Samet Akten'in yılbaşı karşıtı değerlendirmesine karşı Ömer Faruk Kaptan yılbaşı uygulaması insan tabiatına uygundur diyor. Ama şekline itiraz edilebilir. Batından alınmış olması meselesinin dışında bir yerden bakıyor meseleye...
Sezai Karakoç'un yılbaşı
“Sen bana yeni yılsın her dakika |
Her dakika bir yaşıma daha giriyorum” |
Bu dizelerle başlayan İnci Dakikaları şiirinde Sezai Karakoç yılbaşının o son dakikasını ağlama anı olarak değerlendirir:
“Erkek ağlar mı diyeceksin |
Hayberin kapısı ağlar mı erkek ağlar mı? |
Ben yel gibi erkekler ağlar diyorum |
Bir dakika ağlar yılbaşı dakikasında(…)” |
Bu dizelere bakılarak incilerin gözyaşı damlası olarak yorumlanması uzak bir ihtimal mi? Şiirin sonlarına doğru bu yılbaşı incileri, “Benim ak ve kara kayalar içinde bulduğum inciler” dizesinde kapalı bir anlatımla, bir kelime oyunuyla aktarılır. Kara soyadından dolayı şairin kendisini, ak kaya ise yine aynı sebepten sevgilisini anlatmaktadır ki bu, Monna Rosa’nın orijinalindeki akrostişe de uygundur.
Malum; Monna Rosa şiiri dört bölümden oluşmaktadır. Bölümler 1952 yılındaki dört mevsimde yazılmıştır; ilk bölüm baharda, ikinci bölüm yazda, üçüncü bölüm güzde ve son bölüm kış içinde yine bir yılbaşı gecesinde yazılmıştır.
Peki, yılbaşı kutlamak caiz midir?
Yılbaşından kastımız miladi yılbaşıdır ve esasen bunun Müslüman toplumların örfünde yeri yoktur. Ne var ki Cumhuriyetin tesisinden sonra ölçüde, tartıda, zaman ölçümünde, takvimde, ay isimlerinde batı standartlarına uyuldu. Sosyal hayatta işlerimizi alaturka saate ya da takvime göre yapmıyoruz. Hicrî takvimin bugün maalesef hayatımızda işlevsel yanı kalmadı. Elbette hicrî yılbaşını zar zor da olsa hatırlayıp kutluyoruz ama tatil günlerimizi, yaşımızı, yıl hesaplarımızı miladi takvime göre yapıyoruz artık. Birine kaç yaşında olduğunu sorduğumuzda hicrî takvime göre cevap vermiyor. Dolayısıyla istesek de istemesek de günümüzde miladî takvim hayatımızın tartışılmaz bir değeri oldu.
İnsanlar eskiden beri yılbaşlarını kutlarlar. Birçok toplumda görülen Newroz gibi çeşitli bahar bayramları aslında yeni bir yılın başlangıcıdır; kışla biten bir seneden sonra, sisten dumandan sıyrılan yenibaharla, yeniden dirilen tabiatla sil baştan yeni bir yıla başlamanın sevincidir. İnsanların hayatında yer tutan önemli olayları anmaları kadar olağan bir şey var mıdır? Doğum günü kutlamalarına ne kadar karşı çıksak, o ölçüde yaygınlaşıyor bu kutlamalar. Buna karşı çıkmanın şekle takılmak, özü kaçırmak olduğunu düşünüyorum.
Doğum günü kutlamasına değil, biçimine karşı çıkılmalı!
Yılbaşı kutlamalarında yapılan ritüeller; çam süslemeler, Noel Baba kıyafetleri, alkol alıp zilzurna sarhoş olmalar, sabaha kadar bağrışıp çağrışmalar… İşte karşı olunması gereken budur. Doğum günü partisinde de batı kültürünün bire bir aynısının kopya edilmesi alternatifsizliğin bir ürünüdür. “Müslümanlar yılbaşını kutlamaz!”, “Müslüman doğum günü kutlamaz!” gibi kesin çizgilerin zamanla işlevsizleştikleri ortada. Bugün Müslüman mahallesinde annelerin çoğu çocuklarının doğum gününü kutluyor. Hem de mumlu pasta ile ve parlak doğum günü külahıyla! Peki nasıl yapmalı?
Çocuğumuza doğum günü yapmayalım mı? Yapmayalım dediğimizde yapmamayı başarabiliyor muyuz gerçekten? Çocuğumuz okulunu bitirdiğinde kep törenine katılmasın mı, o bilimsel(!) rahip kıyafetlerini giymesin ama yerine nasıl bir şey yapsın bu sekülerist, laik ülkede?
Onu evlendirirken nasıl bir düğün eğlencesi, töreni yapacaksın ki? Eğlenmekte sınır nereye kadar olacak?
Ömer Faruk Kaptan'ın da yazarken kafası karıştı
yahu neyi tartışıyoruz? ölçülerimiz mi farklı? peygamber doğum günü mü kutlamış!? baharı mı kutlamış!? bakın bakalım doğum günü tebrik eden peygambere. yalnızca Allah sana hayırlı ve uzun ömürler versin demekle yetinen bir peygamber. saat 11:59 ile 00:00 arasında ki farkı nasıl izah edeceksiniz? ya da 31 aralıkla, 1 ocak'ı? değişen ney? aynı mevsim, aynı hava. bari mevsim değişse! sadece ve sadece bir hristiyan kültürü. yazı osmanlı'nın gidişatına bir dur deyip çözümü batıda bulmuş yazarlar gi