“İsmiyle müsemma olma”nın olumsuz anlamda kullanıldığını hiç duymadım, bu yüzden ismiyle müsemma olmak her kişinin değil er kişinin kârı diyebiliriz. Bu er kişilerden biri, hakkında konuşmanın da yazmanın da bizim gibiler için pek zor olacağı bir isim, İrfan Fethi Gemuhluoğlu'dur. “İrfan” ve “Fethi” gibi iki büyük, iki güzel isim bir araya gelmiş ve bir büyük, bir güzel insanın adı oluvermiş. İnsan derken alelade mânâda insan değil, yani beşer değil, Hazreti İnsan kıvamına eren bir insan… Gönülleri fetheden, yani açan, ferahlatan, yani setri kaldıran ve namütenahi bir menbâdan akan irfanı o gönüllere zerkeden dev bir adamdır Gemuhluoğlu. 13 yaşındayken Necip Fazıl’ın “Bir Adam Yaratmak” isimli piyesini evin çatı katında tek başına oynar. Bu piyesin ismi de Fethi Bey’e müsemma olmuştur.
“Dostluk Üzerine” adlı meşhur konuşmayı bilmeyen yoktur diye tahmin ediyorum. Bu konuşmanın irticâlen yapıldığını da hatırlatmak istiyorum. Fethi Bey gibi insanlar yapmacıklıktan, planlanmış konuşmalardan, “ne anlatayım?” sorularından azade oldukları için onlara “irticâlen” konuşmak daha çok yakışıyor. Fethi Bey’in yetiştirdiği pek çok insan tanıdım fakat aralarından biri beni çok etkiledi. Çünkü o da Fethi Bey’in Hakka yürüyüşünün bir sene-i devriyesinde Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’nde yapılan bir anmada “irticâlen” konuşmuş. 20-25 dakika boyunca soluksuz bir konuşma yapan bu zât-ı muhterem Gemuhluoğlu’nu dünya gözüyle görmemiştir. Fakat Gemuhluoğlu’nun “gözü olana gün ışımıştır” dediği gibi, bazı sevenlerine gün ışımaktadır. Ayrıca Gemuhluoğlu’nun dünyadayken yetiştirdiği akademisyenlerin, şairlerin, yazarların, tiyatrocuların, iş adamlarının yanına dünyada yokken yetiştirdiklerini de eklemek gerek.
“Evladım utanılacak ne var bunda? Ehli Beyt muhibbisin işte.”
Bir yerlerden kulağıma çalınmış, “Bana konuş dediler konuştum” demiş Fethi Gemuhluoğlu. Sevenlerinden biri eklemişti, “Böyle insanlara konuş derler konuşurlar, yaz derler yazarlar, sus derler susarlar.” Yine sevenlerinden biri bir mecliste ulu zâtlardan bahsediyordu. Konu Gemuhluoğlu’na gelince hiç unutamadığım jest ve mimiklerle O’nu ve O’nu besleyenleri anlattı: “Bu zâtlar tıpkı bir çocuğun dünyaya gelişi gibi gönlü döllerler. Oradan büyük meyveler oluşur. Hele bir de o gönlün kumaşı kaliteliyse… Fethi Ağabey gibi. Döllemişler, döllemişler, döllemişler… Aşı çok sağlam, meyve çok sağlam. Fethi Ağabey bu çocuğu dünyaya getirmiş.”
Gemuhluoğlu öyle bir okul ki, sohbetine katıldığım pek çok insanın O’nunla bir bağı var. Sadık Yalsızuçanlar onlardan biri. Yalsızuçanlar’ın aktardığına göre, şu an İstanbul’da bir üniversitede dekan olan bir hoca öğrenciliğinde maddi açıdan çok zorluk çekmektedir. Ekmek alacak parası yoktur. Birkaç arkadaşından “Fethi Gemuhluoğlu” diye bir isim duyar. Bu isim gençlere burs da vermektedir. Bir arkadaşı Fethi Bey’e gitmesini tavsiye eder. Hoca ezile büzüle Türk Petrol Vakfı’nın yolunu tutar. İçeri girer, buyur ederler. Fethi Bey toplantıdadır. Fakat o da ne? Bir talebenin geldiğini duyan Gemuhluoğlu toplantıdan çıkar, talebeyi odasına buyur eder. Hoca bu dev insanın tevazusunun karşısında ezilmektedir. Ayrıca Fethi Bey’in tüm şıklığına karşın hocanın pabuçları delik, üstü başı eski püsküdür. Bu da hocaya sıkılmak için bir sebeptir. Fethi Bey hocaya memleketini sorar, hoca söyler. “Alevi misin?” diye bir soru gelir. Hoca bir tereddüt yaşar çünkü buradan burs alanlar bildiği kadarıyla Sünnîdir. Tabiri caizse biraz mırın kırın eder ve ağzından “evet” cevabı çıkar, doğruyu söyler. Fethi Bey coşkun bir edayla karşılık verir, “Evladım utanılacak ne var bunda? Ehli Beyt muhibbisin işte.” Ve o gün talebe bugün dekan olan insan, Fethi Gemuhluoğlu’nun bursuyla ve insanlığıyla yetişir.
Sadettin Ökten Hoca da bir ziyaretimizde Fethi Bey’den bahsetmişti. O’nun “Zahire riayet, bâtına tevessül” düsturuyla hareket ettiğini ve her daim şık olduğunu belirtmişti. Fethi Bey’in çok ilginç biri olduğunu yaşadığı burs diyalogu ile anlatmıştı. Gemuhluoğlu Saadettin Hoca’ya “sana burs vereceğim” demiş. Hoca ise “Benim evim var, arabam var, bursa ihtiyacım yok” diye cevap verince Gemuhluoğlu öfkelenmiş. “İhtiyacın var mı yok mu diye sormadım, sana burs vereceğim dedim.” demiş. Ökten ise “vardır bir hikmeti” deyip “eyvallah” demiş ve aldığı burs bir hayli işine yaramış.
Herkesin "Fethi Ağabey"i
Fethi Bey’in zahirine de bâtınına da akıl sır ermemektedir. Haluk Dursun lise talebesiyken arkadaşlarıyla Fethi Bey’i ziyaret eder. Fethi Bey gençlere üniversitede ne okumak istediklerini sorar. Birkaç cevaptan sonra sinirlenir ve gençleri azarlar. Haluk Dursun’un yanındaki arkadaşı “tarih” deyince Fethi Bey gevşer, sevinir. “Ha şöyle” der. Haluk Dursun da Fethi Bey’in bu cevabı beğenmesi üzerine “tarih” der ve bugün Türkiye’nin en önemli tarihçilerinden biri olur. Fethi Bey’in Haluk Dursun’un Suriye’ye gitmesine vesile olması ve “Fitnenin evveli Şam, ahiri Şam” sözünü söylemesi de meşhurdur.
Turan Koç Hoca da memleket derdine düşen gençlere ağabeylik yapan Gemuhluoğlu’na dair bir anısını anlatmıştı: “Şuradaki ayakkabı boyacısı boyadığı her ayakkabıyı sevgilisinin ayakkabısını boyarmış gibi boyamalı. Eğer herkes böyle davranırsa ülke kurtulur” diyen Gemuhluoğlu, her daim aşka vurgu yapmıştı. Öyle bir aşk vurgusu ki bu; popüler, piyasalaşmış, klişeleşmiş tasavvuf terimlerinden çok daha başka bir aşk. Bu aşk oturuştan kalkışa, meslek icrasından günah işleyişe kadar, baştan ayağa samimiyettir. Öyle bir samimiyettir ki bu, O’nun rahle-i tedrisine uğrayanlar “Bin tane kardeşim vardı” diyebilmektedir.
“Akıl kutsaldır beyler. Dîn-i mübîn, akıl sâhiplerine teklîf edilir. Fakat akıl akılsızlara gereklidir. Aklı olanlar, aşkı seçsinler.” diyen Gemuhluoğlu, bir yandan da Nuri Pakdil’e “Bugün Ortadoğu nasıl?” diye sorabilir. Zamanın Kemalist bir genci ile İslamcı bir genci aynı anda “Fethi Ağabey” diyebilir. Sosyalist bir sanatçının ve ülkücü bir yazarın gözleri “Fethi” ismini duyunca dolabilir. Sanki Allah u Teala’nın “El Câmi” ism-i şerifi O’nun üzerinde tecelli etmiştir.
5 Ekim 1977’de dar-ı bekâya irtihal eden İrfan Fethi Gemuhluoğlu benim için Peygamber sevgisinin, Hazreti Ali Cenkleri’nin, sahabe menkıbelerinin, Gazneli Mahmud gazalarının, Ahilerin, lonca teşkilatlarının, Selçuklu mimarisinin, Osmanlı devletinin, Şeyh Şaban-ı Velî nefesinin vücuda bürünmüş halidir.
“Gelecek bir mübarek vakte hazır olunuz”
Ömer Yüceller yazdı
Adını duyunca resmini görünce ışıldadı mı ağladı mı bilemedim. Hiç tanışmadığımız halde hiç görmediğim halde hatta ben dünyada yokken o ebediyete irtihal ettiği halde çok özledimmm