik denizi. Karmakarışık bir gürültü çağlayanı. Karmakarışık… Kesif karanlık… Suskunluğun intiharına sığınıyor bütün sözler. Yetim bırakılmış bütün kelimeler. Tıkır tıkır işleyen bir teknik dünyada yürekler söylenmemiş sözler mezarlığı. Söylenmemiş sımsıcak sözler…

 

Muaz Ergü yazdı

YORUM EKLE
YORUMLAR
Servet
Servet - 11 yıl Önce

Metni Boydan boya kaplayan ve İnsanın Duymaktan Kaçamadığı Hüzünlü bir Ahengi Tınısı Sesi var...Günümüzde artık Kullanılmak istenmeyen Klasik İmgeler Metni Derinleştirmiş..Yazar Beyi Tebrik Ederiz. Siteye de çok Yakışmış. Yazıların Devamını Bekleyerek...