Kenan Gürsoy’da, geleneğin ve modernin birbirinden beslendiğini görüyoruz.
Prof. Dr. Kenan Gürsoy en son Vatikan Büyükelçiliği görevine getirilmesiyle konuşulmuş olsa da o yaptığı çalışmaları ve ilmiyle kültür dünyamızda büyük bir karşılığı ifade eder. İlgilileri, talebeleri onu yıllardır takip etmekte, ondan sonsuz istifadelerde bulunmaktadırlar. TRT 2’de yaptığı Düşünce İklimi programıyla da her hafta kendisini hatırlatmaktaydı. (Kanal programın tekrarlarını vermekle yetiniyor şuan.)
Cumhuriyet’in ilk neslinin kucağına doğdu. Yıl, 1950. Bu ülkede inanılmaz fikir hezeyanları yaratan bir dönemde, değişimin çocuğu olarak… Eski neslin son temsilcileri arasında Gürsoy’un ebeveyni de vardı. İstanbul’da manevi hassasiyetleri olan, geniş bir muhitte dünyayı tanımaya başlar. Kendi geleneklerinin ihmal edilmemesi gerektiği öğretilse de modern hayata ilgisiz bırakılmaz. Mutlaka bir yabancı dil öğrenmesi gerektiği vurgulanır. Bugün seksenyedinci yaşını süren annesi Kâinat Hanımefendi yaşamaktadır ve hâlâ üç nesil aynı sofraya birlikte oturmaktadırlar.
Kenan Gürsoy dönüp çocukluk yıllarına baktığında onlara asla unutturulmayan kandil gecelerini anımsar. Kandillerin manası üzerine bilgilendirilen bu çocuklar ilk gençlik yıllarından itibaren modern eğitim kurumlarında yetişmelerine rağmen köklerini ihmal etmeyeceklerdir.
Samiha Ayverdi’nin meşgul olduğu nesil…
Samiha Ayverdi Kenan Gürsoy’un hayatındaki başrollerden biridir. Çocukluk yıllarında, aldığı ilk terbiyede Ayverdi’nin büyük hakkı vardır. Oruç tutmanın anlamını ona öğreten kadındır. Bir Ramazan akşamı, çocuk yaşta ilk orucunu tuttuğu sırada, iftara yakın Ayverdi, Kenan Gürsoy’a bir anahtarlık hediye eder. Bu, sabır her şeyin anahtarıdır demektir… Gürsoy bu günleri anarken tüm bu çabaları, unutulmuş olan değerlerin hatırlatılma çabaları olarak görür.
Kendi neslini tarif ederken “Samiha Ayverdi’nin meşgul olduğu nesil” ifadesini kullanır. Ayverdi onlara, cihanşümul bir kültüre sahip olmalarını telkin eder. Muradiye’ye verdiği mülakatta “Ben bu telkini aldım demeyeceğim, ben bu telkinin içine gözümü açtım.” demektedir. Bu düşüncelerle erken yaşta tanışan Gürsoy, yabancı bir kolejde okur, papazların eğitim verdiği Saint Bonoit Koleji’dir bu. Bu eğitim onda özgüveni artırır.
Kalabalık bir ailenin içinde, disiplinle büyür Kenan Gürsoy. Eski nesilden insanların dizlerinin dibinde bir çocuktur. 93 Harbi’nden sonra Balkanlardan çocuk yaşta göçen kadınların hikâyelerini dinler. Bu insanlar 31 Mart Vakası’nı görmüşlerdir. Yeni Cumhuriyet’e hiçbir zaman isyan edildiğini görmez çevresinde ama geçmişe de hep bir vefa hissinin beslendiğini hatırlar.
Gün gelecek ülkesinin saygın felsefe profesörlerinden biri olacak olan Kenan Gürsoy felsefeciliğini bu günlere, bilhassa annesine borçlu olduğunu söyleyecektir.
Papazlardan alınan eğitim…
Lise hayatında çok sert bir eğitim alır. Her hafta karne aldıkları bir eğitim… Sınıfta kalemi yere düşürseler karnelerine yaramazlık yaptıkları yazılır. Fransızca eğitimi sırasında ortaokulda La Fontain’ın fabllarını, lisede de La Cid’i baştan sona ezberleyecektir.
Lisede Yunus Emre’yi Fransızca’ya çeviren Andre Duchemin hocası olur. 2003 yılında ders vermek için Sorbonne Üniversitesi’ne gider. Bir konferans sırasında bir yayıncının Yunus Emre’yi tercüme etmeye çalıştığını öğrenir. Kendisine böyle bir çalışmayı lise yıllarından tanıdığı bir hocasının yaptığını söyler. Birkaç sonra Kenan Gürsoy bu yayıncıdan bir e-posta alır. Postada yayıncı, bahsettiği tercümeyi Duchemin’in eşyaları arasından çıktığını söyler ve tercüme yayımlanır.
Kenan Gürsoy liseden sonra Fransız Hükümeti’nin bursuyla Paris’e felsefe eğitimi almaya gider. Felsefe onun hayatını, hakikati bulduğunu iddia etmek değil hakikati aramak yönüyle şekillendirmiştir.
Paris’te Rennes Üniversitesi’ndeki eğitiminin ardından akademik hayatına Atatürk Üniversitesi’ne asistan olarak atanmasıyla başlar. Erzurum… Bu şehir onun hayatında ayrı bir yerde durur. Çünkü burada evlenmiş, burada çocukları olmuştur. Eşi Belkıs Gürsoy’dur. Sadece bundan dolayı tutkun değildir Erzurum’a. Farklı bir hikmet ve irfan kültürüyle bu şehirde karşılaştığını ifade eder. Hatta “ Sadece İstanbul’da kalınmış olsaydı öğrendiklerimin tatbikatını görmüş olmazdım.” diyecektir. Yedi sene bu ortamlarda geçer.
Necati Öner adıyla da burada tanışan Kenan Gürsoy, bu adın hayatındaki önemine sıkça işaret eder. Farklı fikirleri anlama ve tahammül etmeyi telkin eder, Öner. Erzurum’dan sonra Ankara Üniversitesi Dil-Tarih-Coğrafya Fakültesi’ne, oradan da Galatasaray Üniversitesi’ne geçer.
Kenan Rıfai Hazretleri’nin torunu…
Kenan Gürsoy bir felsefeci olmasının ötesinde bir tasavvuf ehlidir. Bu yönde yazılmış eserleri mevcuttur. Gürsoy’un tasavvuf ummanındaki yolculuğu bir ilgiden ziyade aile silsilesinden ona sirayet etmiştir. O, Kenan Rıfai Hazretleri’nin torunudur. Kenan Rıfai, 20. asrın ilk yarısında yaşamış maarifçi ve mutasavvıftır. Galatasaray Lisesi’nin ilk mezunlarındandır. (1885)
Kenan Gürsoy’un ilk yaşlarından itibaren tanzim edilmiş bir eğitim ve irfandan geçmesinde dedesinin eğitim anlayışının payı yüksektir. Tasavvufi tavır adına felsefi eğitimin küçümsenmesinden rahatsızlık duyan Kenan Gürsoy, bu anlayışının temelinin Kenan Rıfai (Hz.)de olduğunu söyler. Tasavvufun sadece bir aşk yolu olduğunu düşünmek Gürsoy’a göre eksik bir düşüncedir. Estetik zevkin ve güzel sanatların farkında olunması gerektiğini vurgular.
“Estetik zevk ve bedii tefekkür en az ahlaki değerler kadar önemlidir.” diyen Kenan Gürsoy bunun gösterilmesi için çaba harcanması gerektiğini söyler. Kısaca hayatından, bir iki düşüncesinden dem vurduğumuz Kenan Gürsoy’u bugün Vatikan elçimiz sıfatıyla da anıyoruz.
Yakup Öztürk bir kültür adamının yolundan gitti…