Amerika'da siyahi hareket ve Dhoruba bin Wahad

Amerika’daki siyahi Müslüman öncüler arasında öne çıkan isimlerden biri olan Dhoruba bin Wahad, hiçbir zaman tanışamadığı Malcolm X'den derinlemesine etkilenmiş ve dava bilincini beslemişti. Deniz Baran yazdı.

Amerika'da siyahi hareket ve Dhoruba bin Wahad

Malcolm X’in ölüm yıldönümünü birkaç hafta önce geride bıraktık. Hem Dünya Bizim’de hem birçok mecrada kendisi hakkında eski yazılar yinelendi, yeni güzel yazılar yayımlandı. Bu yazılanların çoğunda elbette onun hayatına birçok açıdan yaklaşan farklı perspektifler mevcuttu ve fakat hepsinin –şüphesiz- konuyu getirdiği yer Malcolm’un davası ve davasına duyduğu tutkuydu. Peki bu dava neydi? Tabi ki ilk önce İslâm davasıydı, insanlık ve adalet davasıydı. Bu davanın beslendiği zemine baktığımızda ise ABD'nin siyahiler ile olan zulüm ve ayrımcılık dolu ilişkisi meselenin kökeninde yatıyordu. Bir başka deyişle, Malcolm X de dahil olmak üzere İslâmi bir direniş/ duruş sergileyen siyahi hareket vücut bulmuştu ve bu hareketin asabiyetini sağlayan (hatta biliyoruz ki birçoğunu ideolojik anlamda İslâm’a iten) şey ilk etapta ırkçılıktı.

Malcolm X, bu siyahi İslami hareketin hem yaşamı hem ölümüyle en çok öne çıkan figürlerinden biri hatta belki en öne çıkanıdır. Fakat ırkçılığa karşı hareketlerin Müslüman siyahlardan müteşekkil olmadığını, hatta sadece siyahlardan müteşekkil olmadığını biliyoruz. O halde davasını İslami altyapıyla besleyen fraksiyon nasıl büyük bir harekete dönüşmüş? Malcolm X her ne kadar öne çıkan figür olursa olsun onunla başlamayan ve onunla da bitmeyen bu davanın başka öncüleri, başka liderleri kimdir? İşte bu sorulara cevap vermek için kısa bir yazı dizisi yapmak istiyordum. Malcolm X’in ölüm yıldönümünde kendisini bol bol yad etmek ise bu isteğimi fiiliyata dökme arzumu kabarttı.

Yukarıdaki soruları derin bir analiz ile incelemeyeceğim veya doğrudan cevaplar vermeyeceğim. Aslında daha önce yine Dünya Bizim için Amerika’daki Müslümanlar hakkında yaptığım 2 röportaj (Nuri Tınaz ve Kasım Kopuz hocalarla) bu konuda güzel analizler ortaya koyuyor. Benim bu yazı dizisinde izlemeye karar verdiğim yöntem ise şu oldu: Malcolm X kadar ismine aşina olmadığımız ancak aktivist öncü yahut hareket lideri olarak kabul edilebilecek 5 ismi mercek altına almak. Onların hayatlarından ve faaliyetlerinden yola çıkarak tümevarım mantığıyla birtakım cevaplara ulaşabileceğimizi umuyorum. Yazı dizisi sırasında göreceğiniz isimler, Malcolm X’in de dönüşümünde mihenk taşı olan Nation of Islam ile elbette iyi kötü bağa sahip olacaklardır, zira Nation of Islam siyahi İslami hareketin çatı kurumu mahiyetinde bir hareket. Ancak not düşmeliyim, buna rağmen bu hareketin ilk lideri olan Elijah Muhammed ve sonrasında hareketin ikiye ayrılan ana gövdesinden birinin liderliğini yıllarca üstlenen İmam Louis Farrakhan’dan bahsedilmeyecek. İtikadi olarak aleni problemleri olan bu figürleri kişisel tercihimle dışarıda bırakıyorum. Bu başlangıç yazısıyla ilk üstünde duracağımız isim Dhoruba bin Wahad. Amerika’daki siyahi Müslüman öncüler arasında öne çıkan isimlerden biri olan Wahad, geçtiğimiz yıl Atlanta’da bir otelin önünde saldırıya uğrayınca kısa bir süre de olsa tekrar gündemimize girmişti.

Kara Panterler’in New York liderliğine giden yol

1945 yılında Amerika’da doğan Dhoruba Mücahid bin Wahad’ın ilk adı Richard Earl Moore. Daha sonraları ihtida ettiğinde alacağı şu anki ilk ismi “Dhoruba” ise Swahili dilinde “fırtınada doğan” demekmiş ki Richard Earl Moore’un ihtida edişini bir yeniden doğuş olarak kabul edersek bu ismin oldukça manidar olduğunu söylemek gerekir.

Amerika’da ırkçılığın had safhada olduğu bir dönemde Dhoruba’nın (o zamanki ismi ile Moore’un) kendini siyahi hareket içinde bulması güç olmaz. 1968’de dönemin en etkili siyahi hareketi olan anti faşist, anti kapitalist ve anti emperyalist Kara Panter Partisi’ne katılır. O dönem bir Marksist olan Moore (Dhoruba), Maocu bir çizgide olan Kara Panter Partisi’nde önemli eylemlerde bulunur. Dönemin meşhur paramiliter ırkçı yapılanması Ku Klux Klan’a ve polis şiddetine karşı eylemleri sırasında direniş mantığı da mücadele vizyonu da kafasında oturmaya başlar.

Evvelâ ABD başta olmak üzere Batı ülkelerinin siyahi insanların topraklarını işgal edip insanlarını köleleştirdiklerini ve devletlerini bunun üzerine inşa ettiklerini vurgulu bir şekilde ortaya koyuyordu: “ABD ile bizim aramızdaki ilişki savaş ilişkisidir. Ülkemize saldırdılar, bizi esir ettiler, zincirlere vurup gemilerle Amerika'ya getirdiler, köle olarak çalıştırdılar, işkenceden ve katliamdan geçirdiler. Köleliği kaldırdıktan sonra da gettolara hapsettiler bizi, örgütlenmiş bir yoksulluğa mahkum ettiler, canları çektikçe evlerimizi yaktılar, linç şenliklerinde dar ağaçlarında sallandırdılar. Bu mezalime direnen savaşçılarımızı ya kurşuna dizdiler yahut zindanlarda çürüttüler.”

Bu güçler kendini koruyup başkalarını ezme ve sömürme üzerine bir düzen tesis etmişti. Bu düzene karşı faaliyete geçmek ise elzemdi. Buradan yola çıkarak kendi bilincini ve davasını “Eğer kendimi savunacak hiçbir yol kalmazsa şiddete başvurabilirim. Özgürleşme yolunda bu da bir seçenek olarak bazen göz önünde bulundurulabilir.” mottosu üzerine inşa etti. Artık yeri geldiğinde polise direnmekten ve diğer güçlerle çatışmaktan, eylemsellikten kaçınmayacaktı. Ayrıca yine sömürge tarihinden ve Kara Panter Partisi’nin de genel eğiliminden gelen bir zihinsel atmosfer onu pan-Afrikanist fikirlere de yönlendirmişti. Böyle bir asabiyetle faaliyetlerini sürdüren Moore, sonraları Kara Panterler’in New York liderliğine yükselecekti.

Hapiste İslam'a “döndü”

Takvim 1971’i gösterdiğinde ise Moore’un hayatını derinden etkileyecek bir sürecin ilk halkası Amerikan devleti ve istihbaratı tarafından tezgâhlanan bir komplo ile oluşmuştu. O dönem siyahi hareketle mücadelede operasyonel güç olan devlet yapılanması COINTELPRO (ki adını yazı dizisinde sık sık duyacağız bu birimin) söylendiği kadarıyla işin içindeydi. Tezgâh ise Moore’un 2 polise cinayete teşebbüsle suçlanmasıydı. Kendisi bu suçlamalar ile hapse atılacak ve yıllar süren hukuk savaşı sonrasında ancak 1990’da suçsuzluğunu ortaya çıkarıp devlet komplosunu açığa çıkaracaktı. Kısaca Moore, nam-ı diğer Dhoruba, direnişinin bedelini ağır ödeyecek ve tam 25 yıl hapis cezasına bir komplo yüzünden mahkûm edilecekti.

Ancak hayır da şer de Allah’tan, hayır gözükende şer; şer gözükende hayır vardır”ı ispatlarcasına bir komplo oluyor Moore’un başına gelen. Belki de ödediği ağır bedelin tazmini olacak büyük bir mükafat ile karşılaşıyor hapiste: İslam ile tanışıyor. Sadece İslam ile tanışmakla da kalmıyor, ırkçılığa ve sömürgeciliğe karşı dava bilincini İslam ile besleyip kişisel direnişini daha da kuvvetlendiriyor. Bir iftira ile düştüğü cezaevinde aynı dönemde hapis yatan siyahi İslami hareketin meşhur öncülerinden İmam Cemil El Emin ile karşılaşıyor. Onu bir bilge olarak görüyor. Aynı dönemde Malcolm X’in fikirlerine, hayatına da ilgi duymaya başlayan Moore’un bilge olarak gördüğü İmam Cemil el Emin de Malcolm X’in koruması vesilesi ile Müslüman olmuştu. Ve yine o da Moore gibi Kara Panter Partisi kökenli bir direnişçiydi. İmam Emin’in bu özellikleri Moore’un kendisinin etkisi altına girmesine yol açıyor. Ve Moore, Müslüman oluyor. Özür dilerim… Böyle dememem gerekirdi… Çünkü Moore “Müslüman oldum” demekten imtina ediyor. O “İslam’a döndüm” demeyi tercih ediyor ve bize önemli bir şeyi hatırlatıyor: Her insan aslında İslam fıtratı üzerine doğar, Allah’ın diledikleri bu yolda kalır yahut bu yola döner.

Moore artık Dhoruba Mücahid bin Wahad'dır. “İçinizden hayrı yayan, kötülükten men eden öncü bir topluluk bulunsun (Al-i İmran/104)” ayeti onu kalbinden yakalar. Wahad’ın deyişiyle, kendisi Kara Panterler’e zaten bu yüzden katılmıştı. Katılmış olmaktan, halkını savunmaktan ötürü hep iftihar ettiği direnişe… Yaptıklarını artık Allah rızası bilinciyle yapmak olacaktı aradaki tek fark olarak. Ve tabi bir de pan-İslamist fikirler Dhoruba’nın zihninde yeşerecekti, bilhassa Afrika’nın geleceği konusunda. Hapiste böylesine bir dönüşüm yaşayan Dhoruba merhum Malcolm X’i araştırdıkça ondan daha da etkilenmekte, onun acımasız ölümü karşısındaki hüznü daha da derinleşmektedir. Nation of Islam’a pek gönül yakınlığı kurmayan Dhoruba, hiçbir zaman tanışamadığı Malcolm’dan ise derinlemesine etkilenmekte ve dava bilincini beslemektedir.

Afrika’nın kurtuluş mücadelesinde öncü bir rolü olsun Müslümanların

Nihayetinde haksız yere hapiste geçen yıllar 1990’da sona erecektir. Adalet geç de olsa tecelli etmiş, Dhoruba’nın açtığı davalarda 1971’deki hadisenin bir tezgâh olduğu ortaya çıkmıştır. ABD’de de siyasi atmosfer ve siyahilere bakış bu 20 yılda büyük değişime uğramış, bir zamanların zalim istihbarat birimi COINTELPRO’nun üzerindeki gizem kalkmıştır. Tüm bu koşullar sayesinde serbest kalan Dhoruba, haksızca hapse tıkıldığı yıllar için devleti dava etmiş ve şu an detaylarına giremeyeceğim bir dava süreci sonrasında yüzbinlerce Dolar tazminata hak kazanmıştır. Her ne kadar kendisinin tazminat olarak istediği milyonlarca Dolar’ın yanında düşük kalsa da sembolik bir değeri vardır bu tazminatın. Hapisteki fırtınalı yıllarda yeniden doğup tam bir “Dhoruba” olarak dışarı adımını attıktan sonra ise kazandığı tazminatı Afrikalı mahkûmlara bağışlar. Akabinde Gana’ya yerleşir.

Hapis yılları ona enerjisini kaybettirememiş, bilakis davasına daha bağlı bir direnişçi yaratmıştır. Gana’da da siyasi ve toplumsal faaliyetlerine devam eder. “İslam barış dinidir, deyip oturamayız. Barışın ön şartı olan adalet için her alanda mücadele etmek zorundayız.” demektedir ve öte yandan pan-Afrikanist fikirlerini de muhafaza etmektedir. Malcolm X gibi “beyazlaşma” temayülünden endişelidir ve Condoleeza Rice, Colin Powell gibi “sistemin siyahlarından” nefret etmektedir. Başkan Obama’yı dahi siyahi halkı ezen emperyalist sistemin bekâsı için kullanılan bir araç olarak görmektedir. Zaten onu başkanı olarak da gördüğü söylenemez zira kendisini Amerikalı diye tanımlamamaktadır, Obama ancak “Amerikalıların” başkanıdır.

Dhoruba’nın geçmişine dair daha fazla bilgi almak isteyenler kendi notlarından oluşan “Still Black Still Strong” (Hâlâ Siyah Hâlâ Güçlü) eserini okuyabilirler. Yazıyı kendisinden iki etkileyici alıntıyla bitirmek istiyorum:

Var olmak için mücadele etmek bize yakışmaz! Bize yakışan, mücadele etmek için var olmaktır. Müstekbirlere yaltaklanmayalım! ‘Biz sizin zannettiğiniz gibi fundamentalist değiliz, ne olur merhamet edin’ diye salya sümük ağlamayalım. Emperyalistlerin kurduğu alçakça dünya düzenini yıkma potansiyeline sahip yegane güç olan İslam’ı sulandırmayalım, sulandırtmayalım.”

Hiçbir siyasi, askeri, ekonomik iddiamızın olmadığını söyleyerek İslam’ın toplumsal hayattan sökülüp atılması projesine hizmet etmeyelim. Peygamber Efendimiz (SAV) Medine’ye hicret etmemiş, orada devlet kurmamış ve zulme savaş açmamış gibi davranmayalım. Peygamberin siyasi ve askeri liderlik yaptığını unutmayalım. Bunun hikmetini kavrayalım. Zulme karşı mücadelede her zaman ve her yerde en önde biz olalım. Afrika’nın kurtuluş mücadelesinde öncü bir rolü olsun Müslümanların…”

 

Deniz Baran yazdı

YORUM EKLE